Ecevit çıkarılan özel yasayla, 11 kasım tarihinde devlet töreniyle devlet mezarlığına gömüldü… Devlet, hak ettiği değeri büyük bir titizlikle gösterdi… Cenaze töreni geleneksel statükocu güçlerin gösterisine dönüştü… Binlerce insan “halkçı Ecevit”, “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarıyla kendisini uğurladı… Ancak üzüntüsünü belirtenler veya üzülmüş görünenler sadece statükocu güçler değildi…Solcusundan, sağcısına,dincisine kadar hatta Kürtlerin bazı temsilcileri de […]
Ecevit çıkarılan özel yasayla, 11 kasım tarihinde devlet töreniyle devlet mezarlığına gömüldü… Devlet, hak ettiği değeri büyük bir titizlikle gösterdi… Cenaze töreni geleneksel statükocu güçlerin gösterisine dönüştü… Binlerce insan “halkçı Ecevit”, “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarıyla kendisini uğurladı… Ancak üzüntüsünü belirtenler veya üzülmüş görünenler sadece statükocu güçler değildi…Solcusundan, sağcısına,dincisine kadar hatta Kürtlerin bazı temsilcileri de dahil olmak üzere (bazı çevreler hariç) yarışırcasına derin üzüntülerini belirttiler… Her kesimin Ecevit’i sahiplenmesinin farklı gerekçeleri vardı…
Şüphesiz ki Ecevit sıradan bir insan değildi… Uzun süren politik yaşamında önemli roller üslenmiş bir kişilikti… Dolayısıyla toplumsal yaşamı etkileyen ve o yaşamdan etkilenen konumlanışını tarihsel süreçteki duruşunu irdelemek gerekiyor…. Söz konusu konumlanışı ve duruşu net bir şekilde tahlil edebilmenin yolu, ilgili dönemin ilişki ve çelişkilerini değerlendirmekten, toplumsal muhalefetin neresinde yer aldığının tespitinden geçiyor…
Yazılıp çizilenlere bakıldığında özellikle sol ve sosyalizm adına hareket ediyorum diyenlerin değerlendirmeleri oldukça üzücü ve düşündürücüdür. Kimileri Ecevit’in değiştiğini eskiden solcuyken daha sonradan sağcılaştığını ifade ediyorlar… Bu yaklaşım doğruysa nedenleri nelerdir? Bireysel bir özellik mi yoksa toplumsal nedenleri mi var? Hemen ifade etmek gerekirki bu abartılı ve biçimsel bir değerlendirmedir… Ecevit’te ciddi bir değişikliğin olduğunu iddia etmek doğru değildir… Şartlara göre pragmatik tutum aldığını, siyasal iklime göre biçimsel duruş sergilediğini özde ise değişmediğini söylemek daha gerçekçi olur… 12 Eylül öncesi bazı konuşmaları ve sloganlarıyla sosyalistleri aratmayan bir söylem geliştirdiği doğrudur :”Ne ezen ne ezilen insanca hakça bir düzen” veya “toprak işleyenin su kullananın” sloganları, şüphesizki milyonlarca insanın etkilenmesine ve Ecevit’in bir umut olmasına yol açmıştı… “Halkçı Ecevit” “karaoğlan” ve “Dürüst Adam” imajı geniş emekçi kitleleri etkilemişti… Sokaklara dağlara taşlara “Umudumuz Ecevit” sloganları yazıldı… Yıldızının parlamasında o dönem CHP de çalışan ve kendisine Komünist-sosyalist diyen güçlerinde payını unutmamak gerekir…
