Serflikten Gelen Yol Milton Friedman’ın Mart 1975’te Şili’ye yaptığı altı günlük seyahatin bu kadar çok tartışma yaratacağına ilişkin hiçbir fikri yoktu. Santiago’ya geçen onyıllarda Şikago Üniversitesi’nde Friedman’ın meslektaşı Arnold Harberger tarafından hazırlanan bir programda eğitilen bir grup Şilili iktisatçı tarafından davet edilmişti. “Şikago Delikanlıları” Allende devrildikten iki yıl sonra, diktatörlük enflasyonu kontrol altına alamayınca General […]
Serflikten Gelen Yol
Milton Friedman’ın Mart 1975’te Şili’ye yaptığı altı günlük seyahatin bu kadar çok tartışma yaratacağına ilişkin hiçbir fikri yoktu. Santiago’ya geçen onyıllarda Şikago Üniversitesi’nde Friedman’ın meslektaşı Arnold Harberger tarafından hazırlanan bir programda eğitilen bir grup Şilili iktisatçı tarafından davet edilmişti. “Şikago Delikanlıları” Allende devrildikten iki yıl sonra, diktatörlük enflasyonu kontrol altına alamayınca General Augusto Pinochet’in askeri hükümetinde gerçek bir nüfuz kazanmaya başladılar. Friedman’ın “şok tedavisi” ya da “şok programı” adını verdiği şeyin uygulanmasını, yani bütçe açıklarını finanse etmek için para basımına hemen son verilmesini, devlet harcamalarının yüzde yirmi ile yirmi beş oranında azaltılmasını, on binlerce kamu işçisinin işten çıkarılmasını, ücret ve fiyat denetimlerine son verilmesini, devlet işletmelerinin özelleştirilmesini ve sermaye piyasalarının kuralsızlaştırılmasını önerdiler. Friedman, “bütünüyle serbest ticaret”i tavsiye etmişti.
Diktatörlük serbest girişimciliğin korporatizmin bir kısmını oluşturduğunu ve geniş bir devlet sektörünün korunması gerektiğini hararetle savunmasına rağmen, Friedman ve Harberger planın askeri cuntaya “satılmasına yardımcı olmak” için Şili’ye gelmişlerdi. Friedman bir dizi konferans verdi ve Pinochet ile 45 dakika görüştü, bu görüşmede general “aslında kendi fikri ya da hükümetin düşünceleri konusunda pek az şey söyledi.” Ancak Friedman, on binlerce Şililiye işkence edilmesinden sorumlu olan diktatörün “şok tedavisi fikrinden hoşlanmış” gibi göründüğünü belirtti.
Friedman, bir Newsweek köşe yazarı olarak tanınması ve Allende’nin devrilmesinde Washington ile Amerikan şirketlerinin oynadığı rolün giderek açığa çıkması nedeniyle ülkesine şiddetli bir protestolar fırtınası arasında döndü. Allende’nin “sosyalizme giden demokratik yolu”nu istikrarsızlaştırmak için entrikalar çevirenler yalnızca Nixon, CIA ve diğer şirketlerin yanı sıra ITT değildi. Şimdi Şikago Üniversitesi’nden, serbest piyasa mucizelerinin reklâmını yapmak için Bechtel, Pepsico, Getty, Pfizer, General Motors, W. R. Grace ve Firestone’dan büyük maddi destekler alan tanınmış bir iktisatçı, Şilili yoksullar arasında işsizliği birdenbire artırma pahasına Allende’yi deviren diktatöre karşı devrimi nasıl tamamlayacağına ilişkin tavsiyelerde bulunuyordu. New York Times Friedman’ı “cuntanın ekonomik politikalarının rehberi,” olarak tanımlarken, köşe yazarı Anthony Lewis şu soruyu soruyordu: “Saf Şikago ekonomik teorisi Şili’de yalnızca baskı pahasına uygulamaya sokulabildiği takdirde, bu teorinin yaratıcıları biraz olsun sorumluluk duymayacaklar mı?” Friedman’ın üniversitesinde Spartaküs Birliği “Friedman’ı protestolarla teşhir ederek kampustan atma” sözü verirken, öğrenci yönetimi tıpkı o tarihte Şili’deki ABD suçları soruşturulurken kurulan Kilise Komisyonu gibi, kendi “Friedman/Harberger Sorununu Soruşturma Komisyonu”nu kurdu. Tüm basında Friedman adı “gaddar” ve “şok” sıfatlarıyla eşleşti ve profesör halka açık olarak yaptığı konuşmaların çoğunda küçük ama kalıcı protestolardan yakasını kurtaramadı.
