Bir arkadaşımın aç yaşındaki kızı yuvaya başladı-ğında şöyle bir gerçeklikle karşılaşmıştı. Hayatı o güne kadar tanışmamış olduğu bir tasvirin önünde geçecektir. Nasıl bir hayat seçerse seçsin, logosunda Atatürk sureti olacaktır. Askeri hamasi bir eğitim konusunda kaygılanan ana babaya ‘Pekiyi siz kimi değerleri çocuğunuza nasıl öğreteceksiniz?’ diye diklenen vatanperver yurt anaları ve müfredat zaten belli. Daha […]
Bir arkadaşımın aç yaşındaki kızı yuvaya başladı-ğında şöyle bir gerçeklikle karşılaşmıştı. Hayatı o güne kadar tanışmamış olduğu bir tasvirin önünde geçecektir. Nasıl bir hayat seçerse seçsin, logosunda Atatürk sureti olacaktır.
Askeri hamasi bir eğitim konusunda kaygılanan ana babaya ‘Pekiyi siz kimi değerleri çocuğunuza nasıl öğreteceksiniz?’ diye diklenen vatanperver yurt anaları ve müfredat zaten belli. Daha ilk günden Atatürk resmi önünde nutuklar atmaya başlayınca bizim üç yaşındaki bebecik heyecanla haykırmış: “Aa, ben onu tanıyorum. Bizim parkta kafası var.”
Profesör Atilla Yayla’nın üniversitedeki derslerine mal olan konuşmasının bu toplumu derinden sarstığına inanmıyorum. Medyanın çığırtkanlığıyla sisteme ihbar edilmiş, görmezden gelinmesi imkânsız kılınmıştır. Yoksa bu memlekette herkes Atatürk logoculuğundan bezmiş, Liberal Düşünce Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı Yayla’nın tıynetleri üstüne bol keseden kelime düşürüp canınızı sıkacak değilim. İleri sürdüklerine karşı söylenecek çok söz bulunur.
Kendisini Etyen Mahçupyan’ın ehil ellerine bırakıyorum. “Benim başıma gelenler bir çeşit Galileo olayıdır” demişliği de nereden baksanız, o uğursuz deyişle ‘talihsiz’ bir durumdur. Kaldı ki Galileo, engizisyon karşısında söylediklerini inkâr etmiş, bilimsel çalışmasını sürdürebilmek için zaman kazanmıştır. Bu insanlık tarihinin hayırlı ‘takiye’ vakası da Brecht’in ünlü oyununa eksen oluşturmuş; Brecht, Galileo’nun çalışmasını tamamlamak için göze aldığı inkâra, bilimin halktan koparılmasına neden olduğu için iğneli yaklaşmıştır. Yayla, liberalizmin bayrağını sallarken kimi sakarlıklar yapıyor. Ama işte yine herkes gibi Voltaire’in o bir türlü alıntılamaktan yorulmadığımız ama asla hazmetmeyi beceremediğimiz veciz sözünü hatırlayıp duruyorum.
Ezcümle, burada asıl tartışılması gereken, bir üniversitenin, Kemalizmi gerici ilan edip Atatürk’ten bir cümlesinde ‘bu adam’ diye söz ettiği için profesörünün işine son verebilmesidir. Kaldı ki Yayla’nın ‘bu adam’ sözlerini kullanış biçimi de bir yüksek bilim yuvasının yorumlayabileceği açıklıkla asla bir hakaret ya da küçültme amacı taşımamaktadır. Muhayyel bir durumda muhayyel Batılıların yönelteceği bir soruda tırnak içine alınarak kullanılmış bir ‘bu adam’ söz konusudur. Velev ki ne zaman Atatürk’ten söz etse ‘bu adam’ diyor? Bunun bile hazmedilemezler listesine oturtulup küfür olarak hayatımıza sıvanmasına ne demeli?
