Pakistan bir depremler ülkesi. Ülkenin kuzeyinde birçok aktif fay mevcut. Ancak bu konu ile ilgili araştırmalar, jeoloji ve jeofiziğin konusu… Pakistan sosyal olaylar bakımından da büyük bir gerilim yaşamaktadır. Yani yeni sömürgecilik ilişkilerinin gergin ve kırılgan olduğu; bu açıdan da kırılmasıyla başka kırılmaları tetikleyebilecek olan bir ülkedir. Emperyalizmle bütünleşmesi sürecindeki gelişmeler, işçileştirme politikaları, ülkenin sürekli […]
Pakistan bir depremler ülkesi. Ülkenin kuzeyinde birçok aktif fay mevcut. Ancak bu konu ile ilgili araştırmalar, jeoloji ve jeofiziğin konusu… Pakistan sosyal olaylar bakımından da büyük bir gerilim yaşamaktadır. Yani yeni sömürgecilik ilişkilerinin gergin ve kırılgan olduğu; bu açıdan da kırılmasıyla başka kırılmaları tetikleyebilecek olan bir ülkedir. Emperyalizmle bütünleşmesi sürecindeki gelişmeler, işçileştirme politikaları, ülkenin sürekli bir savaş halinde konumlanması, yeşil kuşak projesinin merkezi ülkesi olması vb. sıkıntılar gerilimin ana belirleyenleri konumundadır.
Pakistan, 1947 yılında Batı Pakistan adıyla kurulmuştur. Üretiminin temeli, ihracatın %66’sını oluşturan tekstil – pamuk ikilisine dayanmaktadır. Ayrıca buğday, şeker kamışı, halı, deri, çimento, pirinç, spor gereçleri ve mısır üretilmektedir. Dünyada uygulanan Keynesçi politikalara paralel olarak ithal ikameci politikalar uygulanmış ve 1977 yılından itibaren neo-liberal politikalar hayata geçirilmiştir (ABD direktifleriyle hayata geçen bu sürecin diğer bir ayağını devrimci önderliklerin yakalanıp etkisizleştirilmesi oluşturmuştur). Bizdeki KOSGEB’in karşılığı olan SMEDA, ihracata yönelik üretimin yön gösterici kurumu olmuş ve Pakistan için taşeron üretim – ucuz işgücü transferi ulusal bir politika haline gelmiştir. Tekstil ve gıdanın yanında otomotiv yan sanayi de gelişmektedir. Yine Bangladeş, Çin, Hindistan ve Türkiye gibi gemi söküm ve üretimi yapılır.
Nüfusu 156 milyon olan Pakistan’da neo-liberal politikaların kırlardaki yıkıcı etkileri sonucu yoğun bir göç yaşanmıştır. Gecekondu kentlerinde yeni bir proletarya oluşmaya başlamıştır. 45 milyon kişi işçileşmiştir ve işçileşme süreci hızla devam etmektedir. Nüfusun %65’i kırda %35 kentlerde yaşamaktadır. Ülke yönetimi, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak ağalarının elindedir. Ancak kent-kır proletaryası ve yoksul köylülerin ABD işbirlikçisi askeri veya Butto ailesi gibi toprak ağası olan yönetimlere karşı direnme kapasitesi şu an zayıftır. Bunda sola karşı girişilen baskı sürecinin; etnik ve mezhepsel bölünmüşlüğün; ülkedeki İslamcı örgütlerin karşı devrimci misyonunun önemi büyüktür.
Pakistan; IMF, DB ve Asya Kalkınma Bankası’nın yüksek – kronik borçlanma cenderesi altındadır. Bu durum, ülkenin sömürgeleştirilmesinin ve ABD’nin askeri üssü olarak konumlandırılmasının temelini oluşturmaktadır.
Pakistan’daki gerilimi, emperyalist savaş politikalarındaki rolü ve işçi eylemlerinin durumunu inceleyerek anlayabiliriz.
1- Hint Yarımadası’nda sürekli savaş durumu, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin bölgeyi yönetme biçimidir. Savaş politikasının bir ayağı Keşmir sorunudur. Hindistan ve Pakistan ayrıldıktan sonra, üç defa iki ülkenin savaştığı bölge, sürekli bir siyasi – askeri gerginlik konusudur. Pakistan bu noktada bütçesinin önemli bir kısmını silahlanmaya ayırmaktadır. Emperyalistler tarafından nükleer silahlanma düzeyinde yaratılan gerginlik bu iki ülkeyi bağımlılaştırmanın temeli haline gelmiştir. Savaş politikasının ikinci bir ayağını ise siyasal İslamın desteklenmesi süreci oluşturmuştur. 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren desteklenen siyasal İslamcılar, rejimin yanında işçi mücadelelerine ve sosyalizme karşı konumlanmışlardır. 1970’li yıllarda medreseler, yeşil kuşak projesi ekseninde işlevlenmiştir. ABD’nin ekonomik – siyasal – askeri yardımı çerçevesinde gelişen bu sürecin en önemli sonucunu ise son otuz yılın Afganistan’ına bakarak görebiliriz (Tabi bu iki hususta da ordu merkezi bir rol oynamıştır).