Friedman muhtelif editörlere ve kendisini aşağılayan yazarlara yazdığı mektuplarda, Harberger’in Şili ekonomisini izlemekle daha yakından ilgilendiğine işaret ederek Şili’de oynadığı rolü önemsizmiş gibi göstermeye çalıştı. Savunmacı bir tutum takınmasına rağmen, göstericilerden kaçmak için konuşma yaptığı yerlere korumalarıyla birlikte mutfaktan ya da arka kapılardan girip çıkarak tartışmaların ve ani heyecanların tadını çıkardı. Benzeri tavsiyeleri Kızıl Çin, Sovyetler Birliği ya da Yugoslavya için verirken asla eleştirilmediğine işaret ederek “liberal McCarhyciliğin” çifte standardını teşhir ederek keyiflendi. Friedman Nobel ödül töreninde “kahrolsun kapitalizm, Şili’ye özgürlük” diye bağıran bir adamın salondan atıldığını anlatırken, protestonun geri teptiğini ve diğer ödül sahiplerinden “iki kat fazla alkış” aldığını memnuniyetle ifade etti.
Friedman Pinochet ile ilişkisini, eğer Allende iktidarda kalsaydı Şilililer “binlerce kişinin imhasına ve belki de kitlesel açlığa… işkenceye ve haksız tutuklamalara” katlanacaklardı diyerek savundu. Fakat binlerce insanın imhası, kitlesel açlık, işkence ve haksız tutuklamalar Şili’de tam da Şikago iktisatçısının hamisini savunduğu anda gerçekleşiyordu. Allende’nin devrilmesinin nedeni Şili’nin uzun süreli demokratik geleneğine ihanet etmeyi reddederek medeni yasaya başvurmasıydı. Friedman buna rağmen askeri cuntanın “bireysel girişimler ve yaşamın özel alanı için daha fazla olanak” sunduğu ve böylece “demokratik bir topluma dönme şansını” artırdığı konusunda ısrarcı oldu. Bunlar bütünüyle basmakalıp sözlerdi ama Friedman’a kapitalizm ile özgürlük arasındaki ilişki konusundaki anlayışını yeniden ifade etme şansı verdi.
Pinochet ve Friedman muhalifleri Şili’nin Şikago Ekolü tarafından savunulan mutlak serbest piyasacılığın yalnızca baskıyla mümkün olacağının kanıtı olduğunu söylüyorlardı. Friedman böylece özgürlüğün anlamını yeniden tanımlayarak buna karşı çıkmış oldu. II. Dünya Savaşı sonrasında egemen olan siyasal özgürlüğün bir tür ılımlı sosyal eşitliğe dayalı olduğu inancına karşı, “ekonomik özgürlük siyasi özgürlüğün vazgeçilmez gereğidir,” iddiasını ortaya attı. Bu “kapitalizm ve özgürlük” denklemi 1970’lerde muhafazakârlığın rehabilitasyonuna monetarizm teoremlerinden daha fazla katkıda bulundu. Yeni Düzen (1932’de Franklin D. Roosevelt’in seçim kampanyasında ilan ettiği 1929 ekonomik krizinin hal çarelerini açıklayan programdan yola çıkarak 1933-1939 yılları arasında yürürlüğe koyduğu iktisadi yasalar -ç.n.) öncesindeki muhafazakârlar kendilerini toplumsal hiyerarşi, ayrıcalıklar ve düzen savunması üzerine konumlandırmış oldukları halde, II. Dünya Savaşı sonrasındaki muhafazakârlar serbest piyasayı yaratıcılık ve özgürlük alanı olarak selamladılar. Günümüzde bu tür bir formülasyon, merkez politikacılar ve düşünce üreticileri tarafından mantıklı bulunup kabullenildikten sonra muhafazakâr hareketin merkezine yerleşmiştir. Bu aynı zamanda Bush’un, “ekonomik özgürlük”ten “siyasi özgürlüğe” oranla iki defadan fazla söz eden Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne de emdirilmiştir.