İHD, Mazlum-Der, İnsan Hakları Gündemi Derneği ve Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin ortak basın toplantısında İHD Başkanı Alataş, söylenmesi
gerekeni söyledi: “Hakkında başlatılan incelemeler ivedilikle durdurulmalı ve Yayla görevine derhal iade edilmelidir. Özgürlükler bir bütündür. Demokrasilerde özgürlükler, kutsallık atfedilen düşüncelere sığınılarak sınırlandırılamaz.”
Üniversitenin kararını alkışlayan, profesörün âlem içinde rezil edilmesi, taşlanması, sürgüne yollanması için elinden geleni yapanlarla bilimsel özerklik, fikir özgürlüğü gibi konularda tartışmaya kalkmak fuzuli olacaktır. Onlar 301’in gönüllü bekçiliğini yapmakta, her fırsatta idam cezasının kalkmışlığına hayıflanmakta, 12 Mart-12 Eylül-28 Şubat’ı hayırla yâd etmekte.
Türkiye zıpla-dünya değiş
Bu arada 28 Şubatçı generallerin, yanlarına bir dönemin en kahraman hukukçusu Vural Savaş’ı da alarak kutladıkları bir buluş, hayatımıza
değerli bir metafor katkısı olarak düşüverdi: Erke dönergeci.
70’li yıllarda Türk Dil Kurumu’nun Uygur kanadından gelen kimi önerilerinden olsa gerek. Erkenin sözlüklerde karşılığı bulunabiliyor.
“Bir cisimdeki iş çıkarmaya yarayan güç.” Dönergeç de bu müthiş buluşun özgünlüğünü, saflığını, su katılmamış Türklüğünü anlatmak için uzun araştırmalar sonucu Yüce Türklük dünyasının dağından taşından derlenmiş bir sözcük olsa gerek. Hangi betiklerden devşirilmiş kim bilir?
Dikkat edin, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’ndan beri ‘Bilimsel Düşüncenin Gücü’ sloganlı sayfa sayfa ilanlarıyla karşılaşıp ürpererek beklediğimiz Erke’nin ne olduğu anlaşıldı. Hayır, elbette ilim irfandan uzak kalmış bizlerin pek anlayabileceği bir sunum değildi, ama en azından arkasında nasıl bir örgütlenme olduğu biraz olsun aşikâr oldu. Hakkını yememeli, büyük gazete buluşu mükemmel bir isabetle “Con Ahmet’in devr-i daim makinesi”ne benzetiyordu.
Gerçekten de ürün ile ilgili sunumu, şirket danışmanı sıfatıyla emekli Tümgeneral Çetin Uğural yaptı. Uğural buluşu, “Başta Türk milleti olmak üzere tüm dünya insanlığına sunulan bir hizmet” olarak değerlendiriyordu. Elektrik üretecinin çalışması için maddenin atalet özelliğinden yararlanıldığını belirtiyor, bu sistemle çalışan makinelerde istenilen yerde, istenilen miktarda elektrik elde edilebileceğini savunuyordu. Uğural’a göre buluş 1992’den itibaren çok gizli olarak yürütülen bilimsel çalışmaların bir sonucuydu, yurtiçi ve dışında patent başvuruları yapılmıştı. Elektrik üretecinde seri üretim aşamasına gelinmişti. 2007 yılında ürünler piyasaya sunulacaktı.
Tümgeneral Uğural, Erke dönergecinin dünyadaki petrol savaşlarını durduracağını söylüyor, yalnız dişe gelir bir açıklamada bulunmuyor, makul soruları ‘sanayi casuslarından’ söz ederek cevapsız bırakıyordu. Bu arada Erke Araştırmalar ve Mühendislik Yönetim Kurulu Başkanvekili Ruhi Başaran, Erke dönergecinin “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı” bir ürün olduğunun altını çizmesi makinenin neye benzediği konusunda bile bir cevap alamamış basın mensuplarını biraz olsun rahatlatıyordu. Makine en azından türbansızdı. Cumhuriyet balolarında frak giydirip baş köşede ağırlanması mümkündü.
