Bu tebliğde çalışanların ortak örgütlenmesi ile ilgili olarak tarihsel arka plana bir göz atılacak, yaşanmış deneyimler ortaya çıkış nedenleri ve sorunları açısından ele alınmaya çalışılacaktır. Böylece, güncel tartışmalara emek tarihinin eksik bırakılmış bir yanına da değinilerek, bir eksiklik kısmen de olsa giderilmeğe çalışılacaktır. Ortak örgütlenme sorununa tarihsel açıdan bakan bu çalışma, araştırma alanının bir zorunluluğu […]
Bu tebliğde çalışanların ortak örgütlenmesi ile ilgili olarak tarihsel arka plana bir göz atılacak, yaşanmış deneyimler ortaya çıkış nedenleri ve sorunları açısından ele alınmaya çalışılacaktır. Böylece, güncel tartışmalara emek tarihinin eksik bırakılmış bir yanına da değinilerek, bir eksiklik kısmen de olsa giderilmeğe çalışılacaktır.
Ortak örgütlenme sorununa tarihsel açıdan bakan bu çalışma, araştırma alanının bir zorunluluğu olarak ortak örgütlenenleri “dar anlamda” olmak üzere işçi ve memurların ortak örgütlenmesi olarak ele alacak (yer yer esnaflar ile olan ortak örgütlenmelere de değinilecek), ancak örgütlenme olgusunu “geniş anlamda” ele alarak, sendikal örgütlenmenin dışındaki örgütlenmeleri de (dernek, yardım sandığı, kooperatif gibi) ele alacaktır.
I.Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Ortak Örgütlenme
Gerek işçiler açısından gerek memurlar açısından bakıldığında, “modern” anlamda her iki kesimin de Osmanlı İmparatorluğunda kapitalizmin ve kapitalist toplumun gereksindiği kurumların ortaya geç çıkmasına bağlı olarak 19. yüzyıl ortalarında kendisini göstermeye başladığını söylemek yanlış olmaz. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, işçileşme sürecinin modern bürokrasinin gelişiminden daha hızlı olması nedeni ile işçi sayısının daha hızlı arttığını, modern bürokratik kurumların geç ortaya çıkışına bağlı olarak memur ve müstahdem sayısının daha düşük bir artış hızı gösterdiğini söylemek mümkündür. Üstelik, modern bir bürokrasi oluşturulamadığı için memur ve müstahdemler devletten çok padişaha bağlı idiler ve memur personel rejimini de bu durum biçimlendirmekteydi. Gerek işçi sayısının sınırlılığı, gerekse memur sayısının oldukça düşük olması, ilk bakışta her iki kesim için hem ayrı ayrı örgütlenme hem de ortak örgütlenme açısından önemli sınırlılıklar oluşturacağını düşündürmektedir. 9 Eylül 1884 tarihli Osmanlı’da “Meslek sendikalarının görevi, bu yararlı kurumları çoğaltacak kaynakları toplamaktır. Sendikalar, emekli sandıkları, yardımlaşma sandıkları kitaplıklar, kooperatif, dernek, eğitim büroları kurmakla görevlidirler” şeklindeki bir yazı, bu yıllarda örgütlenme sorunu ile ilgilenildiğini göstermektedir. Üstelik örgütlenmeye sadece sendikal örgütlenme olarak değil çok daha geniş bir çerçevede bakılmaktadır. Nitekim bu düşünce hayatta da karşılığını bulmuş olmalı ki, 28 Mayıs 1890 tarihli La Turquie’de “önce Ereğli Kömür Ocakları işçilerinden başlamak üzere, her yerde, işçiler için yardım sandıkları kurmaya” girişilmiştir şeklinde haberlere yer verilmiştir. 