Friedman Şili’de olduğu sırada “Özgürlüğün Kırılganlığı” adlı bir konferans vermiş, bu konferansta “serbest toplumun imhasında refah devletinin ortaya çıkışının başlıca rolü oynadığı”nı anlatmıştır. Şili’nin bugünkü sıkıntılarının “neredeyse bütünüyle kolektivizm, sosyalizm ve refah devleti yönündeki kırk yıllık trende bağlı olduğunu… bu gidişatın özgürlükten çok baskı rejimine yol açacağını” iddia etmiştir. Pinochet rejiminin geçici bir projenin dönüm noktasını, gerçek özgürlüğün özüne ulaşmak için sahte demokrasi kılıfının yırtılmasını temsil ettiğini öne sürmüştür. Friedman ziyaretinin ardından Pinochet’e gönderdiği mektupta, “Sorunun kaynağı yeni değildir, kırk yıl önce sosyalizm yönünde başlayan eğilimden kaynaklanmıştır ve Allende rejimiyle mantıki ve korkunç zirvesine ulaşmıştır,” diye yazdı. Generali Şili’yi “bu eğilimi tersine çevirmek için zaten aldığı birçok önlemle” yeniden “doğru yola” soktuğu için övdü.
Friedman mücadelenin uzun süreceğini anlamış ve hatta onyıllar öncesinden Şili’deki mücadelenin ilk neferlerinden bazılarını
bu konuda görevlendirmişti. Şikago Üniversitesi’nin İktisat Fakültesi ABD hükümetinin Point Four adlı dış yardım programı ve Rockefeller Vakfı’nın verdiği paralarla 1950’lerin ortalarında Şili’deki Katolik ve devlet üniversiteleri için burs programları oluşturmuştu. 1957 ile 1970 arasında yaklaşık yüz civarında seçilmiş öğrenci önce Şili’de yakın plan çıraklık eğitiminden geçirilmiş, ardından Şikago’da yüksek lisans öğrenimi görmüştü. Friedman ve meslektaşları değişim programına fon sağlanmasını bir kalkınma bağışı olarak görüp, buna piyasayı bozduğu gerekçesiyle ilkesel açıdan muhalefet etmiş, ama verilen paraları fakültelerinin yüksek lisans programını finanse etmek için almışlardır. Ama aynı zamanda daha idealist denilebilecek bir amaçları daha olmuştur.
Latin Amerika, özellikle de Arjantin, Şili ve Brezilya gibi kıtanın güney ucundaki ülkeler 1950’lerden itibaren kalkınmacı iktisat için bir laboratuar haline geldi. Sosyal bilimciler, örneğin BM Latin Amerika Ekonomi Komisyonunun başkanı olan Argentine Raul Prebisch, piyasanın işleyişinde -uluslararası ticaretin koşullarını sorgulamak için enflasyon ve işsizliğin karşılıklı döngülerini yönetmeye odaklanmanın ötesinde- devletin aktif rol oynamasını öngören II. Dünya Savaşı sonrasındaki egemen ekonomik çerçeveyi hazırlayan John Maynard Keynes’in ardından Keynesçiliği yaygınlaştırdı. Prebisch’e ve diğer Latin Amerikalı iktisatçılara göre, kronik enflasyon herhangi bir ülkenin güvenilmez parasal sistemine verilen bir tepki olarak değil, küresel ekonomiyi gelişmiş ve az gelişmiş dünyalara bölen derin yapısal eşitsizliklerin belirtisi olarak anlaşılmalıydı. Değişken emtia fiyatları ve sermaye yatırımları birinci dünyaya avantaj sağlarken, üçüncü dünyanın aleyhine işliyordu. Siyasi yelpazenin farklı yerlerindeki iktisatçılar ve politikacılar devlet planlamasına, düzenlemelerine ve müdahalesine ihtiyaç bulunduğunu kabul ettiler. Bu tür fikirler yalnızca gelişmekte olan ülkelerin ekonomi politikalarını yönlendirmekle kalmadı, bağlantısızlar hareketinin 1973’te yaptığı Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen çağrısının yanı sıra BM ve Dünya Bankası koridorları ile konferans salonlarında da yankılandı.
Yeni Düzen’in dünya sahnesinde yaygınlaşması Şikago Ekolünün hiç hoşuna gitmedi. Bu fikirler ülkede uzun süredir Keynesçiliğe karşı çıkıp da şimdi onun otoritesinin küresel yaygınlık kazandığını görenlerin başına “bir bomba gibi” düştü. Şili burs programı bu görüşe muhalefet etmeyi amaçlıyordu. Şikago Üniversitesi’nin eski rektörü ve Dışişleri Bakanlığı yurtdışı eğitim programları direktörü William Benton, “Şili Üniversitesi’nin iktisatçıları Marx’tan çok Keynes ve Prebisch’in takipçileri olmuşlardır” ve “Şikago etkisi çağdaş ‘piyasa ekonomisi’ konusunda gündeme üçüncü bir temel bakış açısı getirecektir,” diye yazdı.
