NATO’nun 21. yüzyıldaki askeri ve politik işlevinin somutlaştırıldığı en önemli alanlardan biri de Ortadoğu bölgesidir. AB’nin ve ABD’nin arasında rekabete konu olan Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi konusundaki görüş ayrılıklarının nispeten giderilmesi ve özellikle ABD’nin enerji yataklarını AB ülkeleri ile birlikte denetimini kabul etmesinden sonra uluslararası askeri bir güç olan NATO’nun en önemli görev alanlarından biri Ortadoğu […]
NATO’nun 21. yüzyıldaki askeri ve politik işlevinin somutlaştırıldığı en önemli alanlardan biri de Ortadoğu bölgesidir. AB’nin ve ABD’nin arasında rekabete konu olan Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi konusundaki görüş ayrılıklarının nispeten giderilmesi ve özellikle ABD’nin enerji yataklarını AB ülkeleri ile birlikte denetimini kabul etmesinden sonra uluslararası askeri bir güç olan NATO’nun en önemli görev alanlarından biri Ortadoğu bölgesi olarak belirlendi. Özellikle iki kapitalist blokun da politik stratejisi haline gelen ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanması görevi esas olarak NATO’ya verildi.
24 Ekim 2003’te Prag’da gerçekleştirilen “NATO ve Büyük Ortadoğu” adlı konferansta, “Yeni NATO ve Büyük Ortadoğu” başlığı altında bir konuşma yapan NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholas, NATO’nun öncelikli görev alanı konusunda şunları ifade ediyordu: “Soğuk Savaş boyunca Batı Avrupa’yı koruma adına Batı Avrupa’da devasa bir kıta ordusu yapılandırdık. Avrupa ve Kuzey Amerika hâlâ NATO’nun güvencesi altındadır. Fakat Batı veya Orta Avrupa’da ya da Kuzey Amerika’da oturarak bu işi yapabileceğimize inanmıyoruz. Hem kavramsal yönelimimizle hem de askeri gücümüzle doğuya ve güneye konuşlanmak zorundayız. NATO’nun geleceğinin doğu’da ve güneyde olduğuna inanıyoruz. Bu da Büyük Ortadoğu’dur…”(1) Sovyetlerin ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra dağılmasından sonrada, NATO’nun yeni stratejik görev alanın belirlenmesi için yapılan analizlere bağlı olarak NATO’nun aşamalı olarak genişletilmesi ve özellikle Büyük Ortadoğu stratejisine uygun olarak konumlandırılması için yeni girişimlerin başlatılmasına karar verildi.
1989-2003 yılları arasındaki NATO genel sekreterlerine, Orta ve Doğu Avrupa konusunda özel danışmanlık yapan Chris Donnelly, NATO’nun Büyük Ortadoğu’da izlemesi gereken stratejisini ise şu şekilde açıklamaktadır: “Bundan on yıl önce, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin istikrara kavuşması ve bir dönüşüm sürecine girmeleri NATO’nun öncelikli konuları arasında yer alırken bugün ‘Büyük Ortadoğu’ üzerinden geçen veya oradan kaynaklanan problemler daha ön plana çıkmıştır. Eğer NATO, üyelerinin güvenlik endişelerine cevap verebilecek konumda olmak istiyorsa, önümüzdeki aylarda ve yıllarda odak noktasını Orta ve Doğu Avrupa’dan bu bölgeye yönlendirmelidir.”(2) İkinci Dünya Savaşından beri Ortadoğu fiili olarak NATO’nun askeri gücü denetimi altındadır. ABD ve İngiliz askeri birliklerinin Ortadoğu ülkelerinden konuşlandırılması, bölgeye sınır olan Türkiye’nin askeri ittifakın en önemli üyesi olması, bölgede NATO’nun askeri kuvvetlerinin varlığının somut verileriydi. Öyle ki enerji kaynaklarının denetimin sağlanması, “Sovyetlere karşı Batı’yı korumaktan çok daha önemli”ydi. Sovyetlerin dağılması ile ortaya çıkan “yeni” politik durumda, NATO’nun politik ve askeri etki alanı, enerji yatakların bulunduğu bölge eksen olmak üzeren Kuzey Afrika’dan Avrasya’ya kadar genişletildi. Bu alan, uluslararası burjuvazinin politik ve askeri stratejisyenleri tarafından “Büyük Ortadoğu” olarak isimlendirildi. Böylece NATO’nun askeri gücü öncelikli olarak bu merkezleri kontrol etmek için ‘yeni’den düzenlenmiş oldu.
