3- DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ MİSYONERLİK GÖREVİ Diyanet İşleri Başkanlığı sadece Türkiye sınırları içerisinde faaliyet yürütmemektedir. Aynı zamanda, Türk kökenli Müslümanların bulunduğu her yerde faaliyetleri bulunmaktadır. İslam dininin propagandasına dayanan çok yönlü çalışmaların bir başka yönü de, halkı Müslüman kökenli olan devletlerle Türk devleti arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesine ve geliştirilmesine katkı sağlanmasıdır. Ancak bizi ilgilendiren nokta; Diyanet […]
3- DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ MİSYONERLİK GÖREVİ
Diyanet İşleri Başkanlığı sadece Türkiye sınırları içerisinde faaliyet yürütmemektedir. Aynı zamanda, Türk kökenli Müslümanların bulunduğu her yerde faaliyetleri bulunmaktadır. İslam dininin propagandasına dayanan çok yönlü çalışmaların bir başka yönü de, halkı Müslüman kökenli olan devletlerle Türk devleti arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesine ve geliştirilmesine katkı sağlanmasıdır. Ancak bizi ilgilendiren nokta; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, dünyanın birçok bölgesinde yürüttüğü İslami çalışmalarla, misyonerlik rolünü oynamasıdır. Faaliyet alanları kitap, dergi, broşür çıkartıp dağıtma, TV yayınları gerçekleştirme, merkezi dini kurumlar oluşturma, değişik ülkelerde dinsel faaliyetler yürüten dernekler kurma vb. birçok alanda yoğunlaşmış bir çalışmayı kapsamaktadır. İlk bölümlerde üzerinde durduğumuz İslami yaşam tarzını dünyaya yaymak amacıyla kurulmuş Suudi Arabistan’ın Rabıta’sının felsefesine tam uyumlu bir DİB örgütlenmesinin bulunduğunu belirtebiliriz. İkisin de temel ortak hedefi; İslami yaşam tarzını başta Müslüman toplumlarında etkin kılmak ve sonra da, başka dini kökenlilerin İslam’a kazandırılması için mücadele etmektir. İkincisinin başarılması için, öncelikli olarak, toplumların “İslamlaştırılması” esas alınmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın örgütlendiği ülkeler, faaliyet alanları ve pratik yönelimleri dikkate alındığında bunu çok daha somut olarak görebiliriz.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Din Hizmetleri Müşavirlikleri’nin bulunduğu ülkeler: “Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İngiltere, Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Makedonya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak belirlenmiş.
Din Hizmetleri Ataşelikleri ise Türk kökenli göçmen nüfusunun yaşadığı hemen her ülkede ve hatta her şehirde bulunmaktadır. Almanya ağırlıklı olmak üzere birçok ülkede Din Hizmetleri Ataşelikleri bulunmaktadır. Bunlar “Almanya (Berlin, Düsseldorf, Essen, Frankfurt, Hamburg, Hannover, Köln, Karlsruhe, Münih, Nürnberg, Stuttgart, Münster, Mainz), Avustralya (Sidney, Melburn), Hollanda (Deventer), Fransa (Lyon), Amerika Birleşik Devletleri (New-York), Suudi Arabistan (Cidde), Nahcıvan, Romanya (Köstence)”(1) olarak sıralanmış. Din Hizmetleri Müşavirlikleri’nin ve Ataşelikleri’nin öncelikli işlevi yurtdışında yaşayan Türk kökenli vatandaşların İslami çizgide eğitilmesini sağlamaktır.
Bugün Avrupa’da yaklaşık olarak 3,5 milyon Türkiye kökenli göçmen yaşamaktadır. Bunlara yönelik ciddi bir örgütlenme içerisinde olan DİB, bu faaliyetlerini esas olarak devlet adına yürütmektedir. Çünkü Din Hizmetleri Müşavirlikleri ve Ataşelikleri, doğrudan Türk Büyük Elçiliklerinin bir alt kurumu olarak çalışmaktadırlar. «”Diyanet İşleri Başkanlığı yurtdışı teşkilatı, vatandaş ve soydaşlarımızın bulunduğu ülkelerde Büyükelçiliklerimiz nezdinde Din Hizmetleri Müşavirlikleri, Başkonsolosluklarımız nezdinde de Din Hizmetleri Ataşelikleri olarak teşkilatlanmıştır…”(2) Bu açıklama, göçmenlere yönelik yapılan İslami propagandanın merkezinde Türk devletinin olduğunu ortaya koymaktadır.
