İsrail’in bir devlet olmasına ömrünü adamış; bunun için Filistinlilere ve Araplara yönelik katliamları ile Ortadoğu’nun Napolyon’u olmuş Ariel Şaron, Cenin kampında yaşayan mültecilere yönelik katliam için, “Eğer Cenin kampında sivillerin olduğunu bilseydim saldırı emri vermezdim” demişti. O dönem bu katliamla ilgili olarak kitabımda yer verdiğim bir yazıda, ” A. Şaron’da biliyor ki, “sivil yerleşim yerlerinde […]
İsrail’in bir devlet olmasına ömrünü adamış; bunun için Filistinlilere ve Araplara yönelik katliamları ile Ortadoğu’nun Napolyon’u olmuş Ariel Şaron, Cenin kampında yaşayan mültecilere yönelik katliam için, “Eğer Cenin kampında sivillerin olduğunu bilseydim saldırı emri vermezdim” demişti. O dönem bu katliamla ilgili olarak kitabımda yer verdiğim bir yazıda, ” A. Şaron’da biliyor ki, “sivil yerleşim yerlerinde sivil insanlar” bulunmakta” demiştim.
İsrail yöneticileri yaptıkları saldırılar için dünyadan ve özellikle Batıdan cılız da olsa tepkiler aldıklarında, sürekli olarak “Orda sivillerin ve çocukların yaşadığını bilmiyorduk” gibi savunmalar yapıyorlar. Bu siyasi anlayışın şuan başında olan ve Ariel Şaron’un çizgisini devam ettiren Mars Mars (Kadime) partisi lideri Ehud Olmert’te geçen hafta İsrail ordusunun, Gazze’nin Beyt-i Hanun köyüne düzenlediği saldırılarda, bir yaşındaki Dima ile Ala El Atamneh adlı kız çocuğunun da aralarında olduğu 13 aile ferdinin ve onların yanı sıra 50’yi aşkın sivilin öldürülmesini, utanmazca “teknik bir hata sonucu kazara olduğunu” açıklıyordu.
Dünya’nın en güçlü istihbarat örgütüne sahip olduğunu söyleyen ve hatta Filistin topraklarında hangi evde gecenin geç saatlerinde daha çok suyun kullanıldığını, buradan hareketle “Filistinli militanların toplantı halinde” olduklarını tespit edebildiğini iddia eden bir iç ve dış istihbarat örgütüne sahip İsrail, nasıl olurda “teknik bir hataya ” yapar?
İsrail’in Beyt-i Hanun’a düzenlediği bu katliamda Said ve Sadi aileleri yok olurken aynı gün 25’i aşkın insanda ağır yaralanmıştı. İsrail, Lübnan saldırısından sonra iç siyasette yaşadığı siyasi krizin acılarını, Filistin halkına karşı sürdürdüğü katliamlarla telafi etmeye çalışıyor. Bu da bugüne kadar “Büyük İsrail Devleti” için yürürlükte olan “Güvenlik ve Kuşatma” stratejisinin halk tarafından ciddi olarak sorgulanmasını gündeme getirmekte. Öte yandan bu strateji içerişinde yer alan Bekaa planının Lübnan ayağı olan savaş raundu başarılı olmadı. Şuan için tutmayan Lübnan ötesi İsrail saldırganlığı, tekrar içe dönerek Filistin topraklarında Filistin halkının top yekün imhasını hedefleyen vahşi günlük saldırılar olarak devam ediyor. ABD ve müttefikleri öncülüğünde Irak’ın işgalinde ve İsrail’in hedeflediği “Büyük İsrail”in geleceği için açılan Lübnan savaşında, istenildiği gibi işlemeyen bölge süreci Filistin toprakları üzerinde en vahşi yöntemlerle sürüyor. Çünkü ABD’nin Irak savaşıyla birlikte Ortadoğu’da içine düştüğü çıkmaz, İran’ın dize getirilmesi, Suriye’nin “Büyük İsrail’e” katılması planlarını şuan için alt üst etmiş durumda. Bu kaotik süreci bir nevi hayat-memat meselesi olarak gören İsrail devletinin resmi Siyonist ideolojisi, Lübnan ve Lübnan ötesinde elde edemediği emellerini Ortadoğu’daki karmaşa ortamından yararlanarak, Filistin coğrafyasında işgal hareketini hızlandırarak gerçekleştiriyor.