Ama bütün yazılanlar söylenenler kulaklarda hoş bir seda olarak kaldı… İktidara geldiğinde toprak reformunun yapılacağı, sömürü düzenine son verileceği, kontrgerillanın dağıtılacağı ve hesap sorulacağı beyanları biliniyor… Ama iktidara geldiğinde hiçbir adım atılmadı… Ne 1 mayıs katliamını yapanlar açığa çıkarıldı ne de kendisine suikast yapmak isteyenler… Ne de diğer karanlık cinayet ve katliamlar… Tam tersine Maraş katliamından sonra sıkıyönetim ilan edilerek yönetim resmi düzeyde de askerlerle paylaşıldı… Toprağa verildiği gün bir gazetenin başlığında “arşivden çıkan müthiş sır başlığı” atılmıştı… Belgede “MİT’teki MHP hakimiyeti” anlatılıyormuş… “105 kişinin öldüğü Maraş olaylarında MİT’in parmağı olduğu” yazılıymış… Ecevit’in ise bu imzasız belgeye sadece “çok ciddi bir kaynaktan gelmiştir” notunu düştüğü ifade ediliyordu… Yani emekten yana olmak, kontrgerilladan hesap sormak sadece lafta kalmıştı… Belgeler sümen altı edilmiş arşiv belgeleri haline gelmişti…
Öte yandan 12 Eylül sonrası süreçte emekçiden yana sol söyleme de ihtiyaç kalmamıştı… Çünkü köprünün altından sular akmış devran değişmişti… O söylemin oy getirisi de kalmamıştı… Daha da önemlisi Devrimci -Sosyalist güçlerin önünü kesme işlevine ihtiyaç kalmamıştı… Çünkü sol ağır bir yenilgi yaşamıştı… Emekçilerin nefes boruları kesilmişti… 12 Eylül faşist askeri darbe toplumsal muhalefeti susturmuş,emekçilerin değerleriyle oynamış siyasal iklim değişmişti… Artık emekçileri geniş halk kitlelerini etkileyen sloganlar ne yazık ki ezilmişliğe ve sömürüye karşı çıkan, adalet ve özgürlük isteyen talepler değildi… Şimdi gelişen Kürt Özgürlük Hareketine karşı Ezen Ulus Milliyetçiliğinin pompalanması zamanıydı… Şovenizm sonuna kadar kullanılıyor emekçiler zehirleniyordu… Emekçilerin zehirlenmesini önleyen sosyalistlerin kitle bağları zayıflamıştı… Artık Miting meydanlarında Ecevit’e ve benzeri liderlere karşı çıkan devrimciler de yoktu… Emekçilerin taleplerini yükselten, inatla ve büyük bir coşkuyla “Halklara özgürlük” sloganlarını haykıran sosyalistler eskisi gibi güçlü değildi… Meydanlar boştu atıp tutmak serbestti…
Evet gerçekte Ecevit değişmememişti… Değişen toplumsal muhalefetin konumlanışıydı… Bir başka deyişle sosyalistlerin devrimci demokratların güç kaybetmesiydi… Beğensek de beğenmesek de devrimci-sosyalist güçler 12 Eylül öncesi milyonlarca insanı, emekçiyi etkiliyordu… Dönemin CHP si ve lideri Ecevit’te o şartları değerlendirerek hakketmediği rüzgarı arkasına almıştı… “Babamız Ecevit” “Halkçı Ecevit” efsanesi o şartlarda doğmuştu… Bu bir yanılsama idi… Devrimci sosyalist güçler bu yanılsamayı halka anlatabilse, ideolojik politik örgütsel bağımsızlık ve olgunluğa kavuşmuş olsa, mevcut potansiyeli toparlasa beklide 12 eylül yerine halkların özgürlüğünü sağlayacak, halkların gerçek iktidarı kurulabilirdi…. Ama öyle olmadı… 12 Eylül karabasanı halkların başına çöreklendi… Ve 12 Eylül bugünün yaşanan olumsuzlukların altında yatan en temel etkenlerinden biri oluyordu… Çünkü darbeye karşı direniş gösterilmemişti… Burada önemli olan, mevcut siyasal iklimi de belirleyen temel özellik, devrimci sosyalist güçlerin takındığı yanlış tutumdu: Ne