Aziz Çelik, 2004 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi Bölümü’nde sunduğu “Avrupa Birliği Sosyal Politikası ve Türkiye’nin Uyumu” başlıklı yüksek lisans tezini güncelleyerek “AB Sosyal Politikası Uyum Sürecinin Uyumsuz Alanı” başlığıyla yayınladı. Kasım ayında piyasaya çıkan kitabın yayıncısı, Kitap Yayınevi. Aslında Aziz Çelik’in tezi daha yayınlanmadan, yazarın atıfları çerçevesinde “sendika.org” sütunlarında […]
Aziz Çelik, 2004 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi Bölümü’nde sunduğu “Avrupa Birliği Sosyal Politikası ve Türkiye’nin Uyumu” başlıklı yüksek lisans tezini güncelleyerek “AB Sosyal Politikası Uyum Sürecinin Uyumsuz Alanı” başlığıyla yayınladı. Kasım ayında piyasaya çıkan kitabın yayıncısı, Kitap Yayınevi. Aslında Aziz Çelik’in tezi daha yayınlanmadan, yazarın atıfları çerçevesinde “sendika.org” sütunlarında tartışmalara neden olmuştu. Bu yanıyla tez, “sendika.org” izleyicilerine tamamen de yabancı sayılmaz.
AB süreci, orta ve uzun vadeli sonuçlar, beklentiler yaratarak Türkiye’nin son dönemine kesin ve güçlü bir biçimde damgasını vuran başlıca dinamik oldu. Birlik organları ve politikaları Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi ve uluslararası hukuk normlarının kabulü yönünde bir baskı ve denetim mekanizması oluşturdu. Türkiye, hukuk sisteminin yeniden kurgulanmasında; binlerce sayfa tutan Birlik müktesebatının iç hukuka aktarılmasında hatırı sayılır sonuçlar elde etti. 2001 ve 2004 yıllarında iki Anayasa değişikliği yapıldı. Medeni Kanun, Ceza kanunu, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu gibi temel kanunlar yeniden düzenlendi, bu hukuk disiplinleri içinde çok esaslı düzeltmeler gerçekleştirildi. Anayasa’da yapılan önemli bir değişiklikle uluslararası anlaşma ve sözleşmelerin iç hukuka üstünlüğü kabul edildi.
Uyum süreci, Birlik müktesebatının “sosyal politika ve istihdam” başlığı altında bireysel iş hukuku, sosyal güvenlik, sosyal diyalog, sendikalar ve toplu pazarlık hukukunu kapsayan geniş bir alanı da içine almaktadır. Bireysel iş hukuku alanında, İşsizlik Sigortası Kanunu, İş Güvencesi Kanunu “Birlik müktesebatına uyum” çerçevesinde yürürlüğe konulan temel kanunlar oldu. 4857 sayılı İş Kanunu’nu da, bu sürecin bir parçası olarak görmek gerekir.
Buna karşılık bu dönemde çıkarılan ve uluslararası normlara aykırılığı ILO tarafından işaret edilen birkaç kanun dışında sendika hakları alanında hiçbir ciddi adım atılmadı. Sendikalar ve toplu pazarlık hukukuna ilişkin olarak hazırlanan yasa tasarı taslakları da, bir iki nokta dışında dikkate değer değişiklikler öngörmedi. Böylece sendika hakları, AB uyum sürecinin “uyumsuz alanı” olarak kaldı. Oysa uyum sürecinin gereği, Birliğin “siyasi kriterler” olarak kabul ettiği sendika hakları alanında uluslararası asgari normların; ILO standartlarının uygulamaya konması, Türkiye’nin ciddi çekincelerle onayladığı Avrupa Sosyal Şartı’nın gereklerinin tam ve eksiksiz olarak yerine getirilmesidir. Temel özgürlükler arasında olan sendika hakları, günümüzde kapsamı giderek genişleyen ama esas olarak serbest piyasanın ezici doğasına karşı bir korunma aracı, piyasa kurallarını sınırlama ve yeniden kurgulama arayışı olarak kabul edilen sosyal politikanın da en önemli unsurları arasındadır.