Devlet adına faaliyet yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarının odağında, Türk orijinli olarak bilinen Orta Asya Cumhuriyetleri bulunmaktadır. Bu ülkelerde din görevlilerini (imam) yetiştirmek amacıyla açılan ilahiyat fakülteleri, liseler ve İslam’ın günlük hayata egemen kılınması için yapılan camiler, DİB tarafından finanse edilmektedir. Örneğin 1999 yılında “…Diyanet yetkilileri; Azerbaycan, Kırgızistan, Afganistan, Dağıstan ve Kazakistan’da birer ilahiyat fakültesi, Bakü, Nahcivan, Romanya ve Türkmenistan’da ilahiyat liseleri açıldığını” belirttiler. Ayrıca Özbekistan’da 1, Azerbaycan’da 4, Kırım’da 10, Kırgızistan’da 1, Nahcivan’da 1, Kazakistan’da 1 ve Türkmenistan’da 1 olmak üzere toplam 23 cami” yapıldığını açıkladılar.( 3)
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyetleri bunlarla da kalmıyor, özellikle yayın yoluyla İslami propagandaya dayanan faaliyetleri çok ciddi boyutlarda bulunuyor. Bu kurum tarafından Türkçe, Türk lehçeleri ve diğer yabancı dillerde bastırılan ve dağıtımı yapılan eserler-broşürlerin sayısı milyonlarla ifade edilmektedir.
Orta Asya ve Kafkasya ağırlıklı bir propagandanın varlığı da tesadüfi değil. 2003 yılına kadar, 10 dilden yayınlan İslami içerikli kitap gibi eserlerin toplamı 3 milyonunun üzerindedir. Aynı şekilde, DİB tarafından 14 dilde İslami propagandayı içeren, yaklaşık olarak 1 milyon 330 bin broşür yayınlanmış.
Türk kökenli cumhuriyetler ağırlıklı olmak üzere bölgede bulunan diğer ülkelere yönelik İslami propaganda oldukça düşündürücüdür. Laik bir ülke olduğu iddia edilen Türkiye’de devletin ekonomik, politik ve diplomatik olanakları en üst düzeyde kullanılarak, bu ülkelerde İslami propagandaya ağırlık verilmesi çelişkili bir durum gibi görünse de; esas olarak bu ülkelerin bulunduğu jeopolitik konumuyla doğrudan ilgilidir. Bugün, özellikle Türkmenistan, Tataristan, Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan gibi ülkelerde, radikal İslamcı hareketlerin çok ciddi bir güç haline gelmelerinde, Türkiye gibi ülkelerin devlet adına yürütmüş oldukları İslami faaliyetlerin önemli bir etkisi bulunmaktadır. “Yurtdışında yaşayan vatandaş, soydaş ve din kardeşlerimiz için muhtelif dil ve lehçelerde 43 çeşit kitaptan 1.265.000 (Bir milyon iki yüz altmış beş bin) adet bastırılmıştır…”(4) Çok yönlü yürütülen İslamileştirme faaliyeti, toplumun günlük yaşamını ciddi oranda etkilediği gibi, radikal İslami hareketin gelişmesine nesnel bir zemin hazırlamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı, devlet adına bu faaliyetin örgütlenmesinin merkezidir. Devletin bu kurumunun, ekonomik olarak güçlendirilmesinin ve Orta Asya bölgesinde yoğunluklu bir İslami faaliyet yürütmesinin arka planında, bölgesel stratejik politikalar bulunmaktadır.
