Son bir ay içinde ortaya çıkan kimi gelişmeler, AKP iktidarının sosyal politikalar bakımından yalpalamalar içinde olduğunu gösteriyor. Ekonomide IMF direktiflerine endeksli politikaların sonucunda ülkenin beklenen gelişmeyi kaydedemediği gün gibi aşikar. Sosyal politikalar bakımından ise tam anlamıyla bir çaresizlik içindeler. Dışardan gelen yönlendirmelerle başlattıkları her iş ellerinde patlıyor. Sağlık sisteminde ortaya çıkan tablo en açık kanıtı. […]
Son bir ay içinde ortaya çıkan kimi gelişmeler, AKP iktidarının sosyal politikalar bakımından yalpalamalar içinde olduğunu gösteriyor.
Ekonomide IMF direktiflerine endeksli politikaların sonucunda ülkenin beklenen gelişmeyi kaydedemediği gün gibi aşikar.
Sosyal politikalar bakımından ise tam anlamıyla bir çaresizlik içindeler. Dışardan gelen yönlendirmelerle başlattıkları her iş ellerinde patlıyor. Sağlık sisteminde ortaya çıkan tablo en açık kanıtı.
Başarı diye göstermeye çalıştıkları ise enflasyon ve büyüme oranı. Her iki kalemdeki “olumlu” gelişmelerin aslında kimseyi memnun etmediği ise bir başka gerçek.
Enflasyonun tek rakamlı bir orana indirildiğine ilişkin basında çıkan haberler artık kimseyi heyecanlandırmıyor.
Büyüme ise artan işsizlik ve sanayinin, ticaretin, tarımın büyüyen nüfusu istihdam etme kapasitesinin olmayışı karşısında yaşamda karşılık bulmuyor.
Hükümet, her geçen gün yoksulluğu pekişen, gelecekten umudu kesilen geniş toplum kesimlerinin beklentilerine karşılık verebilme irade ve isteğinden yoksun.
Üstüne üstlük, toplumun en fazla korunması gereken kesimlerine karşı ideolojik kökenlerini bile rahatsız edecek hamleler yapıyorlar. Bu kesimlerin ilk başında engelliler ve emekliler geliyor. İktidar verdiğini fazlasıyla bu kesimlerden çıkarmak gibi bir mantıkla hareket ediyor. Özellikle “özürlüler yasası”nı çıkarmakla övünürken, bu kesime yeni haklar getirdiğini iddia ederken, şimdi teker teker getirilenleri geri alma, engellileri görmezden gelme politikası başlatılıyor.
Bu çarpık siyasetin ilk örneği, emlak vergilerinde yeni bir düzenlemeyi de içeren “İl Özel İdaresi ve Belediye Gelirleri Kanun Tasarısı”nda kendini gösteriyor.
Tasarı, daha önce emekliler ve engelliler için getirilmiş bir muafiyeti kaldırarak, gelirleri yaşamları için yetersiz bu kesimlerden emlak vergisi almayı planlıyor. Şükrü Kızılot, bu konuyu detaylarıyla köşesinde yazıyor.(1) Hükümet tarafından tek bir ses çıkmıyor.
Bir diğer örnek ise henüz çiçeği burnunda bir olay; geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yapılan bir toplantıda bir Bakan’ın tarihe geçecek konuşmasında gözleniyor.
İstanbul Sanayi Odası’nın ev sahipliğinde yapılan 5. Sanayi Kongresi’nde sermaye örgütlerinin temsilcilerinden gelen eleştiriler karşısında toplantıya katılan Sanayi Bakanı Ali Coşkun, Hükümeti ve kendini savunmakta oldukça zorlanıyorlar.
Sergilenen görüşlerin odaklandığı birkaç nokta var; devletin bir sanayi stratejisinin olmaması, kayıtdışı ekonominin ulaştığı boyut, vergi ve sosyal güvenlik primlerinin yüksekliği.
Ali Coşkun, yapılan eleştirilere hak veriyor, gereken ilerlemeyi sağlayamadıklarından yakınıyor. Konuşması “valla ne deseniz haklısınız” deyişiyle özetlenecek bir biçimde sürüyor. Sermaye temsilcilerinin yakınlamaları bir başka yazının konusu olduğu için şimdilik bir kenara bırakıyoruz.
Bakan devletin sosyal güvenlik sorununu özel sektöre yüklediğini savunuyor ve bunu bir örnekle zenginleştiriyor(!)Bakan’ın önemli açıklamasını basına yansıdığı kadarıyla aktarıyorum:
“Devlet ‘elli kişiden fazla çalıştırırsan seni cezalandırırım’ diyor. Böyle bir devlet anlayışı olamaz. Bu güne kadar bunu maalesef düzeltemedik. Bunda suç varsa aranızdan gelmiş bir kardeşiniz olarak ben de suçluyum. Çünkü bu konuda derdimi bugüne kadar anlatamadım. Örneğin bugün 50’nin üzerinde çalışanı olan işyerlerini cezalandıran yasa hala var. Bu işyerlerinde hala 1 terör mağduru, 2 özürlü, 1 eski mahkum çalıştırmak zorunlu. Maalesef bunu da değiştiremedik.” (2)
Bir an için kendimizi Bakan’ın da içinden geldiği topluluktan sayalım. Bu durumda söylenecek tek söz kalıyor; beceremiyorsan bırak becerecek biri gelsin!
