Geçen hafta sonu, 1-2 Aralık tarihlerinde Türk Sosyal Bilimler Derneği (TSBD) “Genel Teoriden 70 Yıl Sonra” başlığı altında uluslararası bir sempozyum düzenledi. John M. Keynes ve Keynes’ten sonra geliştirilen makro iktisat kuramlarını tartışmak üzere Tükiye’den ve yurtdışından çok sayıda akademisyen Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir araya geldi. Geçen yüzyılın önemli bir bölümüne damgasını vurmuş olan […]
Geçen hafta sonu, 1-2 Aralık tarihlerinde Türk Sosyal Bilimler Derneği (TSBD) “Genel Teoriden 70 Yıl Sonra” başlığı altında uluslararası bir sempozyum düzenledi. John M. Keynes ve Keynes’ten sonra geliştirilen makro iktisat kuramlarını tartışmak üzere Tükiye’den ve yurtdışından çok sayıda akademisyen Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir araya geldi.
Geçen yüzyılın önemli bir bölümüne damgasını vurmuş olan Keynesgil makro kuramın, neoliberal küreselleşme ideolojisinin ve “sürekli-istikrar” , “sürekli-yapısal reform” reçetelerinin iflas ettiği bir noktada, TSBD çatısı altında gündeme getirilmesi kuşkusuz ülkemiz iktisat yazınına son derece önemli bir katkıyı içermekteydi.
***
Keynesgil makro iktisat kuramının temeli, Keynes’in 1930’lı yılların buhranını da göz önüne alarak geliştirdiği “talep tarafından belirlenen denge” kavramına dayanır. Keynesgil iktisadın en önemli ayırt edici özelliği, “kapitalist bir piyasa ekonomisinin, tam istihdama kavuşmadan da denge içinde olabileceği” önermesidir. Yani kapitalist bir ekonomi, tam istihdama ulaşmadan, işsizliğin süregeldiği bir ortamda da dengede olabilir ve söz konusu dengeyi değiştirip, tam istihdamın yaratılabildiği yeni bir düzeye taşımak için de devletin aktif para ve maliye politikalarına gereksinim duyulmaktadır.
Keynesgil görüşe göre, devlet aktif iktisat politikalarıyla gerekli talep düzeyini yaratmalı ve ekonomiyi tam istihdam dengesinde tutacak önlemleri almalıdır. Zira, piyasa ekonomisi kendi başına bırakıldığı takdirde, tam istihdam düzeyini sağlayamayabilir.
Tam istihdamı açık bir hedef olarak gözeten ve devleti gerektiğinde hem yatırımcı, hem de üretici olarak görevlendiren Keynesgil politikalar altında kapitalizm 2. Dünya Savaşı sonrasının konjonktürü altında “altın çağ” ını yaşadı. Sanayileşmiş ülkelerde “sosyal devlet” ilkesi, azgelişmiş ülkelerde de “kalkınmacı” politikalar, 1970’li yıllara kadar dünyada göreceli bir refah ve gelişmişlik sundu. Ancak, yoğunlaşan rekabet altında, kapitalizmin nesnel çelişkileri işlemekteydi. Teknolojik yoğunlaşmaya bağlı olarak kâr oranlarının azalması sonucunda 1970’li yıllarda artık Keynesgil talep arttırıcı politikaların izlenmesinin maddi koşulları ortadan kalkmaktaydı. Başını, geçen ay içinde hayata gözlerini yuman Milton Friedman ‘ın çektiği parasalcı okulun öğretileri iktisat akademisi içinde hızla taraftar buldu ve Keynesgil iktisat neredeyse ders kitaplarından çıkartılır hale geldi. Sermaye, Keynesgil politikalar altında kaybettiği yılların rövanşını almak arzusundaydı.
Friedman’ın “parasalcı” iktisat öğretisine göre “enflasyon her zaman ve her yerde parasal” bir meseledir. Kapitalist bir ekonomide işsizlik piyasanın kendi içsel dinamikleriyle ortadan kalkacaktır. Bu dengeye dışarıdan müdahalede bulunulması ise ancak daha yüksek enflasyonla sonuçlanacak, ekonominin reel dengesini değiştirmeyecektir.
***
Milton Friedman’ın parasalcı görüşleri 1990’lı yıllarda gittikçe güçlenerek bir “enflasyon fobisine” dönüştü. Sadece ve sadece “istikrar” ve “beklentileri doğru idare etmek” amacıyla sınırlı yeni – “süper” parasalcı öğreti- merkez bankalarına enflasyondan başka hiçbir sorun ile ilgilenmemeyi telkin ederek, “enflasyon hedeflemesi” ne yönelik daraltıcı politikaları savundu. Devletin maliye politikaları da, “faiz dışı fazla hedefleri” ile sınırlandırıldı ve bir zamanlar sosyal devletin iktisadi planlamasının aracı olan devlet bütçeleri, artık sadece borçların idare edildiği ve faiz harcamalarının yürütüldüğü muhasebe cetvellerine indirgendi.
Ne yazık ki bütün bu gelişmeler tam da dünyamızda bir numaralı sorunun tekrardan yaygın işsizlik ve yoksulluk olduğu, piyasa tökezlemelerinin yol açtığı kriz ortamlarında yaşandı. İşsizlik, yaygın yoksulluk ve marjinalleşme emeğin konumunu tüm dünya ekonomilerinde geriletti. Örneğin, Yılmaz Akyüz Hoca’nın aktardığı verilere göre, Sovyet sisteminin çöküşü ve Çin, Hindistan gibi azgelişmiş ekonomilerin giderek kapitalist ticaret piyasalarına dahil olması sonucunda, dünya işgücü piyasalarına iş arayan 1.5 milyar insan katıldı. Dünya üretim merkezlerinin hızla yer değiştirdiği günümüz ticaretinde, üretilen ve satılan malların yüzde 90’ının vasıfsız işçilerce, yoğun marjinalleştirme ve sömürü altında üretilmeye başlandı. Uluslararası Emek Örgütü (ILO) tarafından yapılan tahminlere göre azgelişmiş ülkelerde işçilerin yüzde 22’si günde 1 doların altında; yüzde 57’si de (1.4 milyar işçi) günde 2 doların altında gelir elde etmekteydi.
Keynesgil iktisat öğretisinin bizzat daha da geliştirilmesi gerektiği bu koşullar altında, TSBD’nin düzenlemiş olduğu bu sempozyumun ne derece önemli olduğu açıktır. TSBD yönetimine ve tüm çalışanlarına buradan teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.