İşin ilginç yanı ise, İslam dinini uluslararası alana yaymak için misyonerlik faaliyetleri yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı, başka dinlerin Türkiye’de faaliyet yürütmesini yasaklıyor. Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan “Hıristiyanlık Propagandası ve Misyoner Faaliyetleri” isimli kitapta şunlar belirtiliyor: “Bilindiği üzere ülkemizde her ne şekilde olursa olsun Hıristiyanlık propagandası yapmak suçtur. Böyle propaganda yapan bir şahsa rastlarsak, onu da en yakın emniyet makamına bildirmek aynı zamanda vatandaşlık görevidir”, “Ülkemizde Hıristiyanlık propagandası yapmak kanunen suçtur.”(5) Birçok ülkede yürüttüğü faaliyetlerle dünyanın Müslümanlaştırılmasına en büyük desteği sunan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, başka dinlerin faaliyetini yasaklaması, bu kurumun stratejik yönelimiyle doğrudan ilişkilidir.
4- HAC ORGANİZE MERKEZİ OLARAK DİYANET İŞLER BAŞKANLIĞI
Türkiye’de devlet adına hac organizasyonunu örgütleyen DİB’dir. Suudi Arabistan’ın vermiş olduğu kontenjana göre kaç kişinin gideceğini belirleyen DİB, devlet adına tam yetkili bir kurumdur. Sadece Türkiye’deki gidişleri örgütlemiyor, aynı zamanda, dünyanın değişik ülkelerindeki Türkiyeli göçmenlerin hac organizasyonlarıyla da doğrudan ilgileniyor. Hacca gidenlerin oranında her yıl ciddi bir artış yaşanmaktadır. Özellikle 1980 askeri darbesinden sonra, hacca gidenlerin sayısında yüzde yüz bir artış y
aşanmıştır. Her Müslüman’ın dini inançları gereği hac görevini yerine getirmesi doğal karşılanabilir. Ancak sorun bunun çok ötesinde, hac organizasyonu aynı zamanda İslamcı-Şeriatçı propaganda ve örgütlenme faaliyetinin bir parçası olarak görülüp değerlendirilmektedir. 1970’ten günümüze kadar, DİB tarafından hacca gönderilenlerin sayısı yaklaşık olarak 2.5 milyondur. Ayrıca yurtdışında yaşayan hem Türkiyeli göçmenlerin hem de özellikle Balkanlar ve Orta Asya ülkelerindeki Müslümanların hacca gitmelerini organize etmektedir. Bugüne kadar yaklaşık olarak 250 bin kişiye bu olanak sağlanmış durumdadır. DİB dışında, özellikle tarikatlarla ilişkisi olan kuruluşlar, hac organizasyonları düzenlemekte ve bu kuruluşlara her yıl yurtdışı dahil 7000 kişilik bir kontenjan ayrılmaktadır. Türkiye’den hacca gitmek için yapılan başvurularda büyük artışlar gözlemlenmektedir. 2003 yılında başvuru yapanların sayısı 389 bin olarak gerçekleşmiş.*
Ancak, Suudi Arabistan’ın hac ziyaretlerine koymuş olduğu kota nedeniyle, başvuranların ancak bir kısmı bu ibadeti gerçekleştirebilmektedir. Nüfusu ağırlıklı olarak Müslüman olan bir ülkede, Hac ziyaretlerinin organize edilmesinde nasıl bir sakınca olabilir? Soyut olarak düşünüldüğünde, hiçbir sakıncasının olmayacağı düşünülebilir. Ancak, DİB’in yürütmüş olduğu faaliyetler bütünlüklü olarak ele alındığında karşımıza çıkan tablonun ciddiyeti anlaşılabilir.
Hac organizasyonlarındaki faaliyetler hem organizasyon bakımından hem de propaganda içeriği bakımından İslamcı politikalara dayanmaktadır. Hac ibadetini yerine getirenlere, Türkiye’deki mevcut siyasal rejimi yıkıp yerine “şeriat” devletinin kurulmasına ilişkin çok yönlü propaganda yapıldığına ilişkin belgeler kamuoyunda sık sık yayınlandı. Hatta birçok İslamcı milletvekilinin hac sırasında yapmış oldukları toplantılarda, Türkiye’de şeriat devletinin kurulması için çağrı yaptıkları belgelerle açıklandı. Ayrıca İslamcı propagandayı yapan ve pratik faaliyetlerini örgütleyen birçok kişi de, DİB’in olanaklarıyla hacca gitmektedirler.
