2003’te Bağdat’taki Firdevs Meydan’ındaki Saddam Hüseyin’in heykeline ilmeği Amerikalı askerler atmıştı. Bu kez İşgal yönetiminin desteğindeki Iraklılar, Iraklı Şiiler idam etti onu. Baas iktidarı sadece Duceyl’de değil 1987-88 yılları arasında Kürtlere yönelik Anfal Harekatı ve Halepçe katliamında da insanlık suçu işledi. Saddam Hüseyin’in bu suçlara katkısı büyük. Ancak, bu suçlar işlenirken suskun kalanlar; İran’a karşı […]
2003’te Bağdat’taki Firdevs Meydan’ındaki Saddam Hüseyin’in heykeline ilmeği Amerikalı askerler atmıştı. Bu kez İşgal yönetiminin desteğindeki Iraklılar, Iraklı Şiiler idam etti onu. Baas iktidarı sadece Duceyl’de değil 1987-88 yılları arasında Kürtlere yönelik Anfal Harekatı ve Halepçe katliamında da insanlık suçu işledi. Saddam Hüseyin’in bu suçlara katkısı büyük. Ancak, bu suçlar işlenirken suskun kalanlar; İran’a karşı kullanılmak üzere kimyasal silahların alt yapısı, teknoloji ve bilgisini sağlayanlar ve bu silahlar Halepçe’nin masumlarını öldürülmesine katkıda bulunan Batılı şirket ve ülkeler de suçlara ortaklık ettiler. Bunların belgeleri de yayınlanacaktır. Hatta İran-lrak savaşında Saddam Hüseyin’le el sıkışan Donald Rumsfeld gibi isimler, diktatörü destekleyip her türlü silahı temin edenler şu anda “işgalci” ve “sahte adalet” dağıtıcısı konumundalar. Suç toplu işlendi.
Saddam Hüseyin’in idamı ile zamanında acı çekmiş, ezilmiş, öldürülmüş binlerce insanın vicdanı biraz olsun rahatlayacak. Ancak bu karar, hukuki olmaktan çok siyasi bir karardır. Sembolik ve psikolojik açıdan önemlidir.
Nasıl Bir Mahkeme?
Saddam Hüseyin’in yargılanma şekli ve mahkemenin yapısı başından beri eleştiri konusu oldu. Eski diktatörün uluslar arası bir mahkemede, uluslar arası yargıçlar tarafından yargılanması gerektiğini savunanlar kadar, bu yargılamanın Irak sınırları dışında yapılması gerektiğini söyleyenler de vardı. Çünkü devrik lider devlet başkanı ve silahlı kuvvetlerin başkanı olduğu için Cenevre Sözleşmesi gereği işgalci kuvvetlerin oluşturacağı bir mahkemede ya da uluslararası bir mahkemede yargılanabilirdi. Bu yüzden bazı hukukçular açısından uluslararası kurallara göre yargılamanın hukuken kabulü zor. Ancak, uluslararası hukuk ve siyasetin nasıl işlediğini düşünecek olursak bu tezler çok naif kalabilir. Sadece mahkeme yapısı değil mahkeme süresince avukatların savunmak haklarının engellenmesi, öldürülmesi, davadan çekilmeye zorlanmaları, mahkemenin neden Irak’ta yapılmasının yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. Dava süresince, ilk yargıç istifa etmiş, ikincisi Baas Partisi üyesi olduğu gerekçesiyle engellenmiş sonunda ailesi Halepçe’de öldürülmüş Iraklı Kürt bir yargıç mahkemeyi devam ettirmişti.
Bu yüzden Washington yönetiminin “Irak’ta adaletin bağımsız olduğu” yönündeki açıklaması inandırıcı olmaktan uzaktır. Devlet başkanı, başbakanı, meclisi ve ordusu ABD yönetiminin inisiyatifi dışında tek bir adım atamazken, mahkemelerin, hem de Saddam Hüseyin davasında bağımsız olmasını beklemek mümkün değildir. Hatta, Saddam Hüseyin, yargılanma sürecinde ABD’nin istediği biçimde işbirliğine gitmiş olsaydı (Direnişin durdurun çağırışı yapsaydı, işgal yönetimi ile işbirliğine gitseydi) durum değişir; “bağımsız” olduğu iddia edilen mahkeme farklı bir karar verebilirdi.
Tüm bunlar Saddam Hüseyin’in suçsuz olduğu anlamına gelmez tabii ki. Ancak mahkemenin inandırıcılığı, usul açısından yasallığı yıllarca tartışılacaktır.
İşgalin Tek “Başarısı!”