2- Pakistan’da önümüzdeki dönem gelişmesi muhtemel olan yeni bir işçi hareketi de bölgesel düzeyde tetikleyici bir role sahip olacaktır. ABD ve DTÖ kontrolünde gelişen pamuk – tekstil üretimi, 1990’lı yıllarla birlikte hız kazanmıştır. Ancak çokuluslu firmaların gözdesi haline gelen Pakistan’da işçilerin çalışma koşulları çok kötüdür. %2 civarında sendikalaşma oranı, yine bu sendikalara uygulanan yasaklar sonucu sekiz bini aşkın sendikal birliklerin oluşumu – çokparçalılık, işsizlik, ortalama 14-15 saatlik işgünü, sigortasız çalıştırma, düşük ücretler, yoğun bir çocuk işçiliği, Haziran 2006 ILO verilerine göre Pakistanlı bir fabrika işçisinin Fransız işçiye göre 8 kat daha yüksek bir ölüm oranı, patronların inisiyatifinde olan iş sağlığı uygulaması, yoğun bir polis ve patron mafyası baskısı işçilerin gündelik yaşamlarını oluşturan unsurlardır.
Bu sene gazetelerde rastladığımız bir örnek durumu özetlemektedir: Bilindiği gibi 2006 Dünya Kupası Almanya’da gerçekleştirildi. Almanya, bu organizasyondan 25 milyar dolarlık bir kazanç elde etti. Burada kullanılan futbol topları ise Pakistan’ın Sialkot ve Vezirabad bölgelerinde yapılmaktadır (Dünya futbol topu üretiminin 4/5’i). Aydınlık olmayan ve havasız atelyelerde her topa atılan 750 dikiş; göz, eklem ve akciğer sorunları; evde çalışma; Adidas’ın, Nike’ın vs. karları vb. konuşulmadı bu yaz. İtalya’nın sürpriz şampiyonluğu, Brezilya’nın hayal kırıklığı konuşuldu.
Tekstil işçileri henüz Bangladeşli kardeşleri gibi hayata müdahale edemediler. Kendini yakma ve intihar gibi, sistemi yıkmaya yönelik olmayan tepkiler içindeler. Ancak Bangladeş ateşinin buraya sıçrama olasılığı yüksektir. Tabi ki organize eylemleri de yok değil. Örneğin bu 1 Mayıs’ta ülkenin birçok bölgesinde toplam yüz bin işçi neo-liberal politikaları sorgulamıştır. Gene topraksız kır işçileri; toprak reformu için sık sık polis ve toprak ağalarıyla karşı karşıya gelmiş ve şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Karaçi Elektrik Dağıtım Şirketi’nin özelleştirilmesine karşı verilen mücadele de öne çıkan diğer bir eylem olmuştur (1999).
Son otuz yılın durgunluğunu kıran işçi eylemini ise telekom işçileri gerçekleştirmiştir. 65 bin telekom işçisinden 15 bininin, geçen yıl özelleştirmeye karşı verdiği mücadele; neo-liberalizme karşı mücadeleyi sürükleyen bir düzeye ulaşmıştır. Sol sendikacıların sendikal bürokrasiye rağmen geliştirdiği katılımcı inisiyatif sayesinde eylemler büyük kentlere yayılmıştır. Sembolik uyarı grevi, yürüyüşler, grev ve telekom merkezinin işgaliyle devam eden eylemlere ordu müdahale etmiştir. “İş barışını bozan” işçi önderlerine uygulanan baskılar, tutuklamalar, ordu saldırıları ve hareketin diğer işçilere, kıra yayılamaması – halkın eylemine dönüşememesi – sonucu direniş yenilmiştir. Ancak iktidarı sorgulayan bir eylem olması ve yeni bir işçi hareketinin yaratılması zorunluluğunu ortaya koyması bakımından çok önemli bir adım olmuştur.
Bir dönem evvelinin işçi hareketinin ve sol önderliğinin süreklileşen şiddet altında ezildiği Pakistan’da yeni bir işçi hareketi ilk tohumlarını vermektedir. Ayrıca siyasal İslamın vaadettiği güvencelerin, kar dürtüsünün temel olduğu bir sistemde hayata geçmeyeceği anlaşılacaktır. Bu noktada sistem karşıtı gibi gözüken bu kesimin gerçek yüzü ortaya çıkacaktır. Yine askeri rejimin savaş, deprem, özelleştirme vb. olaylarda sarsılışı, Pakistan merkezli ciddi sarsıntıların – savaşların çıkması sonucunu doğurabilir. İşte bu noktada Pakistan’da kendini mezhep, cemaat vb. kimliklerle tanımlayan yeni işçilerin isyanına ihtiyaç vardır. Bu isyanı ancak telekom işçileri gibi iktidarı sorgulayan eylemlerde yetişen öncü bir işçi kuşağı yönlendirebilir.
Not: Pakistan ordusu, birçok sanayi sektöründe faaliyet gösteren şirketlere sahiptir.