Türkiye’de her gün her an vatandaşın sağlık hakkı, hasta ve yakınlarının hasta hakları ihlal edilir, bilir misiniz? Peki ne kadarı onların haber olur, gazetelerde, dergilerde yazılır, radyolarda söylenir, televizyonlarda gösterilir onu da bilir misiniz? Nazım Hikmet’in “Yapıcılar” diye bir şiir vardır bilir misiniz? Benim çok sık aklıma gelir. Şimdi de aklıma geldi. “Yapıcılar türkü söylüyor” […]
Türkiye’de her gün her an vatandaşın sağlık hakkı, hasta ve yakınlarının hasta hakları ihlal edilir, bilir misiniz? Peki ne kadarı onların haber olur, gazetelerde, dergilerde yazılır, radyolarda söylenir, televizyonlarda gösterilir onu da bilir misiniz?
Nazım Hikmet’in “Yapıcılar” diye bir şiir vardır bilir misiniz? Benim çok sık aklıma gelir.
Şimdi de aklıma geldi. “Yapıcılar türkü söylüyor” diye başlar ve “yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama” diye devam eder.
Türkiye’de her gün her an vatandaşın sağlık hakkı, hasta ve yakınlarının “hasta hakları” ihlal edilir, bilir misiniz? İnsanlar sağlığını yitirir, hastalar, çocuklar, anneler, bedenlerini hatta canlarını yitirirler bilir misiniz?
Peki ne kadarı onların “haber olur”, gazetelerde, dergilerde yazılır, radyolarda söylenir, televizyonlarda gösterilir onu da bilir misiniz?
Ülkemiz nüfusu 73 milyon olmuş. Meclisteki sağlık bütçesiyle ilgili tartışmalar sırasında “fark” ettim.
Bir zamanlar bu ülkede bazılarının “70 milyonluk Türkiye” hayali vardı. Onu “aşmış”ız. Peki 73 milyonluk Türkiye en azından sağlık hizmetleri bakımından “hayal ettiğimiz” Türkiye mi?
Size önce medyanın hemen hiç yazıp çizmediği, hiç söyleyip göstermediği birkaç ama çok sık rastlanan hak ihlâllerini ortaya koyan olaydan söz edeceğim:
* Bu ülkenin nüfusunun yarısı halen diğer yarısına şu ya da bu oranda sunulan sağlık hizmetlerine ya hiç ya da çok az, o da yalnız ‘acil’ durumlarda ulaşabiliyor.
* Bu ülkenin birbiri ardı sıra ‘üç verem’ hastanesi Sağlık Bakanlığı kararıyla ‘performansları yeterli olmadığı’ için kapatılıyor.
* Bu ülkede dünyada ‘artık özel hal ilan edilen ve ivedi önlemler alınması’ en yetkili kurum olarak Dünya Sağlık örgütü tarafından duyurulan verem hastalığına yakalanmış, bedenindeki verem mikrobu kullanılan ilaçlara dirençli olduğu için tedavisiz evine yollanan ve ölümü beklemesi söylenen insanlar var.
* Bu ülkenin bir çok sağlık kuruluşunda hekimler 6-8 saatlik mesai süresi içinde 60-120 arasında değişen sayılarda hasta bakmak zorunda kalırken, Sağlık Bakanı artırılan poliklinik sayılarından söz edebiliyor.
* Bu ülkenin daha önce ‘sakat raporu’ almış olan ve kendilerine tanınan çeşitli haklardan yararlanan ‘sakat insanları’ raporlarını yenilemek zorunda bırakılıyor ve bu muayeneler sırasında ‘sakatlıklarının oranları düşürülerek’ hak kaybına uğratılıyor ve bir kere daha ‘mağdur’ edilmelerine yol açacak başvuru ve hak arama mekanizmalarını kullanmak zorunda bırakılıyor.