1895 yılında kurulan Anadolu Demiryolları Yardım Sandığı bu tür örgütlenmelerden biridir. Ayrıca, Şirket-i Hayriye, Feshane ve Hereke gibi işletmelerdeki memur ve müstahdemin de bu türden sandıkları kurma girişimlerinde bulunmuşlardır. Yardım sandıkları türünden başlayan örgütlenme çabaları, daha sonra adları cemiyet de olsa sendikal örgütlenme özelliği taşıyan kuruluşlara öncülük edecektir. Tıpkı, Anadolu Demiryolları Yardım Sandığı’nın 1908’de Anadolu Bağdat Demiryolları Memurin ve Müstahdemin Cemiyet-i Uhuvvetkaârisi’ne ebelik etmesi gibi. 1894/1895’te kurulan Amele-i Osmani Cemiyeti ile dernek şeklinde de olsa doğrudan kurulan ilk sınıfsal işçi örgütüne dönüşür. 4.000’i aşkın işçinin çalıştığı Tophane fabrikalarında gizli olarak kurulan bu cemiyet faaliyetini ancak bir yıl sürdürebilmiştir. II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimi altında faaliyet sürdürmeye çalışan Cemiyet’in kurucuları tutuklanıp, sürüldüler. 1901/1902 yıllarında gizilice sürgünden kaçan yöneticiler işçileri yeniden toparlamaya çalıştılarsa da, tutuklamalar ve baskılar nedeni ile başarılı olamadılar. Ancak, bu çalışmalar 1908 yılında karşılığını buldu, Amele-i Osmani Cemiyeti’nin devamı olarak kabul edilen Osmanlı Terakki-i Sanayi Cemiyeti adı altında kuruldu. Ancak, içinde asker üye de barındırdığı gerekçesi ile 1909 yılında çıkarılan Cemiyetler Kanunu’na aykırı bulunarak kapatılmış, yerine Osmanlı Sanatkâran Cemiyeti kurulmuştur. Mevcut emek tarihi yazınının muğlak bıraktığı “askerler” eğer memur kimliği taşıyan askerlerden oluşuyorsa Osmanlı Terakki-i Sanayi Cemiyeti’nin işçi ve memurların ilk ortak örgütlerinden biri olarak kabul etmek de mümkün olabilecektir. 13 Ağustos 1908’de kurulan Anadolu Bağdat Demiryolları Memurin ve Müstahdemin Cemiyet-i Uhuvvetkârisi Osmanlı imparatorluğunda işçi, memur ve müstahdeminin en önemli ortak örgütüdür. İlk önemli ortak örgütlenme olan Anadolu Bağdat Demiryolları Memurin ve Müstahdemin Cemiyet-i Uhuvvetkârisi’ni, tarihin bugüne ışık tutacağı bir deneyim olduğu için biraz daha ayrıntılı değerlendirmek yararlı olacaktır.
Anadolu-Bağdat Demiryolu Şirketi, Avrupalı ve Osmanlı Hristiyanların yanı sıra Türk, Kürt, Çerkez gibi Müslümanların ortak çalıştığı bir şirkettir. Şirkette çalışan küçük memurlar, müstahdemin ve niteliksiz işçiler çok ağır koşullarda, oldukça düşük ücretlerle çalıştırılıyordu. Bu sorunun çözümünü örgütlenmede gören memur ve işçiler 13 Ağustos 1908’de bir araya gelerek, her mevki ve dereceden işçilerin yanı sıra büro memurlarını da kapsayan ve eylemlere öncülük yapacak olan Anadolu Bağdat Demiryolları Memurin ve Müstahdemin Cemiyet-i Uhuvvetkârisi’ni kurdular. Cemiyet, kuruluşundan hemen sonra Şirket’ten tanınmayı ve taleplerini yerine getirmesini istedi, tersi durumda greve gideceğini açıkladı. 13 Eylül 1908’deki toplantıda istekleri kabul edilmeyen Cemiyet üyeleri, kuruluşun üzerinden daha bir ay geçmeden, grev kararı aldılar ve 14 Eylül 1908’de Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir, Konya, Bulgurlu hatlarındaki işçi ve memurlar greve başladılar. Eylemin başarılı olarak sürdürülmesi için grev komiteleri oluşturuldu. 17 Eylül’de sona erdirilen grev nitelikli yabancı ve Hristiyanların haklarında önemli düzeltmelere yol açarken, Müslüman ve niteliksiz yerli işçilerin durumunda bir değişiklik yapmadığı, bunun nedeninin de Cemiyet yönetiminde Hristiyanların olması olarak görülmesi bu hem milliyetler, hem dinler hem de memur, işçi ve müstahdeminin ortak örgütüne olan güveni sarstı, bölünmenin temellerini oluşturdu.
