İktisatta Nobel’i alacaklar arasında adı geçen Paul Krugman aynı zamanda New York Ti-mes’ta “köşe yazarV’dır, ya da daha doğrusu “op-ed” yazarıdır. ‘Köşe yazar’ını tırnak içinde yazıyoruz, çünkü New York Times’ta köşelere kurulmuş yazarlar olmadığı gibi, haftanın her günü yazan yazar da yoktur. En babayiğit yazar bile haftada sadece birkaç gün yazar. Ayrıca gazetenin her bir […]
İktisatta Nobel’i alacaklar arasında adı geçen Paul Krugman aynı zamanda New York Ti-mes’ta “köşe yazarV’dır, ya da daha doğrusu “op-ed” yazarıdır. ‘Köşe yazar’ını tırnak içinde yazıyoruz, çünkü New York Times’ta köşelere kurulmuş yazarlar olmadığı gibi, haftanın her günü yazan yazar da yoktur. En babayiğit yazar bile haftada sadece birkaç gün yazar. Ayrıca gazetenin her bir sayfasına bu yazarları oturtmak yerine hepsini editoryal sayfanın karşısındaki sayfaya yerleştirmişlerdir. O yüzden de bu yazarlara editoryal sayfanın karşısındaki sayfanın yazarları anlamına gelen “op-ed” yazarları denir. Neyse, bu uzunca girişten sonra iktisat içinde esas alanı dış ticaret teorisi olan ve bu alandaki görüşlerini bir hayli standart bulduğum Krugman’ın 1 Aralık yazısına geçebiliriz.
Yazı, ABD ekonomisinin ahvali üzerine ve durumun parlak olmadığını hayli inandırıcı bir biçimde ortaya koymuş. ABD ekonomisinin sorunları aynı zamanda dünya ekonomisinin de sorunları olduğuna göre, hayli ilginç olan bu yazı üzerinde durmakta yarar var. Kaldı ki, eldeki verilerin çizdiği tablo kafa karışıklığını besler nitelikte. Ve bu yüzden de iktisatçılar arasında ekonominin gidişatı hakkında bir görüş birliği oluşmamış durumda. İyimserler ve kötümserler diye iki kamptan sözetmek mümkün. Krugman bu tür bir kamplaşmanın 2001 krizi öncesinde de varit olduğunu ve yaklaşan krizi birçok iktisatçının göremediğini belirtiyor. Benzer bir kamplaşmayı bizler de yaşamıştık. Türkiye’nin 2001 krizini ve öncesindeki pembe gözlüklüleri hatırlayanlar ne demek istediğimizi anlayacaklardır.
2003 ortasından 2006 ortasına kadar Amerikan ekonomisindeki büyümenin emlak sektöründeki canlılıktan kaynaklandığını artık herkes teslim ediyor. Canlılık derken hem bu sektördeki yeni inşaatların doğrudan yarattığı istihdam ve girdi ihtiyaçlarındaki canlılığı, hem de dolaylı olarak evleri değerlenen mülk sahiplerinin ipotek karşılığı borçlanma yoluyla finanse ettikleri tüketim harcamalarını kastediyoruz. Emlak sektöründeki canlılığın yerini durgunluğa bıraktığı da herkesin üzerinde birleştiği konulardan. Krugman’ın da belirttiği üzere üzerinde anlaşılamayan konu bu durgunluğun ciddiyeti ve ekonominin bütünü ne kadar derinden etkileyeceği.
İşte bu noktada Krugman, “gelin, mali piyasalara bakalım” diyor. Yalnız, Paul Samu-leson’ın hayli veciz “hisse senedi piyasası son beş krizden dokuzunu tahmin etmiştir” sözünü hatırlatarak. Yani, kriz tahminlerinde daha isabetli göstergelerin tahvil piyasasından elde edilebileceğini belirtiyor. Krugman, geçen yazdan beri faizleri düşen uzun dönem tahvillerin hala yatırımcılar tarafından tercih edildiğine dikkati çekerek bu davranışı şöyle yorumluyor: şu anda getirileri kısa dönem tahvil faizlerinin bile altına düşen uzun dönem tahvillerin alıcı bulabilmesinin tek nedeni yaklaşan krizi çözmek için Merkez Bankası’nın faiz hadlerini düşürmek zorunda kalacağı beklentisidir. Bir başka deyişle tahvil piyasası yatırımcıları açısından kriz kapıdadır ve bu ihtimalle duydukları inanç paralarını şu anda getirişi düşük olan tahvillere yatırmaları sonucunu doğurmaktadır.
Krugman, tahvil piyasalarının öngördüğü krizin derinliğini tahmin edebilmek için de geçmiş faiz hadleri ile resesyonlar arasındaki ilişkiyi formalize eden istatistiksel modellerden yararlanmış. 2007 yılının, işsizliğin ciddi bir biçimde arttığı, zorlu bir yıl olacağını öngörmekteymiş bu modeller. Dünya ekonomisinin bu duraksamadan olumsuz etkileneceği açık. Açık olmayan, yerli malı siyasilerin Vatan-Millet-Sakarya edebiyatı ile yerli ekonominin paçasını bu arbededen nasıl kurtaracağı.