Aziz Çelik çalışmasında öncelikle bu noktayı; sosyal politika ve serbest piyasa ilişkilerini irdelemekte, sosyal politika kavramına ilişkin farklı yaklaşımları ve Avrupa sosyal geleneğinin gelişimini aktarıyor. Yazar bu bağlamda Kıta Avrupası ve Anglo-Amerikan modellerini karşılaştırıyor ve böylece farklı sosyal politika deneyimlerini okuyucuya tanıtıyor. Çalışmada AB sosyal politikası dar anlamda -AB müktesebatı ile sınırlı olarak- değil, Avrupa sosyal modeli çerçevesinde inceleniyor, son iki yüzyılın sosyal mücadelesinin bikrimi olarak sosyal politikanın Batı Avrupa’da geldiği düzey ve Birlik mevzuatında sosyal politikanın yeri değerlendiriliyor. AB sosyal politikasının evrimindeki temel eğilimler ve tartışmalar, Birlik düzeyinde sosyal politikaya ilişkin farklı yaklaşımlar aktarılıyor. Aziz Çelik’in çalışması, AB kurumları ile karar süreçlerini de irdeliyor.
Çalışmanın ilk üç bölümünde ele alınan ve irdelenen bu noktalar, Türkiye’nin AB sosyal politikasına uyum sorununun tartışılabilmesi için bir teorik çerçeve de oluşturuyor. Ve bu noktadan sonra yazar, üyelik sürecinin Türkiye sosyal politikasına etkilerini yorumluyor.
Aziz Çelik, çalışmasının “Giriş” bölümünde, birbirine bağlı birkaç iddiayı kanıtlamaya çalıştığını belirtiyor. Bunlardan birincisi, sosyal politikanın piyasaya karşı toplumun kendini koruma hareketi/aracı olduğu tezidir. Bununla bağlı bir iddia ise Keynesyen iktisat politikalarının terk edilmesine ve neoliberal yaklaşımların 1980’ler sonrası güç kazanmasına rağmen, Avrupa refah devleti uygulamalarının varlığını büyük ölçüde koruduğudur. Çalışmanın ikinci iddiası, ulusal üstü AB sosyal politikasının gelişmekte ve ulusal üstü sosyal politika olanaklarının giderek artmakta olduğudur. Çalışmanın üçüncü iddiası, Türkiye sosyal politikasının, Avrupa sosyal geleneği karşısındaki özgün durumunun ülkemizde sosyal politikanın gelişimini olumsuz etkilediği ve AB sosyal politikası karşısında Türkiye’nin uyumsuzluğunun devam ettiğidir. Buna bağlı olarak çalışmada, müzakere sürecinin ve AB üyeliğinin sendika hakları ve sosyal haklar alanında olumlu gelişmelere yol açacağı ve yani olanaklar yaratacağı, toplumsal hareketler açısından da bu sürecin bir kaldıraç olabileceği kanıtlanmaya çalışılmaktadır.
Bunlar hiç kuşku yok ki tartışma götürür iddialardır ve Türkiye’nin yarım yüzyıla varan AB serüveni bu ve benzeri tartışmalarla süregelmiştir. Ve üyelik süreci uzun süre daha, siyaset gündemini meşgul edecektir.