Öğrenciler Şili’ye yalnızca klasik iktisat konusunda eksiksiz bir eğitim alarak değil, aynı zamanda karanlıkta kalan topraklara bu inancı taşımak için yakıcı bir kararlılıkla döndüler. Üniversitelerin iktisat fakültelerindeki kalkınmacıları tasfiye ettiler ve serbest piyasa enstitüleri ile düşünce kuruluşları oluşturmaya başladılar. Örneğin, Sosyal ve İktisadi Araştırmalar Merkezi ve Özgürlük ve Kalkınma Vakfı gibi kuruluşlar ABD’deki emsalleri gibi büyük şirketlerin verdiği paralarla finanse ediliyordu. Misyonlarının kıtasal olduğunu anlamışlardı, kararlıydılar. Şikago mezunu Ernesto Fontaine’in söylediği gibi, “Tüm Latin Amerika’ya yayılarak özgürlüğü engelleyen ve yoksullukla geri kalmışlığı süreklileştiren ideolojik tutumlara karşı koyacak”lardı.
Arjantin’deki üniversitelerden de öğrencilerin katıldığı program, Amerikan toplumundaki rakip güçlerin çıkarlarıyla uyumlu bir biçimde kamusal ve özel ABD diplomasisinin değişken yapısının örneğidir. Kennedy kapitalist reformlar için İlerleme İttifakı’nı teşvik ettiği sırada, kıtadaki yoğun ölüm mangaları ağını oluşturacak kişi ve kurumları eğitiyor ve finanse ediyordu. Aynı dönemde Chase Manhattan, Chemical, Manufacturers Hanover ve Morgan Guaranty adlı bankalar Üç Taraflı Komisyonun kurulması sayesinde üçüncü dünyada daha uzlaştırıcı bir ekonomik politikayı teşvik etmekteydiler. Nixon’un talimatıyla Şili’ye verdikleri kredileri kesiyorlar ve ekonomisinin “feryat etmesi”ni sağlıyorlardı. Ve aynı zamanda Truman’dan Nixon’a tüm Amerikan başkanları Keynesçiliği benimsiyordu. ABD hükümetinden mali destek alan Şikago Üniversitesi İktisat Fakültesi ise kendisini Latin Amerikalı iktisatçıların bir kuşağının beynini yıkayarak uluslararası bir kapitalist isyana öncülük etmelerini sağlayan bir serbest piyasa medresesine dönüştürmüştü.
Ancak, fırtınalı 1960’lar ve 1970’ler boyunca devrim sonsuza dek ertelenmiş gibi görünüyordu. 1960’ların sonunda Şikago Delikanlıları 1970 seçimlerinde Allende’ye yönelik milliyetçi muhalefet platformunu hazırlamıştı, bu platformda sonunda Pinochet döneminde uygulamaya sokulacak olan çok sayıda öneri bulunuyordu. Fakat Allende kazandı, Şili beklemek zorundaydı. Bu arada Brezilya’da 1964’te iktidarı ele geçiren askeri cunta 1973 yılında tavsiyelerde bulunması için Friedman’ı ülkeye davet etti, ancak verdiği tavsiyeler kısa ömürlü oldu. Ardından şiddetli bir durgunluk ve muazzam bir işsizlik ortaya çıktı. Friedman “şok tedavisi”nin bu ilk uygulamasının bir “ekonomik mucize” olduğunu ifade etti. Fakat generaller akıllıca davranarak geri adım attılar ve devletin yönetimindeki sanayileşme programına geri döndüler. Enflasyonu dizginleyemeseler de, işsizliği azalttılar ve Brezilya’nın Latin Amerika’daki mevcut ekonomik egemenliğinin temellerini attılar. Richard Nixon da birinci başkanlık döneminin başlarında 1972 seçimlerini gözeterek bir Keynesçi olduğunu açıkladı ve para kesesinin ağzını açtı. Friedman Nixon’un “feci bir hayal kırıklığı” olduğunu düşünüyordu.
