Ünlü ve büyük yazarımız Orhan Pamuk 2006 Nobel Edebiyat ödülünü aldı. Ödüle hak kazandığının ilan edildiği tarihten itibaren de medyamız, ünlü köşe yazarlarımız çeşitli yorumlarda bulundular. Yorumlar genellikle iki temel noktada odaklandı; Bir Türk edebiyatçının böylesine büyük ve dünya çapında bir ödülü almasından gurur duyanlar ve bu ödülün Orhan Pamuk’a verilmesinden rahatsız olanlar. Elbette bir […]
Ünlü ve büyük yazarımız Orhan Pamuk 2006 Nobel Edebiyat ödülünü aldı. Ödüle hak kazandığının ilan edildiği tarihten itibaren de medyamız, ünlü köşe yazarlarımız çeşitli yorumlarda bulundular. Yorumlar genellikle iki temel noktada odaklandı; Bir Türk edebiyatçının böylesine büyük ve dünya çapında bir ödülü almasından gurur duyanlar ve bu ödülün Orhan Pamuk’a verilmesinden rahatsız olanlar.
Elbette bir ödül ve o ödülü alan yazar üzerinden farklı yaklaşmaların olması doğaldır; bunda bir sorun yok. Yazarların, eleştirmenlerin tartışmalarının yadırganacak bir yanı da olmamalı. Ancak her ne dersek diyelim yorum, değerlendirme veya tartışmaların siyaset üzerinden
yapılması dikkat çekici.
Bu durum verilen ödülün siyasi bir tercihle ortaya çıktığını, en azından böyle bir etkinin var olduğunu gösteriyor. Ancak takıldığım veya beni bu yazıyı yazmaya iten asıl neden bu değil.
Benim için şaşırtıcı hatta üzücü olan, solun bu ödül karşısındaki son derece apolitik ve sınıfsallıktan uzak tavrı. Orhan Pamuk’un sağın bazı kesimleri tarafından Nobel ödülü ile bağlantılı olarak eleştirilmesi karşısında, bazı sosyalist veya devrimci kesimlerin salt bu durum üzerinden Orhan Pamuk’a sahip çıkmalarını anlamak mümkün değil. Orhan Pamuk hem kişilik olarak hem de dünya görüşü itibariyle liberaldir. Romanlarının çoğunu (Yeni Hayat ve Kar dışında) okumuş bir kişi olarak edebi değerini tartışma hakkını kendimde
görmemekle beraber, okuduğum romanlarının hiçbirinde sınıfsal bir yaklaşım olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Romanlarında, “Sessiz Ev” dışında sağ-sol meselesi bile görmezden
gelinirken, bu ülkede işçi sınıfından yana tavır alan aydınların yaşadıkları da işlenmemiştir.
Pamuk’un romanlarında 12 Eylül ve mağdurları yoktur. Oysaki “Cevdet Bey ve Oğulları” romanı dışında tarihsel olarak hepsi 12 Eylül sonrasında yazılmıştır. Son dönem romanlarının temel sorunsalı ise doğu-batı ikilemidir. Günümüz insanını ve yaşamı kapitalist sistemin yarattığı etkilerle değil, doğu-batı temelinde irdelemektedir. Yani son üç yüzyılı şekillendiren, hepimizi etkileyen, yaşam tarzımıza varana kadar toplumlara biçim veren ve hatta roman sanatının doğuşunu borçlu olduğu kapitalizmi yok sayarak insanlığın temel sorununu doğu-batı sorunsalı üzerinden algılayan bir yazarın bu ülkede sosyalistler tarafından savunulması üzücüdür, düşündürücüdür. Ve ne ilginçtir ki Orhan Pamuk’a sağın bir argümanı ile yani bir “Türk edebiyatçı” vurgusu yapılarak sahip çıkılmaktadır.
Burada kastım doğrudan işçi sınıfından bahsedilmesi veya, kaba bir toplumcu yaklaşım değil. Sınıf çelişkisini ve her şeyden önemlisi kapitalist sistemin insan üzerinde yarattığı tahribat ve deformasyonu edebi olmaktan ödün vermeden anlatmanın birçok yolu var; bunun, dünya edebiyatını bir yana bırakıyorum, bizim edebiyatımızda da örnekleri çok..