AB sosyal modeli dinamik bir modeldir ve “liberal Avrupa” ile “emeğin Avrupası” arasındaki gerilimi taşımaktadır ya da taşıdığı varsayılmaktadır. Ne var ki 90’ların başlarından bu yana “atipik” istihdam biçimleri, AB ülkelerinde gerek Birlik düzeyinde Direktiflerle ve gerekse ülkeler düzeyinde yasalar ve toplu pazarlık yoluyla giderek yaygınlaşmış ve yaygınlaşmaktadır. AB15 ülkelerinde “atipik” istihdam biçimleri; belirli süreli çalışma (limited-duration), kısmi çalışma (part-time) son derece yaygındır ve artış eğilimi göstermektedir. Son derece dikkat çekici bir nokta da Birliğe 2004 yılında üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde yakın zaman önce gerçekleştirilen süreçlerle Türkiye’de 4857 sayılı İş Kanununun hazırlanması ve yürürlüğe konulması süreci arasındaki paralelliklerdir. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde, üyelik süreci içinde gerçekleştirilen uyum kanunlarıyla iç hukuk, AB Direktifleri yönünde yeniden düzenlenmiştir. Çalışma mevzuatlarındaki “katı” hükümler uyum süreci içinde yerlerini birer birer “esnek” düzenlemelere terk etmişlerdir. AB15 ülkelerinde yaygın olan atipik istihdam modelleri, bütün Avrupa ölçeğinde kanunlarla desteklenmiştir. Avrupa’da esnek çalışma modellerinin yaygınlaştırılmasının bir diğer aracı da toplu pazarlık olmuştur. Ücretlerde azalan bir eğilim vardır. Toplu pazarlığın merkezinde çalışma süreleri yer almıştır. Son birkaç yıl içinde özellikle AB15 ülkelerinde bağıtlanan sözleşmelerle çalışma sürelerinin düzenlenmesi konusundaki işçi kazanımlarından geri dönüldüğü, Birlik ülkelerinde bir kaç istisna ile çalışma sürelerinin uzatılması yönünde bir karşı eğilimin ortaya çıktığı tespit edilmektedir.
Türkiye’de, AB uyum süreci içinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu, toplu pazarlık sürecinin gündemini yeniden şekillendirmiş, Kanunun temel tercihi olan “esnek çalışma” bütün biçimleriyle 2003 yılından sonra bağıtlanan grup sözleşmelerinin hemen tamamına girmiştir. Yoğunlaştırılmış iş haftası -denkleştirme- uygulamaları, telafi çalışmaları sendikalı işyerl
erinde de giderek yaygınlaşmış ve yaygınlaşmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunun yürürlüğe konmasıyla gerçekleştirilen bu değişim, AB ülkelerinde yaşanan süreçlerle paralel ve eşzamanlıdır. Küresel iktisadi dinamiklerle ve neo-liberal çözümlerle yakından ilgilidir.
Bütün bunlar liberal Avrupa’nın, emeğin Avrupa’sına galebe çaldığının, Birlik ve üye devletler düzeyinde hukuk düzenlemelerinin Avrupa sermayesinin talepleri ve öngörüleri yönünde şekillendiğinin açık ve AB-Türkiye uyum süreci açısından dikkatle ele alınması, tartışılması, açıklığa kavuşturulması gereken göstergelerdir. Türkiye’de de uyum süreci, özellikle sosyal politika alanında açık biçimde sermayenin talepleri, öncelikleri ve öngörüleri yönünde gelişmektedir.
Aziz Çelik çalışmasında bu uyum ve müzakere sürecinin, bir yandan “işleyen bir piyasa ekonomisi yaratma” perspektifiyle liberal bir bütünleşmeye, diğer yandan bu piyasa karşısında çalışanların kendilerini koruma olanaklarının artmasına yol açacak ikili karaktere sahip olduğunu ve bu nedenle de toplumsal güçler arasında ciddi bir çekişme zemini olacağını vurguluyor. Bu çerçevede liberal Avrupa ile sosyal Avrupa zihniyeti arasında süregiden gerilimin müzakere sürecine yansımasını da kaçınılmaz görüyor. Yazar bu sürecin, çevrenin korunmasında AB standartlarını savunan Yeşiller’le, çevreyi kirletmeye devam etmek isteyen ve çevrenin korunmasına ayrılacak kaynakların rekabet gücünü azaltacağını düşünen sermaye çevreleri arasında; iş sağlığı güvenliğinde AB standardı isteyen sendikalarla, bunu bir maliyet unsuru olarak gören işveren örgütleri arasında; temel hakları çifte standartsız savunanlarla, rekabet gücü için bazı hakların görmezden gelinmesini isteyenler arasında yoğun bir mücadele konusu olacağına işaret ediyor.
“Bu çalışma, piyasaya karşı bir koruma aracı olarak sosyal politikanın, ona asıl rengini veren Avrupa sosyal geleneğinin ve bu geleneğin bir uzantısı olan Avrupa Birliği sosyal politikasının evrimi ile Türkiye’de sosyal politikanın gelişiminin ‘kendine özgü’ yolunu ve AB sosyal politikasına uyum sürecinde yaşanan sorunları incelemeyi hedeflemektedir.”