Bu durumda Pinochet en muteber kişilik olmamakla birlikte yola devam etme arzusundaki tek kişi olarak kaldı. Business Week’e göre Şili parasal denetim aracılığıyla enflasyonu dizginlemenin “laboratuar deneyi” haline geldi. Barrons’a göre, “son dönemde gelişmekte olan dünyada uygulanan en önemli değişiklikleri” gerçekleştiriyordu. Amerikalı iktisatçılar “dünyanın nasıl işlemesi gerektiğine ilişkin tezler” yazmakla uğraşırken, “başka bir ülke bunları uygulamaya sokuyor”du.
Şili cuntası Friedman’ın ziyaretinden bir ay sonra “neye mal olursa olsun” enflasyonun durdurulacağını açıkladı. Rejim devlet harcamalarını yüzde yirmi yedi azalttı, ulusal para basımını neredeyse durdurdu ve yığınlarca eskudo’yu ateşe verdi. Devlet elini bankacılıktan çekti ve faiz oranlarını da içerecek şekilde finans alanını kuralsızlaştırdı. İthalat vergilerini azalttı ve 2000’in üzerinde ürünün fiyatını serbest bırakarak yabancı sermaye üzerindeki kısıtlamaları kaldırdı. Pinochet komşu ülkelerle bölgesel sanayileşmeyi teşvik etmek amacıyla kurulan birçok ittifakı sona erdirerek, ülkesini ucuz malların Latin Amerika’ya sokulduğu bir giriş kapısına dönüştürdü. Hükümet dört yüzün üzerinde kamu işletmesini muazzam bir servet transferi olarak açık artırmayla özel sektöre devrettiğinde on binlerce kamu işçisi işini kaybetti. Çok uluslu şirketlere yalnızca elde ettikleri kârın yüzde yüzünü kendi ülkelerine götürme hakkı bahşedilmekle kalmadı, aynı zamanda bunu yapmaları için garantili döviz kurları sağlandı. Yatırımcı güvenini kazanmak için eskudo dolara sabitlendi. Dört yıl içinde, yaln
ızca Allende döneminde değil, daha önceki İlerleme İttifakı’nın yaptığı toprak reformu sırasında kamulaştırılan arazilerin yüzde otuzu eski sahiplerine iade edildi. Yeni yasalar işçileri “serbestçe” alım satımı yapılan herhangi bir mal gibi görüyor, kırk yıllık ilerici sendika yasaları bir kenara atılıyordu. Sağlık hizmetleri tıpkı emeklilik fonları gibi özelleştirildi.
Gayrisafi Milli Hasıla yüzde on üç azalırken, sanayi üretimi yüzde 28 düşüş kaydetti ve alım gücü 1970’teki düzeyinin yüzde kırk altına indi. Ulusal işletmeler birbiri ardına iflas etti. İşsizlik had safhaya çıktı.
Ancak 1978 yılında ekonomi kendine geldi, 1978 ile 1981 arasında yüzde otuz ikilik bir genişleme görüldü. Ücret düzeyleri onyıl öncesine göre yaklaşık yüzde yirmi daha düşük seyretmesine rağmen, kişi başına milli gelir yeniden yükselmeye başladı. İlerlemenin belki de daha iyi bir göstergesi işkence ve yargısız infazların giderek azalmasıydı. Ancak geriye bakıp değerlendirildiğinde, artık Şikago iktisatçılarının üç yıllık ekonomik büyüme karşılığında kazandıkları itibara rağmen Şili’yi çöküşe yaklaştırdıkları açıkça görülmektedir. Ekonominin kendine gelmesi finans sisteminin liberalleştirilmesi ve yoğun yabancı yatırımların bir fonksiyonuydu. Öyle görünüyor ki bu yatırımlar spekülatif alemlere, bankacılık sisteminin tekelleşmesine ve ağır borçlanmaya neden oldu. Yabancı sermaye akını sabit kurun kısa bir süre korunmasına izin verdi. Fakat 1978’de 2 milyar dolar olan özel borçların hızla yükselerek 1982’de 14 milyar doların üzerine çıkması Şili parası üzerinde dizginlenemeyen bir baskı oluşturdu. ABD dolarına bağlanan eskudo’nun değeri suni olarak yüksek tutuldu ve bir ucuz ithalat akınına yol açtı. Tüketiciler TV, araba ve diğer pahalı malları satın almak için liberalleştirilmiş kredilerden yararlanırlarken, tasarruflar azaldı, borçlar arttı, ihracat düştü ve dış ticaret açığı şişkinleşti. 1982’de her şey darmadağınık oldu. Bakır fiyatları hızla düştü ve Şili’nin dış ticaret açığını yükseltti. Gayrisafi Milli Hasıla yüzde on beş düştü, sanayi üretimi süratle daraldı. İflaslar üçe katlandı ve işsizlik yüzde 30’u vurdu. Pinochet eskudoyu sabit tutma sözü verdiği halde devalüasyona gitti ve ya liberalleştirilmiş krediler sayesinde dolarla borçlanan ya da eskudo tasarruf eden yoksul Şililileri mahvetti. Merkez Bankası rezervlerinin yüzde kırk beşini kaybederken, özel bankacılık sistemi çöktü. Kriz, devleti Allende döneminden kalan yasaları raftan indirip bankacılık sisteminin yaklaşık yüzde yetmişine el koymaya ve finans, sanayi, fiyat ve ücretleri yeniden denetim altına almaya zorladı. Ülkeyi iflastan kurtarması için IMF’ye başvuran Pinochet yabancı alacaklılara ve bankalara geri ödeme yapacağına dair kamusal güvence verdi.
