Hrant Dink’i vurdular. Kuskusuz pek çok analize, pek çok komplo teorisine konu olacak bu alçakça cinayet . Bu analizler ya da komplo teorileri dogru da olabilir. Ama bunun ne önemi var?! Sorun; Hrant Dink gibi Türk-Ermeni kardesligini, birlikte barış içinde yaşamı savunan Ermeni sorunu gibi mayınlarla dolu bir alanda bu kadar mutedil konuşmayı ısrarla sürdüren […]
Hrant Dink’i vurdular.
Kuskusuz pek çok analize, pek çok komplo teorisine konu olacak bu alçakça cinayet . Bu analizler ya da komplo teorileri dogru da olabilir. Ama bunun ne önemi var?!
Sorun; Hrant Dink gibi Türk-Ermeni kardesligini, birlikte barış içinde yaşamı savunan Ermeni sorunu gibi mayınlarla dolu bir alanda bu kadar mutedil konuşmayı ısrarla sürdüren bir aydının hedef tahtasına çakılmasıdır. Türk Devletinin olağan mekanizmaları (evet, derin falan değil olağan mekanizmaları) ve onlara hizmet eden sivil-fasist şebekeler bırakın aykırı tezlari savunmayı 1915’in konuşulmasına dahi tahammülleri olmadıgını göstermek için Hrant Dink’i hedefe koydular. Ve böylelikle bu katili azmettirmis oldular.
Azmettirmekten sadece Hrant Dink’in şahsının hedef alındığı kampanyaları ya da ırkçı muhakemeleri anlamamalıyız. Trabzon’da 3 TAYAD’lı gencin üzerinde onlarca faşist tepinirken sessiz kalan hatta bunu kışkırtan mekanizmayı, Sakarya’da izinli afişleri duvarlara asan gençleri linç etmeye çabalayanları harekete geçiren toplumsal iklimi yaratanları, Bozüyük’te Gemlik’ten dönen Kürt’leri kıstırıp linç edilmek üzere halkı kışkırtan mekanizmayi da anlamalıyız. Diyarbakir’da çocukları hunharca katledenleri de.
Bu ülkenin egemenleri bu ülkeyi yönetenler, bu güzel ülkeyi hızla yasanılmaz bir cehennem haline getiriyorlar. Bunu gözlerimizin önünde göstere göstere yapıyorlar. Bakın şimdi de bir baska savas senaryosu önümüzde duruyor: “1000 yıllık Türkmen sehri Kerkük’ü kurtarma savaşı.”
Yıllardır Kürt Halkına karsı sürdürülen kirli imha savası toplumumuzu gözü dönmüs bir askeri garnizona çevirdi. Hrant bu garnizonda kendi deyimiyle “ürkek bir güvercin gibi” dolaşıyordu. Bu savaşı yürütenler hala Kürt kimligini, Kürt kültürünü, Kürtlerin tarihi-iktisadi gerçekligini anlamak için milim adım atmadıkları gibi şimdi de güneyimizdeki Kürt gerçeğine diş gösteriyorlar. Bir halkın varlığının hiç bir dışavurumunu tanımayıp sürekli onu bastırmaya çalışmak o halkı bir halk olarak imha etmeye çalışmak değildir de nedir? Zaten en liberalleri bile “Kürtlerin bireysel hakları olabilir ama kollektif haklari olamaz” demiyor mu? Yani “tek tek Kürt olabilirsiniz ama Kürt halki olamazsınız”: İşte budur imha zihniyeti.
Bu ülkeyi yeniden yaşanılır bir ülke haline getirmek istiyorsak önce Kürtlerle kardeslesmek zorundayiz. Kürtlerden özür dilemek ve bu güne degin onlara yapilan fenalıklar için onların omzunda onlarla birlikte ağlamak zorundayız. Bu ülkeyi bir garnizon olmaktan çikarmak istiyorsak tam da buradan başlamalıyız. Biliyorum kimilerimiz Kürt sorununun Türkiye’nin temel sorunu olmadigini düşünüyor. Ama inanın arkadaşlar, biz bu sorunu halkların eşitliği ve kardeşliği temelinde çözmedikçe bu ülke, 80 bin camisinin minarelerinden her gün 5 kez söylenen ne felaha, ne salaha asla kavuşamayacak; ve hatta biz de hiç bir sorunumuzu demokratik barışçıl bir diyalog ortamında konuşamayacağız, tartışamayacağız.
Dünün hesabını soramazsak 90 yıl öncesinin hesabına da ortak olmaz mıyız?!
Ve artık bu garnizonda ürkek güvercinleri de vurmaya başladılar. Bizi de vurabilirler demiyorum, çünkü söylememe gerek yok. Hepimiz biliyoruz vurabilirler. Çünkü zaten vurmuşlardı, zaten vuruyorlardı, zaten de bu ülke artık bir askeri garnizona döndü. Burada yaşayanların gönül gözü hepten kapandı.
Toplumumuzu 26 yılda bir savaş garnizonu haline getirenlerin Hrant’ın ardından döktükleri/dökecekleri timsah gözyaşları kandırmasın bizi. Yedikleri haltların içinden çıkılmaz hale gelebilecegini görmenin tedirginligi var o gözlerde. O gözyaşları Hrant için değil.
Sadece yoksulluktan gelen bir entellektüel, özverili ve özgür düşünceli bir gazeteci oldugu için, ya da sadece namuslu bir aydın olduğu için degil, 1915’te çekilen acıları, o acıları yaşatanların torunlarının dahi bigane kalamayacağı bir insan sesiyle anlattigi için de değil. Asıl olarak bu ülkede son dönemde en zor olanı yaptığı için ona borçluyuz: “Halkların kardeşliğine inanmak ve bunu her türlü baskı ve tehdide rağmen yüksek sesle ifade etmek.”
Ben bu borcun bir bölümünü ödemek ve Ermenilerle Türkler arasında yeniden kardeşlik duygularini hakim kılmak adına kendi önerilerimizi yüksek sesle ifade etmenin zamanının çoktan geldiğine hatta geçtigine inanıyorum: Türkler de Ermeniler de bu ülkenin devrimci/sosyalist/demokrat ya da solcularının (kendimizi her nasıl adlandırıyorsak) Ermeni meselesini ulusal önyargılardan uzak bir biçimde konuşmaya, tartışmaya hazır oldugunu ögrenmeliler. Dolayısıyla artık “meselenin tarafları (başta Türk ve Ermeni devletleri olmak üzere), meseleyi beraberce meşru gördükleri bir uluslararasi mahkemeye veya/hatta birlikte üye oldukları bir uluslararası kuruluşa götürsünler, tartışmalar o mahkeme/kuruluş önünde yapılsın ve mesele orada karara baglansın. Herkes kararlarınn sonuçlarına katlansın bu sayede de mesele iki halk arasinda uzayıp giden bir husumet alanı olmaktan çıksın” türü önerileri yüksek sesle dile getirmeliyiz.
Bizler ne 1915’teki Ermeni kırımının ne de bir gün önce komşuluk ettikleri Ermenilerin mallarına bir gün sonra el koyanların ortağıyız. Ve biz ne Kerkük için, ne Türk Devleti’nin bekası için ne de ‘Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü’ için bir başka olası katliama ortak olmayacağız.
Biliyorum bu gün bunları söylemek Hrant’ı bize geri getirmeyecek, ama tüm yüreğimle inanıyorum ki anısı önünde saygıyla eğilmenin gerçek yolu buralardan geçiyor…