Nitekim, sunumu en önden, protokol koltuklarından izleyenler de Cumhuriyet mücadelesine bir ömür adamış kahraman komutanlardı. Eski kuvvet komutanları İsmail Hakkı Karadayı, Muhittin Fisunoğlu, Rasim Betir, Necati Özgen, Kemal Yavuz, Fikret Boztepe, Köksal Karabay, oradaydı. İlginç olan, sorulduğunda her eski komutan burada buluşmalarının tesadüf olduğunu söylüyordu. Sözgelimi 28 Şubat’ın şanlı Karadayı’sı, “Ben meraktan geldim.
Ama sırrı öğrenemedim. Öğrenirseniz bana da söyleyin” diyordu. Vural
Savaş, her zamanki gibi konuşma fırsatına karşı koyamamıştı: “Bu kesinlikle güvenilir insanların ürettiği bir proje. ‘Siyasileri filan davet etmedik, çünkü herkesin kabul ettiği, saygınlığı olan insanlarla bunun tanıtımını yapmak istiyoruz’ dediler. Şimdi bazıları çıkıp bir şeyler söylüyor, ama bakın bunlar asker. Çetin Uğural da bir asker. Yani üç-dört ay sonra bu iş bir fiyaskoyla sonuçlanırsa bunu göze alabilirler mi?
O zaman ne diyecekler bu kadar generale? Hem dedikleri gibi çıkmazsa, bundan ne çıkar elde etmiş olacaklar ki. Ben dedikleri şeye güveniyorum.”
Şimdi dönergecin rüzgârıyla Atilla Yayla’ya dönelim.
Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı ürünler yaratacağına çıkıp Kemalizmin gericiliğinden dem vuruyor. Yalan mı söylüyor? Bir siyaset bilimci, bir yorumu nedeniyle üniversiteden atılıyor, lincine cevaz çıkıyorsa, Kemalizmin, çadırı altında toplanan eşhas tarafından yorumlanışı gerici değil midir? Elif Şafak’ı romanındaki bir kahramanın söyledikleri için yargılayan, tabu bildiklerini tartışmaya açanları lince kalkışan, Türküm demenin mutluluğuyla yetinmeyip ne anlama geldiğini iyi bildiğimiz gururla oraya buraya saydıranların ilericiliğinde
n söz etmek mümkün mü?
Kemalizm, her zamanki gibi militarizmin koluna girmiş, azgın bir totaliter rejimin bayraktarlığını yapıyor. Kemalizm, bu memleketin Erke dönergecidir. Ne olduğu belirsiz. Ama isabetinden asla kuşku duymamamız gereken, generaller tarafından desteklenen bir makine. İçine ne emek, ne fikir, ne özgürlük, ne de demokrasi atacaksın. Ama o yine de bu toplumun ayakta kalabilmesi için gereken enerjiyi üretecek. Tanıtımı için milyonlarca dolar harcayacaksın.
Elinde tanıtacak hiçbir şey olmayacak.
Paşalarının Çölaşan’ı, Atilla Yayla’yı bir söyleşide hırpalayıp derneğinin AB’den aldığı 450 bin avroyu itiraf ettirdikten sonra bir de ‘eskiden tanıdığı’ Uğural paşasıyla konuştu. Paşaya, âdet yerini bulsun diye gazete ilanlarının sponsoru var mı diye soruyor. Aldığı cevap, “Bir milyon doları geçti. Sponsor yok. Tamamı Erke’nin öz sermayesindan karşılanıyor.” Yani sermaye de öztürk. Sonra da bağlıyor. ‘Türk mühendisleri’ tarafından bu buluş, korsanlara kaptırılmadan gerçekleştirilirse, “…hem Türkiye zıplar, hem de dünya değişir.”
Makineyi başlatmak için içine neyin atıldığını Erkeciler casuslardan gizliyor. Ama galiba bu topraklarda yaşayanlar, o makinenin neyle çalıştığını iyi biliyor.