NATO yetkilileri tarafından organize edilen “Akdeniz Diyaloğu” girişimi esas olarak NATO’nun “Büyük Ortadoğu Projesi”nde oynayacağı rolü ortaya koyuyordu. “Söz konusu Büyük Ortadoğu’daki bu stratejiyle ilgili bir başka boyut ise şudur: NATO 1995 yılından bu yana, İsrail’in yanı sıra Mısır ve Ürdün’le birlikte Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin yer aldığı toplam altı Arap ülkesinin bulunduğu, “Akdeniz Diyaloğu” adıyla anılan bir program geliştirmiştir. Akdeniz projesi bağlamında Arap ülkeleri ve İsrail arasında siyasal diyaloğu geliştirme konusunda görüşmeler devam etmektedir. Akdeniz diyaloğunu önemsiyoruz ve belki de katılımcı ülkeler arasında askeri tatbikatlarında yer aldığı daha fazla askeri içerikli bir yapı kazanmasını arzuluyoruz… Sadece NATO’nun Akdeniz Diyaloğu’yla ilişkisini geliştirmeyi değil, aynı zamanda Kafkasya ve Orta Asya ile de bu ilişkiyi geliştirmeyi düşünmeliyiz. Söz konusu bu bölgelerdeki ülkeler Afganistan’da sergilenen çabalar için son derece büyük önem arz etmektedir. Bu ülkeler bizimle yani NATO ittifakındaki ülkelerle demokratik değerlerin tümünü paylaşmıyorlar. Fakat bu ülkeler, barışın korunmasında bizimle birlikte hareket etmek ve çatışmayı önlemede bizimle birlikte olmayı arzuladıkları stratejik bir perspektifi paylaşmaktadırlar. Bu ülkeler bizim ortaklarımızdır ve bu ülkelerle ortaklığı geliştirmeliyiz.”(3) “Akdeniz Diyaloğu” olarak geliştirilen politika, Ortadoğu bölgesinin askeri olarak NATO’nun merkezine çekilmesidir. Öyle ki bu bölgelerde demokratik değerlerin bulunup bulunmamasının ciddi olarak hesaba katılmaması gerektiği asıl önemli olan bölgenin kontrol altında tutulması için söz konusu ülkelerle “ortaklığın geliştirilmesi”ne özel bir vurgu yapmaktadırlar. Bu strateji ekseninde Ortadoğu’dan Avrasya’ya kadarki bir alanda NATO’nun kullanılması politikası Afganistan’ın işgali ile somut olarak uygulanmaya konuldu.
Kahire, Mısır’daki El-Ahram Siyasal ve Stratejik Etütler Merkezi askeri ve teknik danışmanı emekli general Mohamed Kadry Said’in Akdeniz Diyaloğu’na ilişkin yapmış olduğu değerlendirmede, söz konusu olan ülkelerin NATO’nun stratejik yönelimleri bakımından ne kadar önemli olduğunu belirtirken şunları söylüyor “… NATO’nun Akdeniz Diyaloğu öncelikle politik nitelikte idi ve bir yandan Diyalog ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarını incelerken, bir yandan da bu ülkelerde NATO’nun politikaları ve faaliyetleri konusundaki anlayışı geliştirmeyi amaçlıyordu. Böylece Diyalog’un temelini İttifak’ın 1997 Madrid Zirvesi’nde oluşturulan Akdeniz İşbirliği Grubu vasıtasıyla yürütülen enformasyon alışverişi oluşturuyordu. Bu Grup aracılığıyla müttefikler diyalog ülkeleriyle gerek bireysel olarak, gerek 19 (şimdi 26) + 1 formatında , veya yedi Diyalog ülkesinin hepsiyle bir arada -Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus-19 (şimdi 26) + 7 formatında düzenli politik tartışmalar düzenlemektedirler.
Diyaloğ’un politik niteliğine rağmen, birçok zor güvenlik konusu da su yüzüne çıkmak üzeredir. Batı Avrupa’da tüketilen yağ büyük önem taşımaktadır. Ayrıca uzun süredir güvenlik analistleri durağan ekonomiler ve Kuzey Afrika’da patlayan nüfus artışının Avrupa açısından gayrı meşru göçler ve hatta terörizm şeklinde uzun vadeli stratejik sorunlara neden olacağını öngörmekteler. Aynı zamanda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da füzelerin yayılması da Avrupa’nın Akdeniz’de hareket güvenliği ve özgürlüğünü doğrudan etkilemektedir… »(4) NATO’nun stratejisi bakımından bir kısım Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkesinin askeri ittifaka dahil edilmesine yönelik olarak belirlenen stratejiler kademeli olarak uygulanmaya konulmaktadır. Akdeniz Diyaloğu ekseninde geliştirilen politikalarının arka planında “Büyük Ortadoğu Projesi” durmaktadır.