* Bu ülkenin nüfusu yalnız ilçe merkezinde 3.000’in üzerinde olan, Doğu Anadolu bölgesindeki bir ilçe merkezinde ‘eczane bulunmuyor’ ve insanlar ilaçlarını 65 km. ötedeki il merkezinden getirtmek zorunda bulunuyorlar.
* Bu ülkenin Sağlık Bakanı 45 yıldır yürürlükte olan bir yasa gereği ‘hizmet veren sağlık ocakları’nın yüzlerce görevi içinden yalnız birisini ‘asli görev’ sayıyor ve sağlık ocaklarında yapılan hasta muayenesi sayılarını arttırdıklarını söyleyerek, bu kurumların birer ‘muayenehane’ olduğunu sanıyor.
* Bu ülkenin ‘aile hekimliği’ne geçilen bir ilinde, Bakanlığın çağrısına uymayıp aile hekimliğini tercih etmeyen hekimleri sürgüne yollanıyor, uygulamaya itiraz eden Tabip odası başkanı hakkında soruşturma açılıyor.
* Bu ülkenin özel hastanelerine ‘acil olarak getirilen’ hastalara sağlık güvenceleri olduğu halde taburcu edildikten sonra ‘milyarlarca liralık faturalar’ gönderiliyor ve haklarında alacak davaları açılıyor.
* Bu ülkede bir üniversite öğretim üyesi, reçete ettiği ilacın karşılığı, ilaç firmasından 150 kişilik doktor ve yakınına bir gece Hilton Oteli’nde ‘disko eğlencesi’ ücretinin ödenmesini istiyor.
Şöyle ya da böyle haberdar olduğumuz onlarca “tekil örneği” anlatmıyorum. Ama bu ülkede yaşayan her insanın ortalama olarak yılda 2,5-3 kez bir sağlık sorunu nedeniyle hastaneye başvurduğunu ve kişi başına sağlık harcaması 14.000 Doları aşan ABD’nin sağlık kurumlarında yalnız 2000 yılında 98.000 insanın tıbbi hatalar nedeniyle yaşamını yitirdiğini biliyorum.
Oradaki koşul olanaklar ülkemizden kat be kat iyi olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Ama diyelim ki ülkemizde verilen sağlık hizmetleri de orayla eşdeğer ve aynen geçerli.
Bu koşulda bile, bizde de bu sayıda insanın sağlık hizmeti alırken yaşamını yitirdiğini ve bundan kimsenin söz etmediğini düşünebiliyor musunuz?
* * *
Bir de çok az yazılıp çizilen veya söylenip gösterilen bazı olayları ve bu olaylar sırasında yaşanan “hak ihlâlleri”ni sıralayayım mı sizlere?
* Bu ülkenin Sağlık Bakanlığı’nca ‘özel bir kuruluşa yaptırılan’ araştırmanın sonuçlarına göre ‘anne ve bebek ölümleri kırsal kesimde artıyor’ ve ‘güney doğu’da bir ilin en büyük hastanesinde’ resmi açıklamalara göre ‘2005 ve 2006 yılının ilk 11 ayında toplam bin 22 çocuk ölüyor’.
* Bu ülkenin bir tıp fakültesi öğretim üyesi ‘bilinçsizce kullanılan antibiyotiklerde, özellikle pnömokok bakterisinin ilaçlara karşı direncini artırıyor. Birçok antibiyotik bu mikroba karşı etkisiz hale geldi, Türkiye’de her yıl ortalama 500 bin kişinin bu hastalığa yakalandığının tahmin ediliyor ve zatürre küçük çocuklarda, yaşlılarda, kalp, şeker, böbrek ve bronşit hastalarında ölümlere yol açabiliyor’ derken aynı ülkenin Sağlık Bakanı, meclisteki bakanlık bütçesine ilişkin konuşmasının üçte birini ‘türbanlı doktor var mı yok mu’ tartışmasına ayırırken bir milletvekilinin ‘Zatürreden kaç kişi ölmüş Sayın Bakan’ sorusuna ‘es’ geçebiliyor.