Demiryolları şirketleri memur, müstahdemin ve işçi çalıştıran kuruluşlardan en büyüğü olduğu için ortak örgütlenmenin ve ortak eylemlerin de en çok yaşandığı alan olmuştur. İzmir-Aydın-Dinar hattı ve Selanik-İstanbul hattı demiryolu işçilerinin, memurlarının müstahdemlerinin bir ortak örgütleri olmadan Ağustos ve Eylül 1908’de ortak greve gitmeleri bunun tipik örneklerinden birini oluşturur. Memur ve işçilerin ortak eylemleri sadece demiryolları ile sınırlı değildir. Telgraf İdaresi, Şirket-i Hayriye, Tramvay Şirketi, Gaz Şirketi gibi memur ve işçi çalıştıran şirketler de hem ortak örgütlenmenin hem de ortak eylemlerin yaşandığı kuruluşlar olmuştur. Özellikle 1908’deki ortak işçi, memur ve müstahdemin grevleri, izleyen yıllarda ortak örgütlenmenin temellerini de oluşturmuştur. Selanik-Manastır Demiryolu Memur ve Müstahdemleri Cemiyeti, Şark Şimendiferleri Memurin ve Amele Cemiyeti (1921’de Şark Şimendiferleri Müsthademin Teavün Cemiyeti adı ile kurulmuştu, 1923’te adını değiştirdi) , Aydın-İzmir Demiryolu Memur ve Müstahdemin Cemiyeti bu türden örgütlerdir.
1908 grevleri iktidarı yasal düzenlemeye iter. Tatil-i Eşgal Kanunun 8. maddesi ile 1909 yılında ” Umuma müteallik hidemat ifa eden müessesatta sendika teşkili memnudur” şeklinde bir düzenleme yapılarak emekçilerin sendika şeklinde ortak
örgütlenmesinin olanakları ortadan kaldırılmaya çalışılırsa da işçiler, memurlar ve müstahdemler sendika dışı örgütlenmelerle bu yasağı aşmaya çalışır. 1909 Cemiyetler Kanunu, cemiyet ve yardım sandıkları şeklindeki örgütlenmelere olanak tanır. Cemiyet şeklinde olan örgütlenmeler ise genellikle sendika özelliği taşıyan örgütlenmeler olmuştur. Böylece, ortak örgütlenmenin önündeki engel, başka yollardan aşılmaya çalışılmıştır. Bu dönem, işçi, memur, müstahdemin arasında statü ve yapılan işten kaynaklanan “ideolojik” bir ayrılığın yaşanmamış olması ise oldukça anlamlıdır. Zira, Fransa gibi ülkelerde, işçi örgütleri ortak örgütlenmeye sıcak bakmamış, memurları devletin bir ajanı, görevlisi olarak görmüş, ortak örgütlenmede sınıf mücadelesini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmüştür. Bu nedenle, memurlara yasal sendikal hakkının tanındığı II. Dünya Savaşı sonrasındaki döneme kadar CGT gibi sol sendikalar üyelik açısından oldukça katı tutum takınmışlar, memurları işçi sınıfının bir parçası olarak görmek istememişler ve bazı istisnalar hariç, uzun süren bir direnç göstermişlerdir.
