Geçen hafta Beyrut’taydım, bir toplantıyı vesile yaparak, siyasi ortamı gözleme imkânı bulmak için gitmiştim. Savaş çıkmadığı sürece Ortadoğu’da neler olup bittiğiyle ilgilenmeyen bir ülkede yaşıyoruz. Lübnan da, savaştan ve daha sonra BM ‘barış gücü’ne asker gönderme tartışmasından sonra, gündemimizden çıkmıştı. Oysa, Lübnan’da ateşkes ile sular durulmamıştı, öyle olması imkânsızdı. Ateşkesin ilanının hemen ertesinde derin bir […]
Geçen hafta Beyrut’taydım, bir toplantıyı vesile yaparak, siyasi ortamı gözleme imkânı bulmak için gitmiştim. Savaş çıkmadığı sürece Ortadoğu’da neler olup bittiğiyle ilgilenmeyen bir ülkede yaşıyoruz. Lübnan da, savaştan ve daha sonra BM ‘barış gücü’ne asker gönderme tartışmasından sonra, gündemimizden çıkmıştı.
Oysa, Lübnan’da ateşkes ile sular durulmamıştı, öyle olması imkânsızdı. Ateşkesin ilanının hemen ertesinde derin bir siyasal kriz yaşanmaya başladı ve nihayet salı günü çok ciddi bir siyasal suikast gerçekleşti. Mevcut hükümetin bakanlarından biri, Pierre Cemayel öldürüldü ve Lübnan yine karanlık bir kaos içine girdi. Batılı haber kaynakları, genç bir siyasetçinin kurbanı olduğu olayın ardında yine Suriye olabileceği şüphesiyle birlikte duyurdular. Cemayel’in ‘Suriye karşıtı cephenin’ üyesi olduğunu, bu nedenle öldürüldüğünü ilan ettiler. Şüphesiz olay bu kadar basit değil, zaten Lübnan ve Suriye ilkişkisi de, bu iki ülke ile sınırlı bir mesele değil. ‘Suriye karşıtı cephe’ denilen ’14 Mart cephesi’ daha önce, Lübnan’daki derin ayrışmanın bir tarafı olarak, ’14 Şubat grubu’ olarak kurulmuştu, Hariri suikastından sonra ayrışma daha da derinleşti. Şu andaki, Sinyora başbakanlığındaki hükümet büyük ölçüde bu grubun temsilcisiydi. Son İsrail savaşından sonra, hükümet içinde gerilim arttı ve iki hafta önce, hükümetin Hizbullah ve Emel üyesi Şii bakanları ve bir Hıristiyan bakan istifa etti, hükümet krizi başladı.
Temel gerilim konusu, 14 Mart cephesinin Hizbullah ve taraftarlarının oluşturduğu ‘Mukavemet’ (Direniş) cephesine karşı bir siyasal mücadele sürdürmesi. 14 Mart cephesi ABD ve Batı yanlısı taraf, doğrudan değilse bile dolaylı olarak Hizbullah’ın silahsızlanmasını ve Lübnan’ın Suriye ve İran ile değil Batı ile yakınlaşması projesini temsil ediyorlar. Bu proje Refik Hariri liderliğinde gerçekleştirilmeye çalışılıyordu, şimdi oğul Hariri, Dürzi lider Velid Canbolat ve Marunilerin bir kısmı tarafından oluşan koalisyonla temsil ediliyor. Karşı tarafta, Hizbullah, Şii Emel örgütü, Marunilerin bir kısmını temsil eden Michael Aoun, Sünnilerin bir kısmı ve Lübnan Komünist Partisi gibi bazı sol gruplar var. Bu anlamda, taraflar, isimler değişse de, Lübnan’da neredeyse kurulduğundan itibaren filizlenen ve 15 yıl sıcak savaş olarak yaşanan iç savaş devam ediyor.
Mesele dışarıdan gözüktüğünden çok daha karmaşık ve tüm bölgeyi içine alacak derecede geniş kapsamlı. Son olarak öldürülen Pierre Cemayel bir siyasi klanın son temsilcisiydi. Dedesi Pierre Cemayel 30’lu yıllarda, Nazi Almanyası’ndan esinlenerek Falanjist Partisi’ni kurmuştu. Falanjistler, iç savaşın en önemli aktörlerinden biriydiler. Amca Beşir Cemayel, 1982’de cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonra öldürülmüştü. Hemen ardından, İsrailler (Falanjistlerin desteğiyle) Sabra ve Şatila (Filistin mülteci kampları) katliamlarını gerçekleştirdiler, binlerce insan, çoluk çocuk öldürüldü. Bu katliamın Cemayel’in intikamı olarak gerçekleştiğine inanılıyor. Ancak, Lübnan’da olay, doğrudan dinler, mezhepler arası falan değil. Yine Beşir Cemayel, diğer bir Maruni politikacı Süleyman Franjieh, 1977’de, Falanjistlerin İsrail ile yakın ilişkisine karşı çıktığında, Franjieh’in oğlu Tony, eşi ve bebeklerini katlettirmişti.
Tüm bunları şunun için hatırlatma ihtiyacı duyuyorum; son suikast olayı Suriye’nin Lübnan’ın işlerine burnunu sokmasına karşı çıkan bir grup ‘özgürlük ve demokrasi’ savaşcısının karanlık cinayetlere kurban gitmesi meselesi değil. Cinayetin karanlık olduğu kesin, ama bu karanlık ‘özgürlük cephesi’ diye takdim edilen tarafı da fazlasıyla kapsıyor. Çok genç bir insanın cinayete kurban gitmesi, şüphesiz yürek sızlatıcı, ama Lübnan odaklı Ortadoğu geriliminin gerçek nedenleri ve arka planı dikkate alınmadığı sürece, belli ki daha çok kan dökülecek. Bu kanların dökülmesinin ardında öncelikle, bölgedeki emperyal projeleri ne pahasına olursa olsun hayata geçirme çabası var.
Türkiye bu bölgenin bir parçası ve doğal olarak, giderek daha fazla Ortadoğu politikalarının içine çekiliyor. Şu anda, BM gücü içinde asker bulunduruyor. Son yıllarda ilginç bir biçimde Lübnan ve Körfez sermayesine açıldı. Ortadoğu’da gerçekten neler olduğunu görmezden gelme, olayları CNN’den izleme lüksümüz yok. Son suikast sıradan veya sadece Lübnan’ı ilgilendiren bir olay değil, bunu kavramak için Ortadoğu uzmanı olmaya gerek yok. Acil ve köklü bir Ortadoğu tartışmasına ihtiyacımız var.