Şafak vakti Saddam’ın idam edildiği yazıyordu haberlerde, sonradan ayrıntılar gelmeye başladı. Konu uluslararası ilişkilerden hukuka kadar her yönüyle irdelenmeye başlandı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden, farklı konumlardaki örgütlerden olayın sıcaklığıyla tepkiler birbirini izledi. Irak kaba hatlarıyla bakıldığında henüz kabile kültüründen çıkamamış, mezheplerin etkisi altında, feodal yapının hakim olduğu bir toplumda görüntüsüne sahip. Saddam’ın Baas rejimi, Irak’ın bu […]
Şafak vakti Saddam’ın idam edildiği yazıyordu haberlerde, sonradan ayrıntılar gelmeye başladı.
Konu uluslararası ilişkilerden hukuka kadar her yönüyle irdelenmeye başlandı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden, farklı konumlardaki örgütlerden olayın sıcaklığıyla tepkiler birbirini izledi.
Irak kaba hatlarıyla bakıldığında henüz kabile kültüründen çıkamamış, mezheplerin etkisi altında, feodal yapının hakim olduğu bir toplumda görüntüsüne sahip.
Saddam’ın Baas rejimi, Irak’ın bu temel görüntüsü dikkate alındığında Şii çoğunluk üzerinde Sunni azınlığın diktası olarak tanımlandı. Bu diktanın farklı bir görüntüsü de etnik bakımdan Arap çoğunluğun Kürtler, Türkmenler ve diğerleri üzerindeki ezici üstünlüğü biçimindeydi.
Irak’ta iktidar olmak, iktidarı sürdürmek bu inançlar, etnik kimlikler ve sınıfsal konumlanışlar arasında dengeyi dikkate almadan mümkün gözükmemektedir. Saddam’ın iktidarı, bir denge arayışı içinde olmadı, tam tersine azınlığın çoğunluk üzerindeki diktası biçiminde uygulandı.
Hiç kimse, Saddam Hüseyin’i ve iktidarının sorumluluğunu paylaşanların sütten çıkmış ak kaşık olduğunu söyleyemez. Büyük bir olasılıkla Saddam’ın kendisi de bunu savunmazdı.
Rejim karşıtlarına yönelik sert tutumu, yargısız, önceden verilmiş siyasi kararlarla idamlar, kitle kıyımları unutulmuş değil. Yani Saddam sıradan bir insan için masumiyeti değil, suçu, suçluluğu temsil ediyor. Onu suçlu olarak görmemiz, bu idamı ne haklı ne de meşru kılıyor.
Saddam, meşruiyeti sorgulanmayacak ve başta ABD olmak üzere etkilere açık olmayacak bir uluslararası mahkemede yargılanmalıydı. Ancak bu türden bir mahkemede Saddam ve döneminin suçları tüm çıplaklığıyla açığa çıkarılabilirdi. Saddam’ın vereceği bilgilerle bölge politikası ve üzerindeki güçlerin damgası aydınlatılabilirdi. Şimdi Saddam, bizzat ABD’nin eliyle susturulmuş, bir dönemin en önemli tanığı bilgileriyle yok edilmiş oldu.
Saddam, yabancı bir güç tarafından işgal edilmiş bir ülkenin devlet başkanıydı, kendi yasalarına göre o ülkenin de en yüksek dereceli askeri yetkilisiydi. Bu durumda uluslararası savaş kurallarına göre Saddam, işgal eden güçlerin elindeki bir savaş esiri durumdaydı. Uluslararası savaş hukukuna uygulan bir süreç izlenmeliydi. Olmadı, ABD ve müttefikleri Irak’ta hiçbir kurala uymadılar.
ABD ve müttefikleri tarafından işgal edilmiş bir ülkede, yapılmış seçimlerin meşruiyeti de, bu seçimler sonucu oluşmuş meclisin de, meclis tarafından atanmış hükümetin de meşruiyeti tartışmalıdır.
Meşruiyeti tartışmalı bir hükümetin atadığı mahkemenin durumu ise malumdur. Demem o dur ki, Saddam, ister Irak hukuku isterse uluslararası hukuk açısından olsun hukuk dışı biçimde yargılanmış ve idam edilmiştir.
Burada bir hata yaptığımı farkındayım, aslında buna idam denilmesi, yapılanı meşrulaştırmak oluyor. Asılarak öldürüldü daha doğru bir tanım olurdu.
Saddam’ın yaşamını sonlandırmakta bu kadar acele edilmesi doğal olarak kafalarda bir çok soru işaretini kendiliğinden getiriyor. Hatırlanacağı gibi son duruşmalarından birinde iş Türkiye’nin de içinde olduğu bir takım bilgilerin görüşülmesine geldiğinde hemen mahkeme gizli oturuma geçmişti.