Osmanlı’nın geç döneminde başlayan örgütlenme hareketine bakıldığında, memur sayısının sınırlılığı, sektörler açısından zayıflığı, genellikle işçiler ile aynı sorunları yaşamaları, Fransa gibi kapitalist ülkelerdeki ayrı örgütlenmeden farklı bir örgütlenmeye, ortak örgütlenmeye yol açtığını göstermektedir. Özellikle grev süreçlerinden sonra kurulan bu ortak örgütlenmeler Fransa’daki gibi memur-işçi ayrımının ideolojik tartışmasının zeminini de ortadan kaldırmıştır. Böyle olduğu için de bir ayrım temelinden çok ortak sorunlar çerçevesinde ortak mücadelenin örgütleri olarak eylemin içinden doğmuşlardır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan miras, ortak örgütlenme ve eylem açısından oldukça bereketli ve önemlidir, 1909 yılındaki yasaklara rağmen.
II. Erken Cumhuriyet Döneminde Ortak Örgütlenme
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde kurulmuş olan işçi örgütlerinin bir kısmı erken Cumhuriyet döneminde de varlığını sürdürmüş, 1924 yılında bir çatı örgütü olarak kurulan Amele Teali Cemiyeti’ne de üye olmuştur (Şark Şimendiferleri Müstahdemin Teavün Cemiyeti, Anadolu-Bağdat Şimendiferciler Cemiyeti gibi). Bu durum, İmparatorluk’tan Cumhuriyet yönetime geçerken işçi örgütlenmesinde köklü bir kopuş olmadığını, tersine bir süreklilik olduğunu göstermektedir. Böyle olduğu için de 1909 Tatil-i Eşgal Kanunu ve Cemiyetler Kanunu da örgütlenme alanını düzenleyen yasalar olarak yürürlülüklerini sürdürmüştür. Bu yasalardan kaynaklanan haklarını kullanan işçi, memur ve müstahdemler, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi ortak eylemlere gitmiş, grevler gerçekleştirmişlerdir. 19 Kasım 1923’te başlayan Şark Şimendiferleri grevi Şark Şimendiferleri Müstahdemin Teavün Cemiyeti tarafından çıkarılmış, işçi, memur ve müstahdeminin katılımı ile gerçekleşmişti. 11 Ağustos 1924’te kurulan memur ve işçilerce kurulan Şirket-i Hayriye Amele Cemiyeti’nin 1925 yılındaki grevi daha çok işçi ağırlıklı bir grev özelliği taşır, zira grev ortak bir grev olmaktan çok gemi işçilerinin grevi olarak başlamış ve sürmüştür. 1925 yılının bir diğer ortak gerçekleştirilen grevi Adana, samsun ve Erzurum’daki telsiz-telgraf memur ve işçileri grevidir. 1927 yılında Adana-Nusaybin demiryolu hattındaki grev dönemin son memur, müstahdemin ve işçinin ortak olarak gittikleri grevlerden biridir. Bu grevin özelliklerinden biri eyleme grevci işçilerin ailelerinin de katılmasıdır. Takrir-i Sükun kadar, izleyen yıllarda memurlara yönelik yapılan düzenlemeler ve sağlanan ayrıcalıklar da hem cemiyet, sendika şeklinde ortak örgütlenme hem de ortak eylemler üzerinde olumsuz etkide bulunur.