* Bu ülkenin hemen her yerinde ve her sağlık kurumunda yapılan tüm uyarı ve izlemelere karşın ‘anneler normal yolla değil de daha masraflı ve tehlikeli olan sezeryanla’ doğum yapıyorlar.
* Bu ülkenin bir ilince zehirli atıkları çevreye bırakarak ‘çevreyi kasten kirleten’ bir şirketin yetkilileri, yapılan yargılama sonunda ‘eylemlerinin olay tarihinde suç olarak tanımlanmadığını belirterek, beraatlerine’ karar verilebiliyor.
* Bu ülkenin Sağlık Bakanlığı zaten görevi olan ama yeterince yerine getiremediğini itiraf ettiği bir konuda ‘dışarıdan sivil ve -belki de ücretli- bir destek talebinde bulunarak ‘Hastaneye Yatan Hastaların Hasta Hakları Konusunda Bilgilendirilmesi Projesi’ başlatıyor.
* Bu ülkenin bir hastanesine yeni atanan başhekimlerinden birisi, atanmak için ‘muayenehanesi olmama’ koşulu getirilmesine karşın başka bir ilin bir ilçesinde ‘muayenehane’ çalıştırabiliyor; bir başkası bir milletvekilinin de dolaylı olarak dahil olduğunun söylendiği bir ‘organizasyon’la ‘evrakta sahtecilik ve kamu kurumunu dolandırmak’ iddiasıyla tutuklanıyor.
* Bu ülkenin ‘Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi’nin bir yetkilisi ‘organ ticareti yapıldığını” ortaya koyan bir kitap yazıyor.
* Bu ülkede tıbbi uygulamasında ‘kusurlu’ bulunan bir doktora ‘6 Ay hapis cezası’ verilebiliyor, bir başka doktor yaptığı uygulama nedeniyle kendisine açılan dava sırasında ‘intihara teşebbüs’ ediyor.
* Bu ülkenin Sağlık Bakanlığı müsteşarına ‘yargı kararlarını yerine getirmediği’ için ‘8 ay 22 gün” hapis ve bir o kadar memuriyetten uzaklaştırma cezası veriliyor.
* Bu ülkenin resmi bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dergisinde ‘özürlüye kürtaj yapılmasının günah olduğu’ bir yetkili tarafından açı
klanıyor.
* * *
Şimdi de 3 saatlik bütçe görüşmesinin 1 saatini dolduran ve 4-5 gündür medyada manşetlerden inmeyen, bir muayene olayının hangi konuda olduğunu anımsayalım:
“Konyada erkek hastanın testisinin ultrasonunu çekip çekmediği tartışılan ‘türbanlı kadın doktor’lar” olayı.
Osmanlının son döneminde “meleklerin cinsiyeti üzerine derin tartışmalar yapıldığı” konusunda hemen herkesin “hemfikir” olduğu bir kent efsanesi vardır. 21. yüzyılın başında durumumuz tam o noktada sanki.
“Tarih tekerrür den ibaretmiş” derler. Ama sonrasında da “yalnız ilkinde komedi olan ikincisinde büyük bir trajedidir” diye sürdürürler.
Bir de hikayesini çok iyi bilmem ama “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diye bir laf vardır. Nedense tam şimdi aklıma geldi.
Haa unuttum söylemeyi; bir de Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği SGGSS Yasası yla ilgili 2-3 IMF yetkilisi Türkiye’ye gelmiş bazı temaslarda bulunuyormuş. Neden dersiniz acaba?
Geçen haftaki yazımı iade eden olmadı. Okuyan herkese ama “iadesini daha çok beklersin” diye mesaj atan meslektaşım Nedim İnce’ye çok teşekkür ediyorum. Çok mutluy