Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşüne Dair Sorulması Gereken Sorular Ne Olmalı?-Ahmet Hamdi Dinler Kemal Okuyan’ın Kitabının Düşündürdükleri Kemal Okuyan’ın son kitabı Sovyetler Birliği’nin dağılışı üzerine bugüne kadar yapılmış açıklamalara bir yenilik getirmek bir yana, varolan literatürdeki temel problemleri yeniden üretmenin ötesine geçemiyor. Dahası, geliştirdiği argümanlar sosyalizmin çöküşüyle ilgili semptomları nedensel mekanizmalarmış gibi gösteriyor. Bu kısa yazıdaki […]
Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşüne Dair Sorulması Gereken
Sorular Ne Olmalı?-Ahmet Hamdi Dinler
Kemal Okuyan’ın Kitabının Düşündürdükleri
Kemal Okuyan’ın son kitabı Sovyetler Birliği’nin dağılışı üzerine bugüne kadar yapılmış açıklamalara bir yenilik getirmek bir yana, varolan literatürdeki temel problemleri yeniden üretmenin ötesine geçemiyor. Dahası, geliştirdiği argümanlar sosyalizmin çöküşüyle ilgili semptomları nedensel mekanizmalarmış gibi gösteriyor. Bu kısa yazıdaki amacım; kitaptaki bazı noktaları eleştirmek yoluyla Sovyetler Birliği’nin hem daha sağlıklı bir zeminde hem de gelecekte kurulacak yeni sosyalist deneyimlere ışık tutacak şekilde nasıl tartışılabileceğine dair ipuçları aramak.
Okuyan’ın kitabında yaptığı gibi, Sovyetler Birliği’yle ilgili sorunları basitçe parti üst yönetimine atfetmek ve kadroların halkı mobilize etme ve canlı tutma kapasitesine gereğinden fazla açıklayıcı bir rol atfetmek daha devrimin başından beri azgelişmiş bir ülkede sosyalist kadroların tabi olduğu yapısal koşulları ihmal etmek anlamına gelir. Oysa ülkenin kalkınması için gerekli ekonomik planlamanın, günün koşulları içinde ister istemez kapitalist bir rasyonaliteyi gerektirmesi; gerekli atılımı yapmak için çok sayıda bürokrat, teknisyen ve bilim adamına doğrudan karar alma yetkisinin verilmesi kaçınılmazdır. Ancak bu kaçınılmazlık sosyalizmin kuruluşunun bir iç çelişkisidir. Bir noktadan sonra bu rasyonaliteyi sürdürmek kapitalist ekonomiyi taklit etmek ve onun kurumlarını, kapitalizme özgü sorunlarıyla da devralmak anlamına gelir. Bu durumda verilen çabalar neredeyse daha ileri ve eşitlikçi bir kapitalist sistemi Sovyetler Birliği’nde kurmanın ötesine geçemez.
Okuyan, 1970’lerde ortaya çıkan durgunluğu ve bunun tarihsel kökenlerini doğru tespit etmekle beraber, problemi yine basitçe parti üst yönetiminin tercihlerine bağlamakla yetinmektedir. Oysa kapitalist sistemi aşacak yeni ilişkiler, kapitalist sistemin sınırları dahilinde olmayan yeni teknoloji araçlarını da kullanmayı gerektirir. Bir başka yazımda da belirttiğim gibi güneş enerjisi gibi yeni enerji türleri petrole bağımlılığı azaltabilir, bu enerjiye bağlı yeni mimari ve kent biçimleri ortaya çıkabilirdi. Benzer bir yaklaşımı iktisat programlarının uygulanışıyla ilgili görüşlerde de görüyoruz. Devlet kademeleri içindeki çelişkilere ve farklı görüşlere bakmaktansa yazar basitçe Stalin yönetimini hedef almaktadır.
Bu nedenle devlet içi mücadeleler gözden kaçmaktadır. Oysa Devlet Planlama Komisyonu Başkanı Vosnesenski’nin, devlet üst düzey yöneticileriyle de desteklenen tezlerinin Stalin’le aykırı düşmesi , Stalin’in çok sonra SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları başlıklı yazısında bu aykırılıkları açıklaması gibi bir örnekte de görüldüğü gibi Stalin’e kişi olarak açıklayıcı rol atfetmek de, devlet üst yönetimini homojen bir bütün olarak görmek de sorunlu.