Cumhuriyet döneminin Osmanlı’dan farkı, memur sorununa önem vermesi ve özel bir yasa olarak memur hukukunu 788 sayılı Memurin kanunu ile 1926 yılında düzenlemesidir. Böylece memurlar ile ilgili genel statü rejimi almış ve rejimin tüm önemli konuları da yasa ile düzenlenmiştir. Kuşkusuz, Memurin Kanunu, memuru özel bir yurttaş sayıyor, bu nedenle de işçilerden farklı imtiyazlarla donatıyordu. Memura tanına hak ve ayrıcalıklar, bir önceki dönemden farklı olarak, doktrinde, sendikal örgütlenme ve grev hakkının da elinden alınmasının gerekçesi sayılıyordu. Oysa, Memurin Kanunu, sendika hakkına ilişkin ne bir yasaklama ne de bir düzenleme yapmıştır. Bunun yanı sıra, yasa, memurların dernek kurması ya da derneklere üye olmasıyla ilgili bir kural da içermemektedir. 1909 Cemiyetler Kanunu ve 1926 Medeni Kanunu’na göre memurlar dernek kurup, üye olabilirler. Ancak, yürürlükteki Tatil-i Eşgal Kanunu’nun 8. maddesi, kamu hizmetlerini yerine getiren kurumlardaki çalışanlara sendika yasağı getirdiğinden, 788 sayılı Memurin Kanunu kapsamındaki memurlar da bu yasak kapsamına girmiş oluyordu. Memurların sendika kurma ve üye olma yasağına, 1938 yılında Cemiyetler Kanunu’nda yapılan bir değişiklik ile 1964 yılına kadar dernek kurma ve üye olma yasağı da eklendi. Değişikliğe göre, “Devlet, hususi idareler ve belediyelerle devlete bağlı kurumlardan hizmet karşılığı maaş ve ücret alanlar, bulundukları işin sıfat ve mahiyeti ile cemiyet kuramazlar”. Böylece, 12. madde ile memur ve müstahdemlerin dernek kurmaları yasaklanmıştır. Kuşkusuz, bu düzenleme işçi, memur ve müstahdemlerin dernek şeklinde de olsa örgütlenmesini yasal olarak ortadan kaldırmıştır. 1938 yılında işçiler için de konulan cemiyet kurma yasağı 1946 yılında kaldırılmış, 1947 yılında da İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun ile işçilerin sendika kurmaları yasa ile düzenlenmiştir. Böylece, işçi, memur ve müstahdeminin sendika ya da cemiyet şeklinde ortak örgüt kurma olanakları ortadan kaldırılmıştır.
Yasaklar dönemine kadar memur ve işçiler dernek şeklinde de olsa örgütlenmelerini sürdürmeye çalışsalar da her geçen yıl bunun olanakları ortadan kalkmaya başlamıştır. Özellikle 1926 Memurin Kanunu ile memur ve müstahdemlere bazı ayrıcalıklar tanınması, ortak sınıf çıkarlarının temellerini de ortadan kaldırmıştır, memur ile işçi arasındaki “ideolojik” ayrılığın tohumlarını da ekmiştir. Buna CHP’nin 1927 yılı itibari ile tüm dernekleri kontrolü altına alma isteği ve bu temeldeki yaptırımları da eklendiğinde sürecin tersine dönmemesi için bir neden kalmamış gibidir. Kuşkusuz CHP’nin 1931 yılından itibaren başlayan işçi, memur ve esnaflara yönelik yaklaşımı da ortak örgütlenme üzerinde olumsuz etkide bulunmuştur. Erken Cumhuriyet döneminin İzmir’deki diğer ortak örgütlerinden olan ve 1923 yılında kurulmuş olan Emekçiler Derneği’nin adı 1932 yılında İzmir Sanayi İşçileri Birliği’ne dönüştürülmüş; Telefon Su ve Havagazı Şirketleri Memur ve Müstahdemleri, Tramvay Amelesi cemiyetleri de İmtiyazlı Şirketler Memur ve Müstahdemin Birliği adı altında birleştirilmiştir. Bu uygulamaların yanı sıra CHP’nin 1935 yılındaki 4. Büyük Kurultayı’nda “işçi ve esnafın örgütlenmesi”ni önüne hedef olarak koyması, ortak örgütlenmede işçi-esnaf örgütlenmesine yönelindiğinin bir işareti olarak kabul edilebilir. Nitekim, bu çabanın bir ürünü olarak pilot bölge seçilen İzmir’de CHP İşçi-Esnaf Birliği Genel Bürosu kurulmuş; 15’i işçi, 17’si esnaf derneğinden oluşan 32 dernekli CHP İzmir İşçi ve Esnaf Cemiyetleri Birliği kurulmuştur (ilk adı CHP İzmir İşçi ve Esnaf Kurumları Birliği idi). 1935 yılında 5.555’i esnaf, 23.869’u işçi olmak üzere 29.424 üyesi vardı, 1941 yılında üye sayısı 34.000’e ula