Hac ziyaretleri, politik İslamcı hareketlerin çalışmalarının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. DİB’in hac ziyaretlerine yönelik çıkartmış olduğu, kitap, broşür, video ve CD kasetlerinin içeriği, toplumun tamamen İslamlaştırılmasına dayanmaktadır.
5- DİYANET İŞLER BAŞKANLIĞI VE TARİKATLAR
Devlet, bu merkezler aracılığıyla toplumu denetim altında tutmaya çalışırken, tarikatlar da bu merkezleri temel örgütlenme alanları haline getirmişlerdir/getirmektedirler. Tarikat çevreleri, 1960’lardan beri, diyanetin bünyesinde örgütlenerek son derece önemli olanaklar yaratmış durumdadırlar.
Özellikle önemli camilerde görev yapan imamlardan din şura üyelerine kadar hemen tamamı tarikatçılardan oluşmaktadır. Bu örgütlenme ve ilişki sistemi doğal olarak devletin bilgisi ve denetiminde yapılmaktadır. Bugün kamuoyunca bilinen tarikat liderlerinin tamamı, devlet camilerinde imamlık yapmışlardır ve yapmaya devam etmektedirler. Devlet buna onay verdiği gibi, çok açık olarak da desteklemektedir. Örneğin Nakşibendi tarikatının lideri Zahid Kotku, İstanbul’da bulunan İskender Paşa Camiinde 40 yıl boyunca (ölene kadar) camii imamlığı yaptı. Nakşibendi tarikatının merkezi olarak faaliyet yürüten bu cami, İslamcı hareketin devlet içerisindeki örgütlenmesinden, İslamcı partilerin kurulmasına kadar birçok stratejik kararın alındığı merkez oldu. Fethullahçılar olarak bilinen ve bugün dünya çapında bir organizasyona dönüşen tarikatın lideri Fethullah Gülen, çok uzun yıllar devlet memuru olarak camilerde görev aldı. Aczimendi tarikatının lideri olarak bilinen ve radikal İslami çizginin en uçtaki örneklerinden biri olan Müslüm Gündüz, devlet camilerinde imam olarak çalıştı. Almanya’ya gelerek “Anadolu Federe İslam Devleti”ni kurduğunu iddia eden ve devlete karşı silahlı mücadeleyi savunan Cemaletin Kaplan, uzun yıllar Adana ilinde baş müftülük yaptı.
Peki devlet bunlara neden izin vermektedir. Politik İslami hareketin önde gelen ve şeriat düzenini savunan kadrolarının önemli bir kesiminin devlet memurları olarak görev almış olmalarına devletin sesiz kalmasının arka planındaki politik nedenler neler olabilir? Devlet, hem Politik İslam’a karşı mücadele ettiğini iddia ederken, hem de bu grupların devletin stratejik kurumlarında örgütlenmesine neden izin vermektedir?
Önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi İslami çevrelerle devlet arasındaki “çelişki” geçici bir sorundur. Bu bakımdan camilerin tarikatların denetimine sunulması esas olarak devletin temel politikalarından biri olmuştur. Bunun arka planı, Türk devletinin bölgede oynamak istediği jeopolitik stratejiyle doğrudan ilişkilidir.
Çünkü tarikatlar, sistemle bir kısım çatışmalara girmiş olsalar da, asıl işlevleri, milyonları bulan bu kitlelerin, sistemin denetiminde tutulmasını sağlamak olmuştur. Sistem içerisinde savuna geldikleri bir kısım değişiklikler, esas olarak sistemin ekonomik ve politik pozisyonuyla çelişki halinde değildir.
“Radikal” geçinen bir kısım marjinal İslamcı örgüt dışında, bugün toplumsal bir güç olan tarikatlar, DİB gibi devlet kurumlarını da kullanarak, toplumun sisteme entegre olmasını sağlamaktadırlar.
dipnotlar:
1. www.diyanet.gov.tr
2. www.diyanet.gov.tr
3. Milliyet Gazetesi, 11 Temmuz 1999
4. www.diyanet.gov.tr
5. Doç. Dr. Osman CİLACI Hıristiyanlık propagandası ve Misyoner Faaliyetleri, Syf :5 Diyanet İşleri Bakanlığı yay..Ankara-1982
* DAHA GENİŞ BİLGİ İÇİN, BÖLÜM-3