Fakat 1982 krizinden önce 1978 ile 1981 arasında altın yıllar yaşanmıştı. Allende döneminde uluslararası solun Şili’ye akın etmesi gibi, Pinochet yönetiminde de ülke serbest piyasa hakkının kâbesi haline geldi. İktisatçılar, siyasal bilimciler ve gazeteciler “mucize”ye ilk elden tanıklık etmeye geldiler, Şili’yi dünyanın her yerinde uygulanması gereken bir model ilan ettiler. Avrupa ve Amerikan bankalarının temsilcileri Santiago’ya akın etti, kafir Allende’nin kabul etmediği kredileri Pinochet’e vererek onu ödüllendirdiler. Dünya Bankası ve Inter-Amerikan Development Bank (Amerikan Kalkınma Bankası) 1976 ile 1986 yılları arasında Şili’ye 3.1 milyar doların üzerinde 46 kredi vererek onu sorumluluk timsali olarak göklere çıkardılar.
Parayla ilgili insanların yanı sıra Pinochet rejimiyle dayanışma gösterisi yapmak için sağ kanat eylemciler de Şili’ye geldi. Sonunda, 1976 ve 1980’de Cumhuriyetçi aday olarak Reagan’ın etrafında toplanan diğer kadroların yanı sıra National Review’den William Rusher ABD’de Pinochet aleyhine yazılar yazan eleştirel basına muhalefet edecek bir dayanışma komitesi olan Amerikan-Şili Konseyi’ni örgütledi. Rusher 1978’de Şili’ye yaptığı bir ziyaretten sonra, “Şili’de bir tane rejim karşıtı bile bulamadım, Şili hükümetinin” işkence yaptığına “kim inanır ki?” diye yazdı. Rusher, radikal serbest piyasa politikalarının neden olduğu “geçici insani huzursuzluk” konusunda, yarınki çok daha sağlıklı toplumun çıkarları doğrultusunda belirli bir miktar yoksunluğun bulunması ne katlanılmaz ne de mutlaka ayıplanması gereken bir şeydir,” diye düşünüyordu.
Avusturyalı bir göçmen ve Şikago Üniversitesi profesörü olan, Road to Serfdom (Serfliğe Giden Yol) adlı kitabında devlet planlamasının “özgürlük ve refah” değil, “esaret ve sefalet”e neden olacağını iddia etmeye cüret eden Friedrich von Hayek Pinochet’in Şili’sini birkaç kez ziyaret etti. Öylesine etkilendi ki ünlü Mont Pelerin Derneği’nin bir toplantısını orada yaptı. Hatta Thatcher’a serbest piyasa devrimini tamamlamak için Şili’yi örnek almasını dahi tavsiye etti. Başbakan Şili’nin 1982’de yaşadığı finansal çöküşün arifesinde Şili’nin “çarpıcı bir başarı”yı temsil ettiğini kabul ettiğini ama İngiltere’nin “demokratik kuruluşlarının ve yüksek derecede mutabakat gereğinin” Pinochet tarafından alınan “önlemlerden bazılarını kabul edilemez” kıldığını düşündüğünü ifade etti.
Hayek de Friedman gibi Pinochet’i bir diktatör olarak egemenliğini yalnızca bir “geçiş dönemi” boyunca değil, onyıllardır süren devlet düzenlemeleri ortadan kaldırılıncaya kadar sürdürmesi gereken yeryüzüne inmiş gerçek bir özgürlük tanrısı olarak görüyordu. Şilili bir muhabire, “Kişisel tercihim liberalizme yararı dokunmayacak demokratik bir hükümettense, liberal bir diktatörlükten yana,” dedi. London Times’a yazdığı bir mektupta cuntayı savundu, “fazlasıyla iftiraya uğrayan Şili’de Pinochet yönetiminde kişisel özgürlüklerin Allende dönemine göre çok daha fazla olduğunu kabul etmeyen tek bir kişi bile görmediği”ni bildirdi. Tabi ki Pinochet rejimi tarafından katledilen binlerce kişi ve işkenceden geçirilen on binler konuşamıyordu.
