Siz hikmetinden sual olunmaz dedikleri O’sunuz. Haşa, büyüksünüz. Kudretlisiniz. Hükmedersiniz. Vefalısınız da, durmadan ‘mazi’yle övünürsünüz. Yine de “Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik” şarkısını mırıldanmaya gönül indirmezsiniz. Kapalı olan yalnızca gözleriniz değildir çünkü, sizin gönül gözünüz de kapalıdır. “Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” dizesinin tam da sizin gibiler için yazılmış olduğunu aklınıza bile […]
Siz hikmetinden sual olunmaz dedikleri O’sunuz. Haşa, büyüksünüz. Kudretlisiniz. Hükmedersiniz.
Vefalısınız da, durmadan ‘mazi’yle övünürsünüz. Yine de “Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik” şarkısını mırıldanmaya gönül indirmezsiniz.
Kapalı olan yalnızca gözleriniz değildir çünkü, sizin gönül gözünüz de kapalıdır. “Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” dizesinin tam da sizin gibiler için yazılmış olduğunu aklınıza bile getirmezsiniz.
Mektupsa, zarftan ibarettir sizin için. Zarflar bile elinize ulaşmaz çoğu kez. Ulaşsa da, içini döken bir mektup sizin için bir şey ifade etmez. Çünkü o mektupta duymak istemediğiniz şeyler yazılıdır: “Ne serbest bırakılmayı ne de gökteki yıldızları istiyoruz…Hiçliğin baskısını tasavvur etmek kolay değildir. Anlatmak için de belki S. Zweig olmak gerekir. Kendimce bir tarifini yapmam gerekirse, hiçbir şeyin olmadığı ve olmasını umduğunuz bir şeyin de olmadığı bir durağanlıktır, diyebilirim. İnsandan, sesten, yaşamın alışılageldik ilişki ve etkileşimlerinden yoksunluktur, diyebilirim. İnsan, duygu ve düşünceleriyle denizdir. Ve denizlerin preslenip dağ gölleri haline getirilmeye çalışılmasıdır, derim bir de.”
F tipi cezaevinden zorluklarla çıkıp gelmiş bir mektubun herkesten önce size bir şey ifade etmesi gerekirdi. F tipindeki ‘tecrit’i, insanların yalnızlığını, 6 yıl önce 32 kişinin öteki ‘hayata zorla döndürüldüğü’ 19 Aralık operasyonunu, ölüm oruçlarında can veren 122 insanı ve halen ölüm orucunu sürdüren ikisi kadın, biri erkek 3 kişiyi… İşte artık yalnızca ‘sayılar’dan ibaret olan bu acıları, ölümleri kulağınız da duymaz, yüreğiniz de. “Sayılara vurdular bizi” çığlığı da kalın duvarları aşıp size ulaşamaz.
‘3 kapı 3 kilit’ açılsa hapishaneler boşalacak diye kaygılanırsınız, ama geçmiş ölüm oruçlarından müdahalenizle ‘kurtarılan’ların ‘Wernicke-Korsakoff’ denilen ağır bir illetin pençesinde dünyalarının zindan olduğunu bilmezsiniz.
Unutmakta üstünüze yoktur, hatırladıklarınızsa kimseye faydası yoktur. ‘Hoşgörü kültürü’ deyince mangalda kül bırakmazsınız. Fatih’in İstanbul’u fethettiği zaman, Hıristiyan tebaanın canına, malına, haremine dokunulmayacağı hususundaki fermanını sanki siz çıkarmışsınız gibi sahiplenirsiniz, ama iş ‘Yavuz’ katliamlara geldiğinde hemen celallenirsiniz. Dinlerarası diyalog, ‘Medeniyetler Buluşması’ gibi pek gösterişli çabalara öncülük etmeyi kimseye bırakmazsınız. Sıra kendi yurttaşlarınıza geldiğinde ne hoşgörü kalır ortada ne diyalog.
Hakkınızı teslim etmek gerek, bizi kimse sizin kadar şaşırtamadı. ‘Hayata Dönüş’ün Adalet Bakanı Dr. Hikmet Sami Türk’ün bir kitabını gördüm tesadüfen, ‘Behçet Necatigil’ üstüne bir inceleme! O ‘Hikmet Burcu’nun bilgesi, inceliklerin büyük şairi Behçet Hoca üstüne, ölümler karşısında vicdanı sızlamayan bir bakan kitap yazıyor! Siz kim, Necatigil kim? Kitabı elime bile alamadım, sizin adınıza utandım. İnsanı sevmeyen biri şiiri nasıl sever, hele Necatigil gibi bir ‘derviş-şair’ üstüne nasıl kitap yazar? Necatigil’in ruhu acı duymaz mı bundan?
Avukat Behiç Aşçı, bugün ölüm orucunun 267. gününde, diğer ölüm oruççuları da günbegün ölüme yaklaşıyor. Affınıza sığınmıyorlar, yalnızca haklarını istiyorlar. F tipinde insan haysiyetine yakışır bir biçimde cezalarını çekmek için ‘tecrit’in kaldırılmasını istiyorlar. Vicdan sahibi olan herkesin istediği de bu.
Birkaç gün sonra herkes meşrebine göre yılbaşı ve bayram kutlayacak.
Ölümlerine seyirci kaldığınız insanlarsa sona biraz daha yaklaşacaklar. Kusura bakmayın, bu kadar duyarsız bir toplumun ve elbette onu yönetenlerin yılbaşını da kutlayamam bayramını da. Bilirim kibirlisiniz, ‘Tavşan dağa küsmüş…’ atasözünü hatırlatırsınız. Kibirli değilim ama benim de bildiğim bir atasözü var, ‘İnsan sevdiğine küser’ derler, size niye küseyim ki?