Türkiye’nin 73 şairi 19 Ocak günü öldürülen Hrant Dink bir araya geldi ve bir şiir yazdı. Aralarında Akif Kurtuluş, Adnan Satıcı, Haydar Ergülen, Ahmet Telli, Gülten Akın, Arif Damar, Orhan Alkaya, Sina Akyol Küçük İskender’in de bulunduğu 73 şairin yazdığı şiirin adı Yetim Ağıdı… Yetimler Ağıdı Bunu sana nasıl söylerim Hata benim günah benim suç […]
Türkiye’nin 73 şairi 19 Ocak günü öldürülen Hrant Dink bir araya geldi ve bir şiir yazdı.
Aralarında Akif Kurtuluş, Adnan Satıcı, Haydar Ergülen, Ahmet Telli, Gülten Akın, Arif Damar, Orhan Alkaya, Sina Akyol Küçük İskender’in de bulunduğu 73 şairin yazdığı şiirin adı Yetim Ağıdı…
Yetimler Ağıdı
Bunu sana nasıl söylerim
Hata benim günah benim suç benim
Dünyalar içinde dünyalar sevgilim
Ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi
Bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi
Dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey
Yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan!
Bir travmam var kenarı hâreli
Yine hâreli geçti yine zulüm beni
Meydan başaklarım kanıyor
Uzun bir yürüyüşüm ben; bakın
Anlarsınız yol yorgunu gözlerimden
Şiircebimden beslenen tedirgin güvercin
Dayamış gagasını yavrusununkine
Eyvah ki hrant, bir vakitte
Göğerçinleri yemlemişti, seninki!
Kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında
Seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz
Sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine
Kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini
Toprak insana gömülüyor, bodina da öldü
Sınırlar biraz daha kırmızı
Bütün karakamuları alaşağı eden bir bun
Bir bayraktın düştüğün yerde patikalar’ın açtığı
Bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun
Şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı
Bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta
Kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı
Yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
Sular sınırları pasaportsuz geçer
Asıl azınlık yerkürenin kendisidir
Tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde
Çan ve ezan arasına gerili mahyada
Acıyı dengeler yazı: ah-ya!
Orda hrant, başı dumanlı ararat’ta
Irağı bilmez bir yağız atla vardı oraya
Hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı
Yine de her damlada ürperir yaşlı ararat
Ne değişir hayatla karşılaşsan
Hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa
Gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm
İçerdeydi ve sözcükler – ki onlardı ve öldüren idi
Ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun
Yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun
Yaslandığım duvarın uğultusuydun
Beni sessizlikle açıklayan
Hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh!
İçini delmiş kuzeyli bir rüzgârın
Erguvan kalbine kuzu’layan bir güvercin
Beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe
Ağarmış bir gül var yakamda
İçimizdeki bahçelerden goncası
Bir yağmur kenti ne kadar ıslatır?
– Kanın insanı ıslattığı kadar ancak!
Neden ayakta ölür aylar?
– Kim bilir!
Ölümün yüzüne gülüyorsun
Bedenin kurşun geçirse de
Kanamasın yaprakları güllerin
Üşüyen sular ırmakların tenine karışsın
Akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat’ın
Beyaz bere bile ağlar çamurun işine
İki damla göz yaşı düştü vurulunca sen
Pülümür’ün yaşsız kadınının gözlerinden
Oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında
Bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba
Duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını
Ölümsüzlük denizine sabaha karşı?
Fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun
Buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş
Şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin,
Ey! kulak zarımı kanatan antik öfke
Topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git!
Ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dink’i de
Zehrini yağmalar karanlık
Sis peçesine çakılı çöller
Affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını
Kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere
Korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında
Sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle
Bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı
İkinci emre kadar dökmek zehirli kanı
Ne cehennemi ne cenneti
Gurbeti de sılası da içindedir insanın
Ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük
Şimdi işgal altında
Son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak
Hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak!
Ah ile eyvah ile geçiyor zaman
Dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan
Vart’a gül demişler, ağlayan kim
İki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim
Bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak
Sen, ben, hrant… bu toprak püskürtüyor sevgimizi
Artık kış çiğdemleriyle anacağız seni
Onlara kanınla, terin karıştı
Yüreğindeki tohumlar
Rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere
kırık bir zamanda uçan güvercin
üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım ararat kadar
Unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri
Günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu
Sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde
Göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın
Aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma
Güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur
Borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi
Kuşların sabahından geçelim hrant
Çiçek tozları havalansın göklerimizden
Zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
Ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
Bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak
Kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak
Işık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi
Güvercin, toprağın düşüne kanat
Kimi ölülerin ayakkabısı delik
Ve sakalları saklanmış ertesi güne
Kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne
Bayrağa sararlar gözsüz yüzünü
Çorabını dikerler suç kime
Ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde
Ölümsüzlüğün resmini
Çocuksu, muzip, yakışıklı
Yüzün ki
Canlar içinde bir can
Kanlar içinde altı milyar insan!
Ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle
Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde
Güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu
Dilini susarken anlıyordum, konuşurken
Birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken
Çatılara konan kırmızı
Güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu
Gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım
Bir elim ötekini tutmasaydı
O ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan
Şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından
Şimdi kim
Bu uzak diyen
Diyen bu yalan
Bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin
Şu kurşun dökülmüş zaman
Bir ölüm şiirine eklensin diye
Gövdesiyle yazmıştı son dizeyi
Sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan
Yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan
Unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan
Kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi
Kaç bin kerre öldük seni
Seni öyle sevdik, bağışla bizi
Bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları
Yürüyecek. Anı: hiçbir şey kalmadığında
Su inceliğiyle gül