Atmacayı vurdular Bir avuç kanı için gel gidelim sevdalık bubanın canı için Adını sıkça faşist provokasyonlarla duymaya alışmaya başladığımız Trabzon’un bir türküsü böyle diyor. “Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmazlar” diyordu Hrant Dink de üstelik hiç istemese de ara ara gitmekten de bahsediyordu “sevdalık”ına… Bu ülkenin halkı, vurulan bir atmacayla hüzünlenip türkü yapar. Eminönü’nde hiç de […]
Atmacayı vurdular
Bir avuç kanı için
gel gidelim sevdalık
bubanın canı için
Adını sıkça faşist provokasyonlarla duymaya alışmaya başladığımız Trabzon’un bir türküsü böyle diyor. “Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmazlar” diyordu Hrant Dink de üstelik hiç istemese de ara ara gitmekten de bahsediyordu “sevdalık”ına…
Bu ülkenin halkı, vurulan bir atmacayla hüzünlenip türkü yapar. Eminönü’nde hiç de gereği yokken yem satan teyzeye para verip güvercinleri besler. Üstelik yetimhanede büyümüş bir çocuğa, hele ki bir güvercin kadar tedirginse dokunmazlar bu ülke de. Bu ülkede televizyonlar, bakanlar, başbakanlar, “asker”ler, kardeş kavgasını körüklerken, yoksul hanelerden en çok “insan olsun, önemli olan o” lafları yükselir. 1900’lerin başlarını görmüş hiçbir “dede” inkar etmez Ermeni soykırımını, ama devlet, akla ve halen yaşayan bu tarihe meydan okur. Kendi halinde bir güvercini alıp, önce memleketin en büyük haini ilan eder. Sonra katillerin önüne atar.
Hani bilindik bir film hilesi vardır. Araba durur da arkasındaki görüntü hareket eder. İzleyici neyin ne olduğunu bilir ama film öyle sürükleyicidir ki inanmak ister arabanın gerçekten ilerlediğine. Tam da böylesi bir filmde ağır aksak “ilerliyorduk” Avrupa Birliği yolunda demokrasiye doğru. Fonlarla köşeyi dönmek de vardı bu yolda, gerçeklerin altını eşeleyip faşist çetelerin önüne plaza korumasından mahrum çıkmak da… Öyle kapkara biçimsiz bir güvercin olmak da vardı, paçasından riya dökülen soylu bir taklacı olmak da. Hrant’ın en büyük günahı da elbette güvercin olması değil, taklacı bir güvercin olamamasıydı. Büyük medya plazaların korunaklı duvarları arasında Avrupa Birliği satmak yerine bozulmuş bir kardeşliğin kökündeki irini akıtmaya çalışmasındaydı.
Zaten vurulup yere düştüğü anda ortaya çıkmadı mı Hrant’ın en büyük günahı. Olay yeri inceleme ekipleri boş kovanlarla uğraşadursun, televizyon başında milyonlar gördü cinayetin en önemli nedenini. Bir ayakkabıydı kanıt. Üstelik kötü bir şaka gibi maktulün sol ayağında öylece duruyordu, Hrant’ın altı delik ayakkabısı. Bu ülkede güvercinlere dokunmazlar evet, ama hem kara hem de pabuçları delik bir güvercinsen, güvercinden dahi sayılmazsın.
Oysa devlet erkanımız tam tersini söyledi. “Ermeni diasporası” dedi, “ABD’deki soykırım yasa tasarısı” dedi, “öncesi manidardır” dedi. Özetle “bu işten kim kazançlı çıktıysa o yapmıştır” diyordu. Kim olabilirdi bu işten kazançlı çıkan. Bir düşünelim, Maraş Katliamı’ndan misal kim kazançlı çıkmıştı, yahut Sivas’tan. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Bedri Karafakioğlu ve nicesinden… Kim kazançlı çıkmıştı tüm bu katliamlardan ve cinayetlerden. Hükümetin ve Genelkurmay’ın açıklamalarında itiraf gibi bir şeyler var gibiydi. “18-19 yaşlarında bir genç dört el ateş etti Hrant Dİnk’in kafasına” diyorlardı. Peki bu açıklamayı yapanlar: hükümetiyle, muhalefetiyle, genelkurmayıyla, ulusalcısıyla, islamcısıyla; siz bu ülkeyi yönetenler, siz kaç el ateş etmiştiniz Hrant’ın kafasının içinden geçen kardeşlik fikrine?
