Sermayenin emeğe karşı sürdürdüğü çok yönlü saldırılar ancak tepeden tırnağa yenilenmiş bir sendikal örgütlenmeyle bertaraf edilebilir. Oysa bugün sendikalarda yaşanan tıkanıklığın bir krize dönüştüğü herkes tarafından görülmektedir. Bu koşullarda yapılacak bir program kurultayı güçlü bir yenilenme motivasyonu ve gerçekten yeni dinamiklerin ortaya çıkmasıyla birlikte yapıldığı takdirde son derece anlamlı sonuçlar yaratabilir. Eğitim Sen’in program kurultayı […]
Sermayenin emeğe karşı sürdürdüğü çok yönlü saldırılar ancak tepeden tırnağa yenilenmiş bir sendikal örgütlenmeyle bertaraf edilebilir. Oysa bugün sendikalarda yaşanan tıkanıklığın bir krize dönüştüğü herkes tarafından görülmektedir. Bu koşullarda yapılacak bir program kurultayı güçlü bir yenilenme motivasyonu ve gerçekten yeni dinamiklerin ortaya çıkmasıyla birlikte yapıldığı takdirde son derece anlamlı sonuçlar yaratabilir. Eğitim Sen’in program kurultayı bu açıdan önemli bir girişim olabilecekken; bugün ortaya çıkan sonuç, böylesi bir yaklaşımın ürünü değildir.
Program ve kurultayının hedefi eğitim emekçilerinin sadece “kendi sorunlarını” tartışmak değil; başta eğitim ve kamu emekçileri olmak üzere bir bütün olarak emek hareketinin bu günkü ihtiyaçlarını karşılayacak bir bakış açısının üretilmesi olmalıydı. Bu bakış açısının odağında, egemen sınıfların temel hizmetlerin piyasalaştırılması anlayışının karşısına emekçi sınıfların temel hizmetlerin kamulaştırılmasına dayalı alternatifini somut bir güç haline getirmek bulunmalıdır. Sendikamız, bu kavgayı egemen sınıflarla halk arasındaki politik iktidar kavgasının somut ifade alanlarından biri olarak ele almalıydı.
Eğitim Sen program kurultayını kendi taleplerinin ve mücadele hedeflerinin yeniden belirlendiği; bu hedeflere ulaşmak için eğitim emekçileriyle, kamu çalışanları hareketinin diğer unsurlarıyla, işçi sınıfıyla ve halkla kurulacak ilişkilerin içeriğinin ve biçiminin yeniden kavramlaştırıldığı, kurumlaştırıldığı bir içerikle ele almalıydı. Yeni bir program ve bunun üzerine taçlandırılacak yeni bir tüzük, ancak neo-liberal saldırıya karşı topyekün bir mücadele ve örgütlenmenin yolunu açtığı ölçüde etkili bir silah olabilecekti.
Program kurultayına sendikal hareketimizin yaşadığı olumsuzlukları aşabilmemizin önemli araçlardan birisi olarak yaklaşmak gerekirdi. Bu bağlamda program kurultayı örgütümüzün içerdiği bütün dinamizmin bu hedef doğrultusunda seferber edebilmeliydi. Program kurultayının örgütlenmesi ve geliştirilmesi süreci bu bakımdan özel olarak ele alınmalıydı. Mevcut genel kurul prosedürü ve delegasyon alışkanlıkları örgütümüzün olanca dinamizmini bu sürece taşımak için yeterli olamayacağı bilinciyle hareket edilmeliydi. Örgütün bütün kademelerinin ve aktif kitlesinin önceleri bölgesel ölçeklerde bir araya getirildiği katılıma açık ve dinamik tartışma ortamlarının bu sürecin temel gelişme platformları haline getirilmesi bir zorunluluk olarak görülmeliydi. Örgütümüzün bütün kitlesi kurultay başlamadan önce, kurultay’da karşı karşıya gelecek farklı bakış açılarını program önerileri etrafındaki tartışmaları yaşamış ve yön tayini yapmış ve bunları tüzükle kurumsallaştırmış, uygulanabilir mekanizmalar haline dönüştürebilmeyi sürecin ana omurgası olarak kurgulamalıydı.
Eğitim Sen yönetimini oluşturan genel merkez yöneticileri bu tartışmalardan başından beri kaçmaya çalışmışlardır. Dahası bu konuda yapılan bütün önerilere kulak tıkamışlar süreci kazasız belasız atlatarak statükolarını sürdürmeyi tercih etmişlerdir. Önceden tarihi ilan edilen program ve tüzük kurultayının tarihi ileri atılarak tüzük kurultayının çıkarılarak tartışılacak konular ‘yeniden’ belirlenerek sadece program kurultayı haline dönüştürülmüştür. Genel merkezin bu konuda şubelere gönderdiği yazıda bir taraftan en geniş katılımın sağlanması gerektiği belirtilirken yine aynı yazıda şube komisyonlarında yer alacak kişilerin sayılarının sınırlandırılması gibi ‘abukluklar’ görüldü. Program kurultayının işleyişine dönük hazırlanan yönetmeliğin kendisi ise örgütün demokratik katılımcılık, açısından tam bir “statükoculuk klasiği” niteliğindeydi.