Şimdi herkes şunu soracaktır, neden Saddam Hüseyin, işlediği iddia edilen bütün suçlardan yargılanması bitmeden, dönemiyle ilgili hesapları vermeden aceleyle öldürüldü.
Soruların ardı arkası kesilmiyor, yargılamayı yapan mahkemenin yetkisini hangi yasadan aldığı sorgulanıyor, idam kararının hangi yasanın hangi maddesine göre verildiği sorgulanıyor. Irak’ta gerçek iktidarın, yönetme yetkisinin kimde olduğunun sorgulandığı düşünülürse bunlar artık ayrıntıda kalıyor.
Bu hızlı uygulamanın ardında yatan bir nedenin ise yakın zamanda çıkarılan bir yasa olduğu iddia ediliyor. Bu yasa ile eski ordu mensuplarının yeniden görevlerine dönmesine olanak sağlanıyor. Yasanın bir tür gizli uzlaşma olduğu, eski Baas kadrolarının görevlerine döndürülerek, Saddam’ın arkasındaki desteğin satın alındığı söyleniyor.
İddiaların hangisinin doğru hangisinin eğri olduğu zamanla kendini kanıtlayacak. Görülebilen bir gerçek ise infaz işleminin adeta Şiilere sunulmuş bir intikam töreni biçimine dönüştürülmüş olmasıdır. Sanıyorum, Los Angeles Times’a da bu durum ilham vermiştir. Gazetenin internet sayfasındaki haberinde infaz işleminin babası Saddam tarafından öldürülen Şii lider Sadr’ın 4 militanı tarafından yapıldığı yazılıydı.
Saddam, ABD askerleri tarafından Şii militanlara teslim edilmiş, bunlar tarafından asılmasının ardından yine ABD askerleri tarafından teslim alınmıştır.
Sendika.Org haberinde de aktarılıyordu, Saddam, Şii muhaliflerin sorgulandığı, katledildiği bir eski istihbarat binasında, Saddam tarafından ölüm emri verilmiş Şiiler gibi asıldı. Hem de tam Sunniler için kutsal kurban bayramı arifesinde.
Sunniler geçmiş dönem iktidarlarının temsilcisinin Şiilerin ellerinde “kurban” edilmesine tanık olarak Kurban Bayramı’na girdiler.
Saddam Hüseyin kara maskeli cellatlarının kimler olduğunu büyük olasılıkla biliyordu yine de son sözlerinde Irak’ın bütünlüğünün korunmasını istedi. Kurulan koalisyon iktidarının güvenilmez olduğunu da hatırlatarak can verdi.
Yaşanan sembolik kurban töreni, ne yazık ki, Saddam’ın son dileğine bir zemin teşkil etmiyor. Irak bu “idam”la şiddeti hızla artacak bir iç çatışmanın, aşiretler, mezhepler, etnik kimlikler arasında kanlı bir hesaplaşmanın kaosuna itiliyor.
ABD ve müttefikleri, Saddam’a yükledikleri ve işgallerinin gerekçesi gösterdikleri tüm suçlamaları barındıran bir anlayışla Irak’ı yönetmeye çalışıyor. Irak’taki ABD güdümündeki iktidar, hızla Saddam’laşarak zıddına dönüşüyor.
Irak halkını zor günler bekliyor, Bağdat’ta iki mezhepten toplumların birbirinden bıçak gibi ayrıldığı, karşılıklı kıyımların yaygınlaştığı son zamanlarda en çok dile getirilen haberlerdi.
Saddam’ın öldürülmesinin ardından, nasıl bir gelişme yaşanacağını kestirmek zor. Saddam fiziki olarak yok edildi, ancak o artık bir “hayalet” olarak Irak’ın, Ortadoğu’nun üzerinde durmaya devam edecek.
Petrol üzerinden birkaç şirket sahibinin servetine servet katmak için insan yaşamının bu kadar ucuza tüketildiği daha kaç savaş yaşayacağız.
ABD’nin temsil ettiği emperyalist politikaların dünyanın her yerinde yenilgiye uğratılmadan barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin kalıcı hale getirilmesi de mümkün gözükmemektedir.
Bizlere düşen, Ortadoğu’da insanların bir birini boğazladığı, Amerikalı, İngiliz yoksul çocukların da kanının akıtıldığı bu kör dövüşünü durdurmak için var gücümüzle uğraş vermektir. Anti emperyalizm adına farklılıkları düşmanlık olarak gören milliyetçilik tuzağına düşmeden bunu başarmaktır.