Okuyan’ın partinin üst yönetimine yaptığı vurgu parti üyelerinin bütününe dair sorular sormamızı da engelliyor, zira Sovyet insanının ‘mücadeleyi unutması’ da yönetimin yetersizliğiyle ilişkili sadece. Oysa Vesili Refailides’in de belirttiği gibi komünist parti
içinde komünistlerin sayısının inanılmaz derecede azalması , pek çok komünistin iç savaş ve İkinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybetmesi, parti içi ilişkilerin ve yükselme kriterlerinin yozlaşması, komünistlere karşı güven kaybının artması, iki taraflı olarak parti yönetimi-parti
tabanı; parti-toplum ilişkilerinin daha bütünlüklü bir analizini gerektiriyor.
Son olarak sosyalizmin daha özüne yönelik tartışmalar çalışmada eksikliğini hissettirmektedir. Ekonomik ve sosyal haklara sahip olmak, kültürel gelişimi ilerletmek kuşkusuz sosyalizm için yeterli amaçlar değildir. Ahmet Tonak’ın son derece hak verdiğim düşüncesinde olduğu üzere sosyalizm insan yaratıcılığının sonsuz derecede geliştirilmesi anlamına gelir; öyle ki eşitlik bile aslında bir araçtır. Bu anlamda üretim araçlarının kamulaştırılması kar mantığını ortadan kaldırsa da, çalışma alanında işçinin işiyle kurduğu ilişkiyi değiştirmediği sürece, bir noktadan sonra yeni sosyalist formların ve değerler sisteminin kurulmasını kendiliğinden sağlayamaz. Sosyalist yönetimin hedeflemesi gereken, toplumsal ilişkiler alanının bütününü dönüşmesidir, zira kapitalist ilişkiler de yaşamın her alanında faaliyet göstermektedir. Bu tartışmadan sosyalist deneyimin Sovyetler Birliği’nde neden çöktüğüne dair hangi sorular çıkarılabilir?
1) Canlı ve devrimci bir parti nasıl olmuştur da parti içi yükselme şansının patronaj ilişkilerine bağlı olduğu, komünist ideallerin ve yeni bir toplum ve insan tartışmalarının tamamen ortadan kalktığı bir yere ve daha fazla birikim yapabilmenin bir aygıtı haline dönüşmüştür? Bir başka deyişle parti ve devlet arasında nasıl simbiyotik ve neredeyse birbiriyle bütünleşmiş bir ilişki oluşmuştur?
2) Sovyet insanı belli ekonomik ve sosyal haklara sahip, kültürel olanaklara kolaylıkla erişebilen bir yurttaş olsa da nasıl sosyalizmin esas temeli olan yaratıcılık potansiyelini geliştirme, yeni düşünce ve biçimler yaratma gibi yetilere erişmeyi başaramamıştır? Bir başka deyişle ‘daha eşit’ ancak ‘amaçsız’ bir Sovyet tipi nasıl ortaya çıkmıştır? Komünist Parti’nin yeni ve canlı tartışmaların ortaya çıkmamasındaki rolü nedir? Sosyalizmin gündelik hayatta, insanların düşünme ve yaşam biçimlerinde, kurdukları toplumsal ilişkilerde karşılığı ne olmuştur ki çöküş dönemi geldiğinde artık savunulacak idealler ve inançlar tamamen ortadan kaybolmuştur?
3) Sovyet ekonomisinin 1970’lerin sonunda başlayan durgunluk dönemini geri döndürebilmesi için ne gerekliydi? Daha rasyonel ve yenilikçi iktisadi adımlar mı, yoksa ekonomiyi, toplumsal ilişkileri de etkileyecek ve kapitalist üretim araçlarından ve tekniklerden bağımsızlaştıracak şekilde yeniden düzenlemek mi? Eğer ikincisiyse, yukarıda güneş enerjisiyle örneğini verdiğim gibi hangi araçlarla? Birinci soru bizi sosyalist parti-devlet ilişkilerini (ve buna bağlı olarak iktidar sorununu) irdelemeye; ikinci soru sosyalizmin ne anlam ifade ettiği ve sosyalizmin ekonomik kalkınma meselesinin ötesinde gündelik hayata ne kadar sızabildiği sorununu tartışmaya; üçüncü soru ise alternatif ekonomi ve teknoloji politikalarının nasıl kapitalist ilişkileri taklit etmeden, onu aşacak şekilde geliştirilebileceğine dair düşünmeye itiyor.
Bu konuda yapılacak çalışmaların bu soruları dikkate alması dileğiyle…