2003 yılında Saddam Hüseyin yakalandığında “zafer çığlıkları” atılmış ve direnişin son bulacağı açıklanmıştı. Şimdi de Saddam Hüseyin’in idam edilmesiyle Irak’taki direnişçilerin umutlarının zayıflayacağı iddia ediliyor. Ancak durum pek öyle olacak gibi görmüyor. Çünkü Irak’taki durum, ismini ister direniş ister terör olarak koyalım, Saddam Hüseyin’i aşmış durumda. Boğazına kadar işgal batağına gömülmüş ABD ve Irak yönetimi Saddam Hüseyin’in idam edilmesiyle direnişin hız kesmesini umuyor. Saddam Hüseyin yakalandığında ya da El Kaide’nin Irak sorumlusu Ebu Mu-sab el Zarkavi öldürüldüğünde direniş ya da El Kaide terörünün sona ereceğini düşünen Iraklı gruplar ve Amerikalılar zaman içinde durumun daha da kötüye gittiğini görmüşlerdir. Bu kez de aynı filminin tekrarlanması olasılık dahilindedir. Saddam Hüseyin’in idam edilmesi ile doğrudan Baas ve Sünni direnişini etkilemeyecektir. Direnişle baş edemeyen işgal yönetimi Baas Partisi’nin, Sünni-lerin, hatta direniş gruplarının siyasi alana katılması için el altından görüşmeler yaptığı bir ortamda Saddam Hüseyin’in idam edilmesi “intikam” almak ve işgale haklı “gerekçe” bulmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
İdam sadece bu Sünni gruplar üzerinde olumsuz psikolojik bir hava yaratacak ancak bu hava bir süre sonra dağılacaktır. Üstüne üstlük, Saddam Hüseyin’in Ducely aceleyle idam edilmesi zaten yaşanmakta olan iç savaşı daha da derinleştirecek ve Sünnilerin tepkisiyle binlerce insanın hayatına mal olacak saldırılara neden olacaktır.
Daha Kanlı Bir Süreç Başlıyor
İdamla yüzlerce yıllık iktidarlarını kaybeden Sünnilerin psikolojik olarak bir darbe daha almaları hedeflenmektedir. Saddam Hüseyin’in işlediği suçlardan dolayı yargılanması ve idam dışında en ağır cezaya çarptırılması kadar normal bir durum olmaz. Ancak, ABD, Iraklı Şiiler ve Kürtler açısından ise ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bir Saddam Hüseyin’in varlığı her zaman için tehlike olarak görülmekteydi. Özellikle mahkeme sürecinde, Sünnilerin “gururunu” okşaması, “Araplığı” öne çıkarması, mahkemeye heyetine “kafa tutması” sadece Irak’ta değil bölgedeki Sünniler açısından Saddam Hüseyin hanesine yazılan artılar olmuştur. ABD, Avrupa Birliği ve Uluslar arası Af Örgütü gibi örgütlerin araya girerek idam cezasını durdurmaya çalışması, Avrupa ülkelerinin ilkesel olarak idama karşı olduğu yönündeki baskılarla karşılaşmamak için infaz hemen gerçekleştirdi. İdam cezasına karşı olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Talabani, yasal bir boşluktan yararlanarak karara imza bile koymadı. Üstelik Iraklı Kürtlerin katledildiği Enfal davasından yargılanmasına bile gerek görülmedi. Saddam Hüseyin gibi bir kanlı diktatörün öldürülmesi ileriki yıllara taşınacak etnik ve mezhepsel nefret tohumlarının ekilmesinden öte bir anlam taşımayacak, Ortadoğu’da alışkın olduğumuz “efsanelere” bir yenisi daha eklenecektir. Bu yüzden Saddam Hüseyin’in idam edilmesi Şii-Sünni çatışmasını körüklemekten, Irak’ı daha kanlı bir ülke haline getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Sünniler idamdan Şiileri sorumlu tutacak, bu suçlama Irak’la sınırlı kalmayarak tüm bölgede Sünni-Şii düşmanlığına yönelecektir. Sünniler ile Şiiler arasında içten içe bir “intikam” meselesi haline gelecek mezhep çatışmalar önümüzdeki yıllara taşınacaktır. Bu yüzden Saddam Hüseyin’in ölüsünün dirisinden daha tehlikeli olma ihtimali sürpriz sayılmamalı.
Saddam Hüseyin sonrası Irak’ta onlarca Saddam ortaya çıktı. Bu yüzden Irak’ın bugün içinde bulunduğu durum, küçük “Saddamcıklar”ın yeni katliam ve dikta anlayışları için gayet uygundur. ABD ise içinden çıkamadığı ve hesapladığı hiçbir şeyi gerçekleştiremediği Irak’ta “başarı” olarak sadece Saddam Hüseyin’in idamını gösterecektir; ardından enkaz halinde ve kanlı bir ülke bırakarak.