Oğuz Atay “Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar” romanlarında elbette işçi sınıfını anlatmaz veya devrimden söz etmez. Ama söz konusu romanları okurken “bunalımı yaşar” roman kahramanlarının çaresizliğini, sıkıntısını hissedersiniz Oğuz Atay’ın romanlarını bitirdiğinizde edebiyatın derin tadını alırsınız ama, ağır basan asla yazarın zekasına hayranlık değildir. Tam tersine yazarın ustalığı ve zekası sizi o sıkıntı ve bunalımdan bir toplumsal hesaplaşmaya doğru götürür; sistemi sorgulamaya başlarsınız. O. Atay küçük burjuvaları ve özelikle de küçük burjuva aydınlarını anlatır. Ama onu usta romancı ve aydın mertebesine yükselten şey buradan bir “kapitalizm hesaplaşması” üretebilmesidir.
Vedat Türkali’nin “Bir Gün Tek Başına” romanı da işçileri anlatmaz. Ama bu roman sosyalistlere çok şey öğretti. Aynı Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde”, Yaşar
Kemal’in “İnce Memet”, Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi”, Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” romanlarında olduğu gibi…
Dostoyevski ve Tolstoy da dünya görüşü olarak gericiydiler ama romanlarında, düzenin tüm çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu ustaca anlattılar ve hatta devrimi öngördüler, sistemi hallaç pamuğu gibi atıp yerle bir ettiler.
Bu örnekleri birçok yazarımızla ve romanlarıyla çoğaltabiliriz.
Orhan Pamuk bu yazarların hiçbiri gibi olmadı, hiçbirinin romanlarında yaptığını yapamadı veya yapmadı. İşte bu nedenle Orhan Pamuk bizim yazarımız değildir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması ve Türkçe yazması o’nu bizim kılmaz, bizden yapmaz. Çünkü bizim Kafatası ve kafa kağıdından başka kıstaslarımız var(dı).
Orhan Pamuk bütün liberal düşünce aksesuarları ve romanlarıyla, o gülünç ve iğreti frağıyla bir sağcıdır.
Sınıfsal yaklaşımların ve sınıf bilincinin kendilerini solcu hatta sosyalist olarak tanımlayanlar tarafından bile bu kadar geri plana itildiği noktada halkın yaptığı tercihleri nasıl eleştireceğiz ki; lügatinden bırakın “sınıf” kavramını, “toplumu” bile silmiş ve cemaat kavramı üzerinden değerlendirmeler yapan bir yazarı sosyalistler hem de solculuk adına sahipleniyorlarsa bu ülkede ciddi bir Marksist terapiye ihtiyaç var demektir.
Orhan Pamuk yaşamının hiçbir döneminde işçi sınıfının yanında yer almamıştır. Edebiyat elbette çok rafine bir şeydir ve işçi sınıfı siyaseti veya toplumcu bir yaklaşım belli inceliklerle işlenebilir. Ustalıklı Edebiyatında bunu hiçbir zaman tercih etmeyen Pamuk yaşamında da böyle bir tavır içine girmemiştir. Orhan Pamuk özellikle son yıllarda en genel anlamıyla insan haklarını dillendiren, Türkiye-AB ilişkilerinde AB’ye entegrasyonu savunan, hatta iki taraf arasında arabuluculuğa soyunan bir siyaset çizgisi izlemektedir.
O. Pamuk’u önce romanlarından tanıyan ve beğenen bir okuyucu olarak ilerleyen süreçte, röportajlarıyla, daha kişisel ve siyasal tavırlarıyla tanımaya başladıkça yaşadığım hayal kırıklıkları kişiseldir ve beni bağlar. Ama , Orhan Pamuk ve aldığı Nobel Edebiyat ödülünün,
savunuculuğunu yapmanın solculuk adına ciddi bir utanç olduğunu düşünüyorum.
Zaten Orhan Pamuk’un aldığı ödülü ulusal basın, tekelci medya yeterince onurlandırıp, pazarlıyor. İyi de bunca anlı şanlı sosyalistlere ne oluyor. Adı Nobel de olsa bu kadar mı ödüle hasretiz. Yoksa politik alanda yaşadığımız başarısızlık ve yenilgilerin acısını bu halkın
acılarıyla asla ilgilenmeyen, bir küçük burjuva yazar ve aldığı ödülle özdeşleşip kurtarmaya mı çalışıyoruz?
Pekiyi o zaman, İlhami Bekir Tez’ler, Enver Gökçe’ler, Ahmet Arifler, Vedat Türkali’ler, Sabahattin Ali’ler, Orhan Kemal’ler, Oğuz Atay’lar ve ismini sayamadığım birçok yazarımız bu acıları niye yaşadılar?
Teşekkürler Orhan Pamuk! Bu ödülü almakla bana çok şey öğrettin veya en azından görmediğim, göremediğimi bir şeyi daha gösterdin; Hani belki o arayıp durduğun, yaşamın sırrı denen şey belki de budur. Vakıf olduk mutluyuz.