Venezüella’da Bolivariana Üniversite Sistemi’nin rektörü Andres Eloy Ruiz ile bir söyleşi* Chris Gilbert ve Cira Pascual, 25 Kasım, 2006 Venezüella’nın Bolivariana Üniversitesi,(UBV), bir üniversite olmaktan ötede, ülke çapında bir eğitim sistemi. Andres Eloy Ruiz ise, bu sistemin ve “Mision Sucre” adı altında, Caracas ve Maracaibo’nun derme çatma, gecekondu diyebileceğimiz semtlerinden Amazon bölgesinin uzak köylerine ve […]
Venezüella’da Bolivariana Üniversite Sistemi’nin rektörü Andres Eloy Ruiz ile bir söyleşi*
Chris Gilbert ve Cira Pascual, 25 Kasım, 2006
Venezüella’nın Bolivariana Üniversitesi,(UBV), bir üniversite olmaktan ötede, ülke çapında bir eğitim sistemi. Andres Eloy Ruiz ise, bu sistemin ve “Mision Sucre” adı altında, Caracas ve Maracaibo’nun derme çatma, gecekondu diyebileceğimiz semtlerinden Amazon bölgesinin uzak köylerine ve Ilanos yöresindeki kasabalara kadar uzanan ve ülkenin tamamını saran eğitim ağının yaratıcısı ve yöneticisi. Bolivariana’nın programı, öğretmen ve öğrencilerin toplumdan kopuk olduğu geleneksel eğitim sisteminden farklı olarak toplumla bağlantıyı merkezine alan ve Venezüella’da 21. yy sosyalizminin yaratılmasında rol alacak yeni vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlayan bir sistem. Bu hedefler, Avrupa ve ABD’den kaynaklı üniversite modelinin yeniden, radikal biçimde düşünülmesini gerektiriyor ve bu zor girişim de Venezüella’nın Bolivarcı sürecinin özünde yer alıyor. Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti’nin anayasası bütün vatandaşlarına yüksek eğitim garantisi veriyor ve şu anda üniversite düzeyinde eğitim programlarına kayıtlı 350.000 yeni öğrenci var.
Eloy Ruiz ile UBV’nin 2003’te kuruluşundan beri merkezi olan Caracas yerleşkesinin, onuncu katındaki çalışma odasında konuştuk.
Eğitimin metalaştırıldığından ve bu metanın pazar değerinin yüksek kalabilmesi için eğitimlilerin sayısının düşük tutulduğundan söz etmiştiniz. Neoliberal eğitim sisteminin pazar ekonomisi mantığı ile burada, UBV’de, verilen eğitimin mantığı arasındaki farktan söz eder misiniz?
Eğitimin her zaman üretim yöntemlerine ve geçerli sayılan toplum modeline bağlı bir rolü olmuştur. Venezüella, uzun yıllar boyunca, bu ülkeyi yönetenler tarafından tek ürünü olan bir petrolcü olarak kabul edildi. Bu işlenmiş bir ürün değil işlenmemiş bir maddeydi, onu işleyecek olan bir ülkeye satılıyordu. Biz ham petrol, alüminyum ve demir satıyorduk; plastik, işlenmiş alüminyum ya da köprü yapmak için üretilmiş demir direk bile değil… Bu bizi bağımlı kılan bir ekonomik modeldi; bir bağımsızlık ya da karşılıklı dayanışma modeli değildi. Bu modelde alış veriş şartlarını belirleyen, daha güçlü bir merkez rolünü oynayan ABD idi.
Bu durumdaki bir ülkede gelişen eğitim, olsa olsa bir yan eğitim olabilir. Bizde de, üretime yönelik değil, idareciliğe yönelik bir eğitim sisteminin gelişmesine yol açmıştı. Bu idarecilik, teknoloji alanında değil, tarım ya da yiyecek üretiminde bile değil, hizmet alanlarındaydı. Teknolojiyi üretecek değil tüketecek ve yönetecek idareciler yetiştiriyorduk. Örneğin, hala bu modelde eğitim veren özel üniversitelerde Endüstri Mühendisliği dalındaki öğrenciler, yedinci dönemlerine geldikleri halde daha bir türbin görmemişlerdir bile. Ellerine makinenin kitapçığını alıp çözüm bulabilmeleri için yetiştiriliyorlar -bir türbin üretebilmek için değil…
Bizden önceki eğitim sistemi, küçük gruplar için tasarlanmıştı. Evinde kitap olmayan öğrenciye kitap ve bilgi sağlamak gibi bir amacı yoktu. Farklılıkları çoğaltan bir sistemdi. Evde kitapları olan, okuyan bir baban varsa, ayrıcalıkların varsa, en iyi eğitimi alabiliyordun. Ve bu devlet okullarının oluşturduğu sistemdi!