Eğitim Sen Genel Merkez yönetiminin kurultaya verdikleri “önemin” bir göstergesi olarak genel merkez yönetiminin program kurultayı ile ilgili gönderdiği bu yönetmelik tüm kitlede tam bir şaşkınlık yarattı. Bu yönetmelikle Eğitim Sen genel merkez yönetimi açıkçası neye hizmet etmekte, neyi hedeflemekte olduğu akli selim kişilerin anladığı cinsten olmadığı açıkça görülmekteydi. Demokratik katılım açısından ibretlik bir belge niteliğinde olan bu yönetmelik her türlü sınırlandırmayı ve statükoculuğu içeriyordu. Oysa bugün asıl reddedilmesi gereken bu verili mekanizmalarla kendimizi tamamen sınırlama fikridir. Aksine mümkün olan en geniş hareketli dinamiklerin katılımı teşvik edilerek, sendikanın hapsolduğu kısır döngünün kırılmasına dönük arayışlar teşvik edilmeliydi.
Yine bu yönetmelikte önceden hazırlanan konu başlıkları daha da azaltılmış, kurultaya katılacak delegelerin oluşumu, sayısı ise tümüyle daraltılmıştı. Bu konu da önceden yazılan, konuşulan bütün görüş ve öneriler yok sayılmış, yine önceden belirtilen konu başlıkları doğrultusunda oluşturulan komisyonların çalışmaları yok sayılmıştır.
Gerek kurultayın kurgulanışı gerekse de katılım yönündeki anti demokratiklik program kurultayının temel açmazlarını oluşturmaktayken, Devrimci Öğretmenlerin sorumluluk anlayışı ve sendikal sürece hep pozitif olarak sunduğu eleştirilerini bu kez de devam ettirdi. Kurultayın kurgusundaki eksikliğin giderilmesi ve içeriğin zenginleştirilmesine dönük ‘ kurultayın bir gün uzatılması, bugünün de eğitim alanın farklı statülerde çalıştırılan diğer eğitim emekçileri ile alanın diğer bileşenlerinin (sözleşmeli, ücretli, vekil, dershane öğretmeni, veli-öğrenci vd) Eğitim Sen Genel Merkez yönetimlerini oluşturan siyasal dinamiklerin dışında kalan siyasal dinamiklerin ve merkez yönetiminin de içinde olduğu bir katılımla program kurultayı bütünselliği içinde yapılması’ önerisi her zaman yapıldığı üzere başından itibaren reddetme kurgusu üzerinden ele alındı ve kabul edilmedi.
Eğitim Sen genel merkez yönetimindeki tüm bileşenlerin tabanında ve ileri düzeydeki kadrolarının da MYK’nın kurultaya bakışı, katılımı olabildiğince daraltan yaklaşımını anlamakta ve açıklamakta çektikleri güçlük, gözlerden uzak değildir. Bu bağlamda Eğitim Sen MYK’sının 20 delegeyi genel merkez yönetiminde temsil edilmeyen siyasal yoğunluklara ‘taksim etmek istemesi’ durumu kendi tabanlarına dahi kabul ettirmelerindeki güçlüklere dayanmaktadır. Çeşitli siyasal yoğunlukların bu durumu kabullenmeye dönük aşırı faydacı yaklaşımlarının da tarihe bir not olarak düşülmesinin gereği ortadadır. Küçük hesaplarla davranmanın, büyük düşünmemenin ve faydacı tutumların sonucunda, çok daha güçlü çıkabilecek bir taban tepkisinin törpülendiği açıktır.
Bizler Devrimci Öğretmenler eğitim emekçilerinin mücadele anlayışına, ilkelerine ve tarihsel mirasına uygun olmayan bu durumu baştan itibaren eleştirdik, bundan sonra da eleştireceğiz. Kurultayın bu haliyle alınmış bir kararın zorunlu olarak uygulanmasından başka bir anlam taşımadığı, esas olarak statükoculuğu devam ettiren, hatta daha ağırlaştıran şekilde gerçekleşeceği ayan beyan ortadadır. Bu süreçte Devrimci Öğretmenlerin sundukları bütün önerilere kulak tıkanmış, gelinen noktada, bu haliyle gerçekleştirilecek bir program kurultayının, bilinenlerin söylenip, birkaç da kulaktan dolma “yeni” önerinin dile getirileceği; kısa bir süre sonra da her şeyin unutulup, “eski durumun da gerisine” düşüleceğine dair endişemizde haklı çıkacağımızın kanıtları fazlasıyla mevcuttur.
Kurultay fikrinin, genel merkez açısından “fazla büyütülmemesi gereken” teknik bir adıma ind
irgenmesi eğiliminin ağır bastığı bu süreçte bir kez daha yönetimin tabanın dinamizmini ortaya çıkartıcı bir tutum yerine, bunu sınırlandırıcı bir tutuma yönelmesi, bir kez daha sendika kitlesi içinde “yönetici elitin kendi statükosunu koruma refleksi” ile birlikte tarihteki yerini almıştır. Unutmayalım ki bu sendikanın tarihi Muallim-i Encümenden TÖS, TÖB-DER, Eğit Sen, Eğitim İş’e (eski) kadar bedellerle doludur, bu bedeller koltukların sıcaklığı, plazaların şatafatı değil, toprağa düşenlerin kanları ve canlarıdır ve ödenen bedellerdir. Biz Devrimci Öğretmenler olarak bu sendikanın gerçek sahiplerinin meçhul eğitim emekçileri olarak birer sıra neferiyiz. Ancak mütevazılığimiz bir geriye duruş değil kararlılığımızın ve örgütsel sorumluluğumuzun bir gereğidir. Tarih bu sendikanın sahipsiz kalmayacağını kanıtlayacaktır.