Felakete Hayek’in Şikago Üniversitesi’ndeki meslektaşı Milton Friedman neden olmuştu, ama Şili’nin kapitalist savaşçılarına gerçek ilhamı veren Hayek’ti. Allende rejimini Şili’nin savaş sonrası refah devleti ile varsayılan totaliter geleceği arasında bir ara istasyon olarak tanımlayan Hayek’ti. Cunta bu sayede uyguladığı terörü yalnızca Şili’nin Stalinist bir çalışma kampına dönüştürülmesini engellemek için gerekli olmakla kalmayıp, aynı zamanda elli yıllık ithalat vergilerini, sübvansiyonları, sermaye denetimlerini, işçi yasalarını ve sosyal refah hükümlerini silip süpürmek için zorunlu olan bir uygulama olarak meşrulaştırmış oldu. Maliye bakanı Sergio De Castro’ya göre “yarım yüzyıldır yapılan hatalar” Şili’yi kendi serflik yoluna götürüyordu.
Hükümetin ekonomi danışmanı ve hem Hayek’in hem de American Entrprise Institute teologu Michael Novak’ın baş müridi olan Miguel Kast, “Bu bizim için bir devrimdi,” dedi. Şikago iktisatçıları Şili toplumunu radikal olarak ve acilen “kökten” bir biçimde dönüştürmüşler, onun “sahte demokrasi”sini yok etmeyi başarmışlardı (Şili 1973’ten önce Amerika kıtasındaki en kalıcı anayasal demokrasilerden birine sahipti).
Friedman ekonomik özgürlüğün siyasi özgürlükten üstün olduğunu ima ederken, Şikago grubu bu tür bir hiyerarşiyi, adını Hayek’in 1960’daki tezinden alan Özgürlük Anayasası adlı 1980 tarihli bir anayasa ile kurumsallaştırdı. Yeni anayasa ekonomik özgürlük ile siyasi otoriteryanizmi birbirini tamamlayan nitelikler olarak kutsuyordu. Pi
nochet gibi güçlü bir yönetici ihtiyacını yalnızca toplumu kökten dönüştürmek için değil, “Şili düşünce tarzında bir değişim” oluncaya kadar bunu sürdürmek için de zorunlu görüp, meşrulaştırıyorlardı. Merkez Bankası başkanı Şilililer uzun süredir “zafiyetle eğitildiler” ve onları “güçlü biçimde eğitmek” için güçlü bir ele ihtiyaç vardı diyordu. Şok tedavisinden kaynaklanan yüksek iflas oranlarının toplumsal sonuçlarına ilişkin soru sorulduğunda ise Amiral Jose Toribio Merino “bu ekonomik yaşamın… balta girmemiş ormanıdır. Bu, yanındakini öldürebilecekken, yanındakinin onu öldürdüğü vahşi canavarların ormanıdır. Gerçeklik budur,” diye yanıt veriyordu.
Böylesine vahşi bir rekabet ve risk nirvanasına ulaşabilmek için Şililileri tüketimcilik, bireycilik ve katılımcı olmaktan çok pasif bir demokrasiye ilişkin değerleri kabullenmeye zorlamak amacıyla bir diktatörlüğe gerek vardı. Pinochet 1979’da Friedman’ın iki müridi tarafından yazılan konuşmasında “Demokrasi kendi başına bir amaç olamaz,” yalnızca mutlak ekonomik özgürlüğü koruyan gerçek “özgür toplum”a götüren bir kanaldır demişti. Friedman kapitalizm ile diktatörlük arasındaki ilişkiye ihtiyatlı yaklaşmış olmasına rağmen, eski öğrencileri bu konuda istikrarlıydı. Maliye Bakanı Castro, “Bir kişinin gerçek özgürlüğü yalnızca herkese eşit kurallar koyarak gücünü kullanan otoriter bir rejim aracılığıyla güvence altına alınabilir,” diyordu. “Kamuoyu [bize] fazlasıyla karşı, bu nedenle politikamızı sürdürmek için güçlü bir kişiliğe ihtiyacımız var.”