Mecliste her yasayı çıkarabilecek milletvekili çoğunluğuna sahiptir bir Hükümetin Bakanının gösterdiği bu örnek, bir aczin ifade edilmesinden farklı bir anlam içeriyor. Hükümetin yeni hedeflerini gösteriyor.
Bu iktidarın sanayicinin yakındığı vergi yüklerini veya sosyal güvenlik kesintilerini azaltmak gibi bir programının olmadığı, olamayacağı biliniyor. Bu durumda “ceket uyduramadık, gömlek verelim!” türünden bir işportacı siyaset devreye giriyor. Vergilerle oynayamayız, ama üzerinizdeki “ceza”yı kaldırabiliriz, deniliyor.
Hiç sosyal devlet falan gibi kavramlara başvurmaya gerek duymuyorum, çünkü bu Bakanın da Hükümetin de ideolojik ve politik zemininde bulunmayan kavramlar, yaklaşımlar.
İktidarın engellilere yönelik sosyal politikalarındaki geriye doğru atılmış hamleleri bunlarla sınırlı değil. Yapılması planlanan son düzenlemelerde engelliler ve örgütleri yok sayılıyor.
Bu da nereden çıktı denilebilir; 24 Kasım’da toplanacağı söylenen Sosyal Güvenlik Kurulu genel kuruluna katılacak delegelerle ilgili basına dağıtılan listeye bakınca nedeni anlaşılıyor.(3)
Bu genel kurulun, kağıt üzerinde bakıldığında, geniş bir temsil gücüne sahip olduğu izlenimi veriliyor. Bir ucunda devlet veya hükümet, bir ucunda işveren ve işçi kuruluşları, bir diğer ucunda ise çeşitli toplum kesimi temsilcileri yer alıyor.
Konuyla çeşitli yönlerden ilgili, muhatap veya taraf olacak kesimler aynı toplantı içerisinde temsil ediliyormuş gibi görünüyor. Ama unutulan bir kesim var; engelliler!
Hükümet, devlet tarafında “Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı” resmi kanadın temsilcisi olarak genel kurula katılıyor. Hatta “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü”nü de bu kategoride saymak mümkün. Temsilin resmi kanadı fazlasıyla yerini almış, buna karşılık sivil tarafta koca bir boşluk bırakılmış.
Oysa engellileri temsil etme gücüne sahip örgütler var. Ama bunu görebilecek bir anlayış eksikliği var.
Özetle, iktidar, engellilere karşı yanlış, sağlıksız ve dikkatsiz bir politika izliyor. Elbette, tüm bu titiz çabalarının meyvesini alacaktır.
Bir konuda dikkatinizi çekmekte yarar görüyorum. Süleyman Demirel’den bir anı aktararak, örneklemeye çalışacağım. Demirel, 1980 sonrasında yıldızının yeniden parladığı bir dönemde, DİSK’in eski Genel Sekreteri Fehmi Işıklar(4) ile karşılaşıyor. Bu karşılaşma sırasında Hükümet olarak DİSK’ten oldukça yararlandıklarını söylüyor. Işıklar bu açıklamaya çok şaşırıyor. Süleyman Demirel, biz yapmayı planladığımız kimi düzenlemeleri önce el altından DİSK’e ulaştırırdık. Gelen tepkiye göre harekete geçerdik diye bu sözlerine açıklık getiriyor.
AKP iktidarı; bu eski bir politik kurnazlığı çok sık uyguluyor. Atacakları kimi adımları, önce el altından basına sızdırıyor ve gelebilecek tepkileri izliyorlar. Çok tepki aldıklarını görürlerse, gösterişli bir biçimde sorunu ortadan kaldırıyorlar ve yeni hamle için zaman kolluyorlar.
Böylece hem kendilerine tavır alanlara, “yanlış ve maksatlı” haber yaptıkları ve görüş ileri sürdükleri biçiminde suçlama gerekçesi yaratıyorlar hem de halka bakın biz sizin aleyhinize işler yapmayız, söylenenler külliyen yalan, biz yanlışa izin vermeyiz mesajı vermeye çalışıyorlar.
Halk arasında yaygın iki deyiş bu iktidarın politika yapış tarzını özetliyor:
1- “Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek!”
2- “Eşeği önce kaybettirip, sonra buldurmak!”
Bu iki yoldan biri veya öbürü, sürekli biçimde uygulanarak, halkın gözü boyanmaya çalışılıyor. Biraz da “hafıza-i beşer, durmaz şaşar” deyişine güveniyorlar. Ancak son birkaç dönemdir yapılan seçimler, bu sözün geçerlili