1968/69’da Venezüella’da ilk özel okullar açıldı. 1950’lerin sonunda tek bir özel üniversite varken, 1998’de özel üniversiteler devlet üniversitelerinden daha fazlaydı. Prestijli üniversiteler artık özeldi. Bu nasıl mı oldu? Halk, çocuklarının eğitimli olmasını istedikçe, elitler ayrıcalıklarını sürdürmek için özel bir eğitim sistemi yaratmışlardı. En iyi hocalar özel üniversitelere geçmeye başlayınca devlet üniversitelerinde bir eksiklik ortaya çıktı ve böylece özel üniversiteler fazladan bir değer kazandı. Neoliberal sistemde yatırım nerede getirisi fazla olacaksa oraya gider ya, bu durumda da yatırım, evlerinde kitaplık olan ve zaten bir birikimle gelebilen öğrencilerin kaydolduğu özel okullara yapılıyordu.
Bu ayrışım, önce ortaokul ve lise süreçlerinde ortaya çıktı. Ondan sonra üniversite düzeyinde kendini gösterdi. Bazı alanlarda yüksek eğitim pahalıdır. Tıp eğitimi için bir hastaneye, mimarlık eğitimi için de uygun bir mekana ve laboratuarlara ihtiyacınız vardır. Ortaokul ve lisede özel okula gittiyseniz, prestijli devlet üniversitelerinin yolu da size açılır. Bu modele göre, üniversiteye giriş sınavlarında elit grupların çocukları başarılı oluyor ve böylece, devlet üniversiteleri bile %90’ı özel, ayrıcalıklı eğitim sektöründen gelen öğrencilere hizmet veriyordu.
Bu duruma paralel olarak, bir değer kaybını önlemek için devlet sisteminin büyümesini sınırlamak gerekiyordu. Sonuçta tıp, mühendislik ve hukuk, birçok öğrenciye kapalıydı. Genişlemeler eğitim, yönetim ve hizmet alanlarında olabiliyordu. Bu model, neoliberalizmin üniversitelere verdiği rolü tehdit etmiyor, elit mesleklerin ekonomik elitlerin çocuklarına gitmesini garantiliyordu.
Yani Bolivarcı hükümet yüksek eğitimi bir hak olarak kabul ederken, önceki hükümet yüksek eğitimi elit grupların çocuklarına ayrılmış bir meta olarak görüyordu diyebilir miyiz?
Evet. Bu 1998’de azar azar değişmeye başladı. Sonra 2003’te, misionların ortaya çıkmasıyla esaslı bir değişim yaşandı. 2003’te okuma yazmanın yaygınlaşmasıyla başlayan ve yüksek eğitime kadar giden bir eğitim kampanyası başlattık.
Yüksek eğitim, yani “Mision Sucre” programı, okuma yazma programlarımızdan farklıydı. Şöyle ki okuma yazma eğitimini nerede olsa yapabilirsiniz. İlk ve orta eğitim de bir tek okul binası ister. Tuvaleti bozuk da olsa, ampulleri eksik de olsa orada eğitim verilebilir. Ama yüksek eğitim, ülkenin 325 bölgesinden yalnız 71’inde vardı. Bütün öğrencilere yüksek eğitim vermek istiyorsanız, onların hepsini o 71 bölgeye göndermeniz mümkün olamaz. Tam tersi gerekir. Bu ne demek? Eğitimi insanlara götürmek demek. “Mision Sucre” ile her bölgede bir yüksek eğitim sistemi geliştirmek demek. Yüksek eğitimin iş yerlerinde, toplumun içinde, insanların bulundukları yerde yapılması çok önemlidir. Böylece, örneğin okullar öğretmenlerin yetişmesinde, hastaneler ise doktorların yetişmesinde rol oynamak zorunda.