“Bu davayı kazanamazsam ülkeyi terk ederim” diyordu Hrant. Gitmek istemediğini de ekliyordu sonuna. İlk duyduğunda birçok kişi kolay yolu tercih etmeye meyletmekle suçlamıştı muhtemelen onu. Neydi ki onun davası; halkların kardeşliği değil miydi? Bir ulusun diğerinden daha üstün yada aşağılık olmadığının kavgası değil miydi? Öyleydi. Ve biz bu ülkenin atmacasına türkü yakanlar ve “önce insan olsun diyenler” ve bu ülkeden gitmek istemeyenler. Bu sözleri daha iyi anlıyoruz bugün. Bu ülkede kardeşçe yaşamaktan başka bir yol yok. Bunun kavgasını vermekten, bu davayı kazanmaktan başka bir yolumuz yok.
İçinde halkın olmadığı, halkın çözümünün olmadığı her yol kardeş kavgasına çıkıyor. Ve yıllardır bu ülkede hiçbir şey iyiye gitmiyor. Ve hala birileri çıkıp televizyonlarda Türkiye’nin imajından bahsediyor. Gözlerinde zerre kadar hüzün yok. Hüzünlenmek için ABD’den emir bekliyorlar. Ölü evindeki alacaklı gibi gözlerimizin içine bakıyorlar. “Borcunuz daha bitmedi ödemeye devam edeceksiniz” dercesine. “Daha yıllarca Kürtlere düşman olacak”, “Ermenilere daha çok zulüm edeceksiniz” diye. “Mevcudiyetimizin yegane temeli size aşılayacağımız bu düşmanlık genleridir” diye.
Hrant Dink’i vurdular. “Bir avuç kanı için” değil üstelik. Türk’ün Ermeni’ye dost olmasından korktukları için vurdular. Bu kardeşlik öyle beter bir şeydir çünkü, arkası geliverir. Türk Kürt’e dost oluverir, Sunni Alevi’ye. Bizim kökü derinlerde devletimiz düşmanlığın yetişmediği bir coğrafyada susuz kalmasın diye, Hrant Dink’i vurdular.
Evet doğrudur. Bu ülke de güvercinlere dokunmazlar. Bu ülkenin türkülerini yapanlar, alıcı kuşlara dahi kıyamazlar. Ama bu ülkenin türkülerini yapanlar kanunlarını yapmıyorlar henüz. O yüzden ne türkülerdeki gibi ne yoksul hanelerin “insan olsun” sohbetlerinde olduğu gibi yaşanmıyor bu ülkede. Düşmanlık dumanıyla zehirleniyoruz ve ciğerlerimiz bu düşmanlıkla doluyor her nefes alışımızda.
Güvercinimizi vurdular. Ve şimdi içimizdeki güvercin de onunla birlikte uyuyor. Peki “çağırsak uyanır mı?” o güvercin. Hrant için çok geç belki. Ama bu ülke için değil. Üstelik bizim güvercinimiz AB güvercinleri gibi taklacı değil tam da Rıfat Ilgaz’ın söylediği gibi dövüşken olmalı…
Barış taklaları süzülmeler
Gagalarda zeytin dalı
Perendeler maviliklerde
Tüm gösteriler resimlerde kalmalı
Güvercin dediğin uyanık olmalı
Tüyler duman duman öfkeden
Yanıp tutuşmalı gözbebekleri
Sevgiden tıpır tıpır bir yürek
Özgürlüğünce dövüşken
(Rıfat Ilgaz – Güvercinim Uyur mu?)