Savcıları değiştiremezseniz, savcıları değiştirmek yetmez. Bekçileri değiştiremezseniz, bekçileri değiştirmek de yetmez. Kendinizi değiştirmezseniz, bir gün sizin değişmeniz de yetmez. Hakikaten değiştirmezseniz, değişmez. Kendini Acaristan savcısı zanneden, villacı piyangosundan ne şans ama araba kazanan, villacı parasıyla oğlunu yurtdışına gönderenlerin görev yerleri değiştirilmiş. Kahrolmuşlardır. Daha büyük ceza olur mu! Ama sorun şu ki… “Memleketin birinde” siyasetçilerin aile […]
Savcıları değiştiremezseniz, savcıları değiştirmek yetmez. Bekçileri değiştiremezseniz, bekçileri değiştirmek de yetmez.
Kendinizi değiştirmezseniz, bir gün sizin değişmeniz de yetmez.
Hakikaten değiştirmezseniz, değişmez.
Kendini Acaristan savcısı zanneden, villacı piyangosundan ne şans ama araba kazanan, villacı parasıyla oğlunu yurtdışına gönderenlerin görev yerleri değiştirilmiş.
Kahrolmuşlardır.
Daha büyük ceza olur mu!
Ama sorun şu ki…
“Memleketin birinde” siyasetçilerin aile fotoğrafı olmadı mı?
Hepsinin değil elbette; ama cumhurbaşkanları, başbakanlar çevresinde küpler dolmadı mı?
Papatyalar kasımpatılar açıp açıp solmadı mı?
Cumhurbaşkanlığı antetli kağıtla bir başka devletin başkanına, alavereci bankanın batmasına çeyrek kala hem de, “Hamili kart yeğenimdir, bankasına kolaylık gösterile” mektubu postalanmadı mı?
Acar medya, mektup elindeyken onu sumen altına koymadı mı?
Medya komutanları, yargıyı vargıyı, başbakanı taşbakanı sıkıştırırken, kafalarken, imtiyaz ve kıyak için bazen tatlı tatlı okşayıp bazen şantaj fırçasıyla kaşırken yakalanmadı mı?
Şey diyeceğim; bir işadamının parasıyla oğlunu yurtdışında okutan emniyet müdürleri, onlar bir yana, misal bugün, başbakanlığa çıkan ve onu ayıp saymayan olmadı mı?
Bakmayın; çok kurcalanmaz.
Küçük küçük birlik kantinlerinden büyük büyük Lockheed’li, F16’lı ihalelere, konumunu, makamını, rütbesini başka türlü de kullanan hiç yok muydu?
Hepsini gördünüz, biliyorsunuz. Bazen unutuyorsunuz.
Ve gördüklerimiz ile bildiklerimiz buzdağının üstüdür; tahmin ediyorsunuz.
Lakin, eğri oturalım da doğru konuşmak için hafif toparlanalım.
Yaygın biçimde, güce ve servete tapma yok mu?
Kuvvet, kudret, servete boyun eğmek, yoldan çıkmak; onunla cebelleşmemek, sinmek veya kapısına kul, parasına pul olmak yaygın ve salgın değil mi?
Öğretim sisteminizi, sözde özgürlük beşiği üniversitelerinizi, cemaat ilişkilerinizi, siyasi örgütlerinizi, iş dünyanızı ve profesyonelleri bir yana tüm erkeklerinizi içinden geçirdiğiniz askeriyenizi gücün, boyun eğmenin asli olduğu biçimde konuşlandırıp öyle kutsuyorsunuz.
Bir bölümü; belki kendi halinde, dürüst ama hırpalanmış insanlar halinde için için enkaza, bazen nefrete, nadiren itiraza ve isyana dönüyor.
Bir bölümü; yol, makam, rütbe, yetki, statü, imkan aldıkça, hayatı başkalarına, altındakilere cehenneme çevirmeyi “iş” biliyor.
Bir bölümü ise, suskunluğuyla, fedailiğiyle, ayakçılığı ve kıyakçılığı ile ödüllendiriliyor; tapınmayı, eğilmeyi, bükülmeyi, yamanmayı, yalanmayı nemalandırıyor.
Kendi için, etrafı için.
Daha güçlü, kudretliler için.
Ve, kabul edin, bunu da biliyorsunuz:
Sorarsanız yahut siz hiç sormadan;
Bu zatların çoğu ya dini bütün, ahlaklı, iman sahipleridir.
Yahut mangalda kül bırakmaz laik Atatürkçülerdir.
Bazıları, birsiniz, her ikisidir.
Bazıları, bazen o, bazen öteki, biraz ondan, biraz şundan, nabza göre sentezdir!
Ya bu insan tipiyle, bunu müsait ve kudretli kılan “organize işler”le, sistemli ilişkilerle, bizzat sistemlerin kendileriyle, vicdansızlık ekonomisiyle, ahlaksızlık siyaseti ve bürokrasisiyle, tahakküm ve şiddet merkezleriyle ciddi bir meseleniz olur;
Ya da bir gün şuna, bir gün ona kızar; bir başka gün üç maymunu oynar, maymunlaşırsınız.
Hukuk, siyaset, gazetecilik, akademik, vatandaşlık hikâyemizin ana fikri ise maalesef budur!