yazık ki 12 Eylül darbesine karşı gereken direniş gösterilmedi… Söz gelişi 12 Mart faşizmine karşı Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin gösterdiği kahramanca direnişlerinin benzeri yaşansaydı bugünün olumsuzlukları da bu düzeyde olmazdı… Yaşanan olumsuzluk ve o temeldeki apolitik ortam Ecevit’in söylemini de değiştiriyordu… Artık sosyalistlerin önünü kesmek için onların örgütlenme alanlarını daraltmak için slogan düzeyinde de olsa “ezilmekten sömürülmekten” söz etmesi, işin edebiyatını yapması gerekmiyordu…
Ancak Ecevit’in siyasal yaşamında hiçbir zaman “ödün” vermediği, söylemde bile olsa değişiklik yapmadığı tek bir konu vardı… O konu Kürtlerin özgürlük sorunuydu… Çoğu insanı ele veren, duruşunu netleştiren, turnusol kağıdı rolü oynayan Kürt Sorunu… Ecevit 12 Eylül öncesi “Halklara Özgürlük” sloganı atan devrimci gençlere kızıyor “Halklar yoktur, Halk vardır” diyerek yanıt veriyordu… Kürt halkının varlığını ve haklarını daha o zamandan beri tanımıyor inkar ediyordu… 12 Eylül sorası da tutumu değişmediği gibi daha da katılaşmıştı. Kürt halkının hak ve özgürlükleri için ayağa kalkışı egemen güçleri ürkütmüştü… Defalarca hakları için isyan eden ve mücadelesi bastırılan Kürtler bu sefer onları uğraştırmıştı… Öcalan’ın ABD eliyle Türkiye ye teslim edilmesi Ecevit’in zaferiymiş gibi topluma sunuluyordu… Oy toplamanın yolu bulunuyor ve DSP yakın dönemin birinci partisi oluyordu. Koşullar Ecevit’e başbakanlığın yolunu açmıştı… Toplumsal iklim değişmişti… Büyük bir komployla Kürtlerin ve toplumsal muhalefeti oluşturan bütün güçlerin üzerine gidiliyordu… Oluşturulan yeni iklim de bölücülük ve irtica kavramları etrafında fırtına koparılarak, milliyetçilik körüklenerek kitleler etkileniyor, esir alınıyordu… Karşı çıkanlara saldırılar düze
nleniyor linç edilmeye çalışılıyordu… Oluşturulan atmosferde hamasi nutuklar eşliğinde IMF ve dünya bankasının Uluslar arası emperyalist güçlerin emirleri bir bir yerine getiriliyordu… Emekçilerin kazanımları teker teker ellerinden alınıyordu… Özelleştirme ve taşeronlaştırmayla işçiler örgütsüzleştirilip susturuluyordu… Devlet güdümlü konfederasyonlar da sesiz kalıyorlardı… Grevli TİS hakkı isteyen, demokratik hak ve özgürlükleri için direnen kamu emekçilerine ise sahte sendika yasası dayatılıyordu… Kamu emekçilerini bölmek için ırkçı-dinci temelde devlet güdümlü örgütlenmeler dayatılıyordu… Cezaevlerinde katliam yapılarak F tipi hücrelerle tecrit dayatılıyordu… Tecride karşı güçlü bir iradeyle mücadele veren, bedenlerini siper eden devrimci güçlerin sesleri boğuluyordu… Bu ve benzeri gelişmeler olurken Ecevit iktidardaydı… Ecevit’in ortama uyduğunu sorumlunun sadece derin devlet olduğunu söylemek kendisini küçümsemek olur… Bu ortamın oluşumunda ciddi katkıları vardı… Bu katkılar kendisinin özde değişmediğini, “halkçı” özelliğinin biçimsel olduğunu gösteriyordu…
Ecevit toprağa verilirken bir film şeridi gibi olan biteni düşünmemek mümkün değildi…
Faysal Özçift