Jeane Kirkpatrick öncüye olan saygısını göstermek, Pinochet’i ekonomik girişimleri nedeniyle övmek için Şili’ye gidenler arasındaydı. Büyükelçi, “Şili ekonomisi büyük bir başarı,” dedi, “herkes bunu biliyor ya da bilmeli.” 1981’de resmen göreve başlamasının hemen ardından “Birlikte keyifli bir biçimde çalışabilmek için [Washington’un] “Şili ile ilişkilerini bütünüyle normale döndürmek amacıyla” Reagan tarafından Şili’ye gönderildi. Bu keyifli çalışma ekonomik ve askeri yaptırımların sona erdirilmesini ve Carter’in “ayrımcı” insan hakları politikasının yürürlükten kaldırılmasını da içeriyordu. Ancak bu tür keyifli çalışmalar gözaltında kaybolanların akrabalarıyla karşılaşmayı, tanınmış muhalefet liderlerinin kısa süre önce sürgüne gönderilmesi konusunda yorum yapmayı ya da Pinochet’i Allende’nin ABD büyükelçisi Orlando Letelier’in 1976 yılında Washington’daki Dupont Meydanı’nda arabasına bomba koyarak katletmekten sorumlu tutmayı içermiyordu. Kirkpatrick bu tür tüm sorunların “sessiz diplomasi” ile çözüleceğini iddia ediyordu.
Amerikan politikasının kendi özgün çerçevesini oluşturan din, ırk ve cinsiyet etrafındaki mücadeleleri bir yana bırakan Şili, Yeni Adalet gündemine öncelikle demokrasiyi ekonomik özgürlük açısından tanımlamayı ve yürütmenin gücünü iade etmeyi aldı. Pinochet’in demir yumruğu altında ülke, tanınmış bir Şikago mezunu Cristian Larroulet’e göre, “dünyadaki, devlete dayalı serbest toplumsal düzen biçimlerine yönelik eğilimin öncüsü,” haline gelmişti. Örneğin, emeklilik sistemini özelleştirmişti ki bu bugün Sosyal Güvenliği dönüştürmenin modeli olarak kullanılıyordu. Bush 1997’de Şilili bir iktisatçı ve aynı zamanda Şikago mezunu olan Jose Pinera’dan bu işleri nasıl yapacağına dair tavsiyeler alıyordu. Pinera, Pinochet “tarih yaptığını düşünüyordu,” dedi, “hem Reagan’ın hem de Thatcher’in ilerisinde olmak istiyordu.”
Friedman da kendisini öncü kol içinde gördü. Ölümünden sonra New York Times’da yer alan ve Şili’deki rolüne yalnızca bir cümle ayrılan yazıda, “Her kuşakta sonuna kadar giden birileri olmak zorunda, tıpkı benim yaptığım gibi,” cümlelerine yer veriliyordu.
Her ikisi de (Pinochet ve Friedman -ç.n.) cüretkâr ve acımasız yenidünyanın öncüsü ve müjdecisiydi. Fakat eğer Pinochet’in devrimi tüm Latin Amerika’ya ve diğer ülkelere yayılsaydı, öncelikle ABD’ye yerleşmesi gerekiyordu. Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun zamanında acı bir biçimde gözlemlediği gibi, diktatör “fiyatları serbest bırakmak için insanlara işkence yaptığı” sırada dahi, Ronald Reagan’ın arkasında birleşecek olan isyanın dumanları tütmeye başlamıştı.
Bugün Pinochet “şok tedavisi” tarzı nedeniyle ev hapsine mahkûm, Friedman ise öldü. Fakat oluşmasına yardımcı oldukları gittikçe daha da tuhaflaşan dünya yaşıyor. 1975’te Şili’de aşırı olarak değerlendirilen her şey şu anda ABD’de sıradanlaştı: Piyasanın insan doyumunun bütünlüğünü tanımladığı ve hükümetin özgürlük adına işkence yaptığı bir topluma dönüştü.
Greg Grandin New York Üniversitesi’nde (NYU) Latin Amerika tarihi dersleri veriyor ve bu makalenin alındığı Empire’s Workshop: Latin America, The United States and The Rise of New Imperialism (İmparatorluğun Atölyesi: Latin Amerika, ABD ve Yeni Emperyalizmin Yükselişi) adlı kitabın yazarı. Kendisine [email protected] adresinden ulaşılabilir.
[Counterpunch.org’dan Neşenur Domaniç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]