NATO’nun özellikle petrol akışının yüzde 65’nin geçtiği Akdeniz’i denetlemesi, uluslararası ilişkilerde son derece önem arz etmektedir. Bu nedenle sorun sadece petrol üretim merkezlerinin denetimi değildir; aynı zamanda güvenlikli bir biçimde taşınması da oldukça önemlidir. Petrol üretimin ve taşınmasının denetlenebilmesi için bölge coğrafyasını kontrol edebilen bir askeri güce ihtiyaç duyulmaktadır. Bu güç NATO’dur. Söz konusu olan mevcut ülkelerin aşamalı olarak NATO’ya dahil edilmesi ile bölgenin tamamı denetim altına alınmış
olunacak. Öyle ki, ABD’nin “haydut devletler” listesinde bulunan İran ve Suriye gibi ülkelerin dahi, NATO kapsamına alınması için politik projeler üretilmektedir. “Açıkçası, geçtiğimiz on yıl içinde Akdeniz Diyaloğu çok mesafe kat etmiştir ve planlandığı gibi hem NATO’ya hem de diyalog ülkelerine birbirlerini daha iyi tanıma fırsatı sağlamıştır. Tüm Akdeniz bölgesi için etkili bir enformasyon paylaşma aracı olmasının yanı sıra yararlı bir güven oluşturma forumu da olmuştur. Cezayir’i üyeliğe kabul etmek için bir kere genişledikten sonra artık kapılarının diğer ülkelere de açık olması gerekir. İlk Diyalog üyelerinden Ürdün tam anlamıyla bir Akdeniz ülkesi olmadığına göre, gelecekteki katılımlar coğrafi sınırlara göre kısıtlanmamalıdır. Bu nedenle Diyalog yavaş yavaş Irak, Libya, Suriye, Lübnan, daha çok sayıda Körfez ülkesi ve hatta İran’ı da içine alarak genişleyebilir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın zaman içinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı haline gelmesi buna iyi bir örnektir. Bu örgüt her şeyden önce geniş, maksimum sayıda ülkeyi kapsayan bir örgüt olmayı amaçlamıştır…”(5) Belirlenen politik stratejiye göre, Balkanlarda tam bir egemenlik sağlayan NATO’nun Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkeleri -öncelikli olarak Akdeniz sahası içerisinde bulunan Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerini- kendi bünyesine katarak genişlemeye devam etmesidir.
NATO’nun dünya genelinde ortaya çıkabilecek “terör saldırılarına” karşı başarılı olması için “Büyük Ortadoğu Projesi” içerisinde aktif olarak yer alması gerektiğini belirten Amerikalı senatör Hegel Chuck şunları belirtiyor : “2001 yılının 11 Eylül’ü NATO amaçlarına daha berrak bir çehre kazandırmıştır. Bugün Atlantik Ortaklığı’na, NATO’ya ve genel olarak dünyaya gelen en büyük tehdit, uluslararası terörist gruplardan, şebekelerden ve bu grupların kitlesel imha silahlarını elde etme ve kullanma potansiyelinden gelmektedir. 21. yüzyılın ilk yarısında NATO çabalarının stratejik anlamda odaklanacağı nokta Büyük Ortadoğu, Irak, Afganistan, Akdeniz ve İsrail-Filistin meselesi olacaktır. Tarihsel dinamiklerin boy göstermesi ile birlikte NATO için “alan dışı” anlayışı ortaya çıkmış ve NATO da bu gerçekliği anladığını Afganistan’daki varlığı ile belli etmiştir. Kuzey Atlantik Antlaşması Organizasyonu’nun (NATO) geleceği, Büyük Ortadoğu’da elde edilecek sonuca bağlıdır…”(6) 11 Eylül 2001 tarihinde, ABD’de gerçekleşen eylemin, herhangi uluslararası politik bir örgüt tarafından gerçekleştirilmediği, ABD’nin kendi içindeki iç politik çatışmanın bir sonucu olarak dünyanın yeniden işgal edilmesi için planlanan bir eylem olduğu artık bütün verileriyle ortaya çıkmıştır. 11 Eylül gerekçe gösterilerek uluslararası kapitalist devletlerin Afganistan’ı işgal etmesi ve bu görevin NATO tarafından yerine getirilmesi Ortadoğu’ya yönelik belirlenen politikaların aşamalı olarak uygulanmasının başlangıcıydı. Sonra Irak’ın işgali, İran, Suriye, Lübnan, Ortadoğu’nun bir bütünü ve Akdeniz açılan ülkelerin bütününü kapsayan stratejilerin uygulanması için hem siyasal hem de askeri boyutu kapsamında NATO öncelikli olarak ön plana çıkartılmaktadır. Bu bölgelerin ekonomik ve politik olarak denetim altına alınması, doğal olarak izlenecek olan genel stratejinin başarılı olması bakımından da önemli görülmektedir. Bu nedenle, NATO’nun politik geleceği, Ortadoğu’daki başarısına bağlıdır. Tabii ki sorun soyut olarak NATO değildir. Söz konusu olan NATO ekseninde, uluslararası kapitalist güçlerin geleceğidir. Uluslararası askeri bir koalisyon olan NATO’nun “Büyük Ortadoğu” Projesi kapsamında başarılı olması aynı zamanda Avrasya başta gelmek üzere dünyanın diğer bölgelerine müdahale gücü olarak kullanılması için tam bir model olacaktır. Küresel egemenlik stratejisinin önemli bir merkezi olan Ortadoğu, bugün uluslararası kapitalist sistemin NATO askeri gücünün işgali altındadır.