Peki bu nasıl işliyor? Bu program bizim 350.000 kişiyi yüksek eğitim sistemine dahil edebilmemizi sağladı. Başarılı olduğumuzu artık söyleyebiliriz. Ama bu kazançları iş ortamında ve toplumun içinde kaybetmemek için önlemler almamız gerekiyor. Doktorların ve öğretmenlerin yetişmesi çok başarılı oldu. Bu programlardaki öğrenciler kendi toplumlarındaki okullarda ve sağlık merkezlerinde çalışıyorlar. Şimdi 14.000 yeni tıp öğrencisini bu sisteme alıyoruz. Biz buna entegral sistem diyoruz. Gelecek yıl da 13:000 öğrenci alacağız.
Bu sayıları duyunca bana “bu kadar çok doktoru ne yapacaksınız?” diye soranlar oluyor. İşin gerçeği şu ki bir doktor çeşitli ortamlarda yararlı olabilir -yalnız muayene odasında, ya da hastanede değil. Bir doktor yalnız bu ülkenin değil bütün insanlığın hizmetindedir. Kübalıların bizim sağlık sigorta sistemimizi başlatabilmemiz için 14:000 doktor gönderebilmesi bunun bir örneğidir. Doktorlar öyle olmalıdır -bütün insanlara sağlık hizmeti sunabilmelidirler. Pakistan’da deprem mi oldu? Bir yerde Tsunami mi oldu? Küba’dan binlerce doktor oralara gidebildi. Biz doktorlarımızın bütün Güney Amerika kıtasında görev yapmasını bekliyoruz. Afrika’nın doktora ihtiyacı var. Doktorlar bir toplumsal görevi yerine getirecekler. <
br>
Öğretmen yetiştirmekte de başarılıyız. Eski okullara da yeni okullara da yepyeni bir yaklaşımla geliyorlar.
Teknolojik alanda ise yavaş ilerliyoruz -bu uzak bölgelerimiz için de gerekli. Bu yıl Haziran ve Eylül arasında iki milyon kitap yayınladık. Bu çok önemli çünkü öğrencilere kitaplarını biz veriyoruz. Çocukların paraları olması, bir dükkana gidip almaları gerekmiyor. Ülkenin her köşesine ulaşacak bir kütüphane sistemi de geliştiriyoruz…
Tamam, doktorları, öğretmenleri toplumla bütünleştirmek zor bir iş değil ama diyelim çevre mühendisliğini nasıl bütünleştireceğiz? Her çevre öğrencisi bir su arıtma ya da çöp geri dönüşüm programında ya da sera etkisi yapan gazların azaltılması programında çalışıyor olmalı. Bunları üzerlerinde çalıştıkça geliştiriyoruz.
Öğrencilerin toplumla ilişki içinde olmalarını istiyoruz. Bu eğitim programımızın bir parçası. Programın merkezinde “proyecto” dediğimiz toplum deneyimi var. Bir öğrenci, hangi alanda çalışıyor olursa olsun toplum için bir şeyler yapabilmeli. Diyelim o toplumun elektrik sorunları var, kabloları karışmış, öğrenci bununla uğraşmalı. Barrio’larda elektrik kullanımının akılcı ve tutumlu olması için insanları bilgilendirebilmeli. Bu yaklaşımla, öğrencilerimiz hem yüksek düzeyde politik bilinçlerini hem de toplumla bağlantılarını geliştiriyorlar.
Bildiğimiz üniversitelerin kökleri, 18. yy. Almanya’sına uzanıyor. Yapılarının özünde bazı tutucu mekanizmalar var: farklı bölümler olması, öğrenci-hoca ilişkileri hep status quo’yu sürdürmeye yarayan ayrımlar. Sizin Bolivarcı Üniversitenizde bunun tam tersini görüyoruz. Venezüella’da üniversitenin devrimci bir yapısı var. Bu yapısal temelden biraz söz eder misiniz?
Evet, modern üniversite, ortaçağ üniversitelerinin bir uzantısı. Ya, Alman modelinde olduğu gibi bir çalışma alanına bağlı olarak ya da bir felsefe kurumu olarak gelişmiş. Bu modelde üniversite, çalışma yaşamından kopuk oluyor. Bizim üniversitelerimizde de bu modellerin kalıntıları var. Bazı profesörler profesör olmak için geliyorlar. Kendilerini öğrencilerle birlikte dinamik özneler olarak göremiyorlar. Bazen, projeleri üniversite binasından yönetmek istiyorlar. Bu olamaz. Projeleri toplumun içinde yürütmeleri gerekiyor. Bazen öğrencilere “çalışmanın nasıl yapılacağını öğrettim. Araştırmayı yap bana getir” diyorlar. Halbuki bizim istediğimiz yalnız öğrenme sürecine değil toplumda problem çözme sürecine de tam katılmaları.
