Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrası gelişme dinamikleri üzerine sürdürülen en önemli tartışma cari açık, dış borçlanma ve ulusal gelirin büyümesi arasındaki ilişkilerin niteliği üzerinedir. IMF kaynakları ve hükümetin resmi yayın organları, özellikle 2003 sonrasında parlayan cari işlemler açığını, “uygulanan ekonomik programın başarısının kaçınılmaz sonucu olarak” görmekte ve Türkiye’nin artan dış borçlanmasını “olağan” bir durum olarak […]
Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrası gelişme dinamikleri üzerine sürdürülen en önemli tartışma cari açık, dış borçlanma ve ulusal gelirin büyümesi arasındaki ilişkilerin niteliği üzerinedir. IMF kaynakları ve hükümetin resmi yayın organları, özellikle 2003 sonrasında parlayan cari işlemler açığını, “uygulanan ekonomik programın başarısının kaçınılmaz sonucu olarak” görmekte ve Türkiye’nin artan dış borçlanmasını “olağan” bir durum olarak değerlendirmektedir.
Ulusal ve uluslararası finansal derecelendirme kuruluşları tarafından da hararetle savunulan bu görüşe göre, Türkiye’de “başarıyla” uygulanan ekonomik program neticesinde hanehalkları geleceğe daha güvenle bakmakta ve şimdiden tüketim talebini arttırmaktadır. Özel sektör ileride daha da zenginleşeceğine inanmakta ve bu yüzden bugünden borçlanmaktadır. Artan tüketim harcamaları ulusal geliri uyarmakta, bu arada da dış açık (cari işlemler açığı) doğal olarak yükselmektedir.
Dolayısıyla, söz konusu neoliberal görüşe göre cari işlemler açığının nedeni, hanehalklarının geleceğe duydukları güven sonucunda bugünden tüketim harcama taleplerini arttırmasıdır. Neoliberal mistisizmin inacına göre, bu son derece “normal” ve “akılcı” bir durumdur ve üstelik piyasanın rasyonalitesi ile de pekâlâ uyumludur. Cari açık, nihai olarak, büyümenin sonucudur. Ulusal ekonomi büyüdüğü için cari açık yaratılmakta, açığı kapatmak için de borçlanılmaktadır.
Bu neoliberal görüşe karşı olarak, aralarında Korkut Boratav, Oktar Türel, Cem Somel gibi iktisatçıların da bulunduğu ve çoğunlukla Bağımsız Sosyal Bilimciler grubuna mensup araştırmacılar, cari açığın nedenini ulusal ekonomiye aktarılmakta olan finans sermayesinin boyutlarına bağlamaktadır. Bu köşede de birçok defa yorumlandığı üzere, ulusal sermaye piyasalarında süregelen yüksek reel faiz ortamı, uluslararası finansal sermayeyi Türkiye’ye çekmektedir. Bu şekilde yaratılan döviz bolluğu neticesinde dövizin fiyatı ucuzlamakta ve Türkiye’nin ithalat talebi artmaktadır. Dolayısıyla cari işlemler açığı, “rasyonel kararlar ve artan güven” sonucu büyüyen ekonominin “olağan” sonucu değil, artan finansal sermaye girişlerinin yarattığı ucuz döviz konjonktürünün bir sonucudur.
Özünde dış borç arttırıcı ve ülke içinde de düşük katma değer yaratabilen bu çarpık büyüme, bir yandan ithalata bağımlı bir ekonomi yaratmakta, bir yandan da yeterince istihdam artışı sağlayamamakta ve işsizlik sorununu aşamamaktadır.
***
2006’nın üçüncü çeyreğine ilişkin geçen hafta yayımlanmış olan ulusal gelir istatistikleri, bu sis perdesinin aralanmasında çok açıklayıcı veriler sunmaktadır. Verilere göre 2006’nın üçüncü çeyreğinde Gayri Safi Yurt İçi Hasıla ‘nın (GSYİH) büyüme hızı yüzde 3.4’e gerilemiş; özel tüketim harcamalarının reel artış hızı da yüzde 1.3’e düşmüştür. Söz konusu oranlar, 2003’ten bu yana gözlenmiş olan en düşük büyüme hızlarıdır.
Bu gözlemler ışığında, resmi açıklamaya göre cari işlemler açığında da bir gerileme yaşanması beklenmeliydi. Zira, cari açığın ana nedeni artan tüketim harcamaları ve ulusal gelirin büyümesi ise bu göstergelerdeki yavaşlama cari açığın da hızını kesmeliydi. Oysa aşağıdaki tabloda sergilediğimiz veriler, bu beklentinin gerçekleşmediğini, Türkiye’de büyüme hızındaki yavaşlamaya rağmen, finansal sermaye girişleri ile beslenen cari açığın artmaya devam ettiğini göstermektedir.
Son üç senenin üçüncü çeyrek verileri karşılaştırıldığında, cari işlemler açığının ana kaynağının büyüyen bir ekonominin borçlanma gereğinden ziyade, finansal spekülasyon saldırısı altında, yüksek reel faiz ve düşük döviz kuru politikasına mahkûm olmuş bir ekonominin dışa bağımlılığının derinleşmesi olduğu açıkça görülmektedir. Üçüncü çeyrek dönemlerine ait ödemeler dengesi finans hesabına kayıtlı sermaye girişleri son üç yılda 3.1 milyar dolardan 7.8 milyar dolara değin yükselmiştir. Cari açık da bu gelişmeye paralel olarak çok hızlı bir tempoda artmaya devam etmiştir.
***
Bilindiği gibi yaz ayları uluslararası finans piyasalarınca tetiklenen bir dizi “çalkantı” ile geçti. Türkiye’nin “ucuz döviz-yüksek reel faiz” e dayalı hassas dengesi mayıs ayından başlayarak çözülmeye başladı. Merkez Bankası’nın derinleşmekte olan istikrarsızlığa karşı ana tedbiri faiz oranlarını arttırmak oldu. TCMB hızla faiz oranlarını yükselterek, uluslararası finans sermayesinin tekrardan ulusal ekonomiye dönmesini amaçladı. Böylece Türkiye’ye akmakta olan uluslararası finans sermayesinde üçüncü çeyrekte büyük bir gerileme olmadı ve cari işlemler açığı yükselmeye devam etti. Dış borçlanma temposunda da herhangi bir yavaşlama yaşanmadı.
2006’nın yaz aylarına ilişkin makroekonomik veriler birçok açıdan son derece öğreticidir. Kronik bir sorun haline dönüşmüş olan işsizlik, ithalata bağımlı çarpık sanayileşme, gerileyen reel ücretler ve düşen alım gücü ile birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin 2001-sonrası büyümesinin ardındaki pembe bulutlu sis perdesinin aralanmakta olduğu görülecektir.