Farklı disiplinlerin de bütünleşebilmesini istiyoruz. Örneğin, bir sosyoloji öğrencisi ve çevre öğrencisi iş birliği içinde çalışabilirler. “Ben geri dönüşümle ilgileneyim, sen, su kirliliğinin topluma etkisiyle ilgilen… Bir takım oluşturup, birlikte çalışabiliriz.” Kompleks ve çeşitliliği olan bir gerçek karşısında, toplumların çeşitli sorunlarını çözme amacıyla disiplinler arası işbirliği içinde çalışılabilir .
Yapmaya çalıştığımız bir şey daha var ki bu da zaman alacaktır: öğrenciler ve hocalar arasında oluşan tahakküm ilişkilerini değiştirmek… Hocanın bilgi birikimini öğrenciler üzerinde güç olarak kullanmasını istemiyoruz. Hiyerarşik ilişkilere dayanan bir sistemde alınan eğitim, özgürleşmeye yararlı olamaz. Popüler, devrimci bir eğitim sistemi oluşturmakta olduğumuza inanıyorum, ama yolumuz uzun… Tohumları ektik. İlk filizleri de görüyoruz.
Ülkenizdeki muhalefet size baskı yapıyor, eğitim sisteminizi eleştiriyor. Bu şartlarda çalışmak nasıl bir şey?
Şili’de de sağcılar Allende hükümetini burada da kullanılan sloganlarla yıpratmaya çalışmıştı. “Çocuklarımı ve mallarımı rahat bırak!” gibi… Ama bu sloganlar uluslararası ortamda işe yaramadı. Şimdi de sağcılar uluslararası ortamda başka işler çeviriyorlar. ABD de bazı öğrencilerin eline, Amazonları, Brezilya’yı ve Venezüella’yı “insanlığın federal alanı” diye tanımlayan haritalar veriliyor, sanki bu sözü geçen ülkeler insanlığa ait olan kaynaklara el koyuyorlarmış gibi. ABD 20 yıl içinde Latin Amerika’yı istila etme planları yapıyor. Bu arada uysal hükümetlere, yoksul ve bilgisiz halklara ve teknolojik gelişmelerden yoksun bırakılmış toplumlara ihtiyaçları var ki Irak’ta yaptıklarını yapabilsinler.
Bu çerçevede, ülkedeki sağcılar, ABD ile birlikte, “mision”larımızı karalamaya çalışıyorlar. Ama öte yandan, uluslararası yatırım riskini ölçen şirketler Venezüella’nın yatırım için en elverişli yerler arasında olduğunu söylüyor. Yani burada hala servet oluşturma olanağı var ki bu da tabii sosyalistler açısından olumsuz bir şey.
Eğitim sistemimizin amacı, insanların toplumsal sorumluluklarının bilincinde olduğu bir toplum yaratmak. Bu ekolojik ve insanca sorumlulukların bilinci demek ki, ancak yüksek eğitimle gelişir. İlk toplumsallaşma aile içinde olsa bile politik toplumsallaşma yüksek eğitimle olmalıdır. İşte bu nedenle “Mision Sucre” en yoksul barrio’lardan uzak Amazon yerlilerine, yaşları 20 ya da 30 olanlardan, 50, 60, 70 yaşındakilere kadar herkese ulaşmayı amaçlıyor. Bir sosyalist toplumun oluşabilme şartlarını yaratmaya çalışıyoruz. İnsanlar eğitimli değilse sosyalizm’den söz edilemez. İnsanlar sağlıklı değilse sosyalizm’den söz edilemez. İnsanlar açsa, işsiz ise sosyalizm’den söz edilemez. İşte bu nedenle, bizim şimdiye kadar yaptığımız iş, bir bahçede yabani otları temizleyip tohumların ekilmesine benziyor. Bu tohumları suladık, ve şimdi filizlerin yeşerdiğini görüyoruz. Bunu yalnız eğitimde değil sağlık alanında da yapıyoruz.
*
[Chris Gilbert ve Cira Pascual’ın 13 ve 16 Ekim, 2006’da İspanyolca yaptıkları ve Znet için İngilizce’ye çevirdikleri bu söyleşi Üstün B. Reinart tarafından kısaltılarak Türkçe’ye çevrilmiştir.]
*Yazının orijinalinin yayınlandığı web sayfası :
http://www.zmag.org/content/showarticle.cfm?SectionID=45&ItemID=11483