Bu ayın başında , ABD’de yapılan meclis ve Senato seçimlerinde G. Bush ve ekibinin yenilmesi, Demokratların çoğunluğu elde etmesi sonrası, ABD’nin salt savaş üzerine oluşturulmuş Ortadoğu stratejisinde ne gibi bir değişiklik (eğer olacaksa) olacağını öğrenmek ve yeni sürecin nasıl isleyeceği konusunda nabız ölçmek için Ehud Olmert ABD’ye gitti. Çünkü İsrail devletinin de bir çok yönüyle ortak olduğu “Büyük Ortadoğu Planı” yani Ortadoğu’da Büyük İsrail Planının işleyişinin nasıl olması gerektiği üzerine, görüşmeler yapacak; değişik bir kılıf altında bölgeye yönelik; B planını devreye sokacaklardır. Bu da süreç içerisinde önümüzdeki dönemde bölgenin, yani Lübnan’ın, Suriye’nin ve diğer ülkelerin iç hatlarında gerilimlere yol açabilir.
Özellikle Lübnan içinde aktif olan ABD ve Batı diplomatları, Ortadoğu’nun bir çok ülkesinde günlük siyasi süreci yönlendirebilecek kadar etkinler. Bu vesileyle ABD’nin ve İsrail’in stratejik müdahalesine tek bir yönden bakılmamalı. Örneğin savaştan sonra Lübnan’da işletilen sürecin hükümet bazında krize yol açması ve Lübnan’da Hizbullah’ın önerisi olan “Ulusal Uzlaşı” iradesinin hayata geçirilememesi, hükümetin altı Bakanının istifa etmesine neden olduğu gibi, önümüzdeki günlerde Beyrut sokaklarının kitlesel gösterilere ve provokasyonlara da neden olabilir. Çünkü Şii’leri bakanlık düzeyinde temsil eden 5 bakanın hükümet kabinesinden istifa etmesi, artı Hıristiyan olan Çevre Bakanı Yakup Sarraf’ın da istifaya katılması var olan hükümetin top yekün Şiilerin iradesinden yoksun kalmasına yol açmaktadır. Bu da Refik Hariri suikastı ile ilgili uluslar arası mahkemenin kurulması, Suriye’yi uluslar arası abluka altına alma ve benzeri girişimlerin önünü açarak Lübnan’ın hassas dengeler üzerinde hareket etmesine yol açabilir.
Belli bir süredir ABD ve müttefiklerinin Lübnan ötesi Suriye’yi kıskaca alma planlarına kimi Arap rejimlerinin de tüccar hesabıyla dolaylı olarak destek verdiğini görüyoruz. Katar’dan yayın yapan El-Cezire televizyonu, geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan yetkilileriyle bir araya gelen Esad ailesinin veba dostu Abdulhalim Haddam, Suriye Müslüman Kardeşler örgütü lideri Ali El- Bayanuni ve Beşar Esad’ın amcası Rıfat Esad’la “Suriye hükümetini devirme planlarını” görüştüklerini inkar etse de, İsrail basını planın doğruluğunu teyit ediyor.
Öte yandan Suriye basını da; Suudilerce yapılan bu görüşmelerin , “Haddam, Bayanuni ve Rıfat’ı kullanarak, ülkede (Suriye’de) istikrarsızlık ve iç savaş ortamı yaratmak; ülke sınırlarını ABD’nin çıkarlarına göre belirlenmek” amacı taşıdığını savlıyor.
Bu gelişmelere yönelik Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik planına gönderme yaparak, “Bölgede hiçbir özel planın önemi ve uygulanırlığı yoktur … ABD’nin bölgeye yönelik ortaya attığı BOP’un uygulanması durumunda siyasi ve kültürel olarak bölgede büyük bir patlama olur” diyordu. Son dönemlerde ABD’nin İran ve Suriye ile görüşmesi üzerine hem İran cephesinden hem Suriye cephesinden çeşitli olumlu ve olumsuz açıklamalar yapılmakta. Bu sürece yönelik Beşar Esad, önümüzdeki yıl Madrid’de yapılması planlanan İspanya ve İtalya’nın öncülüğünde bir “Ortadoğu barış konferansının yapılmasından yana olduklarını ve bu müzakerelere sıfırdan değil, tersi 1991 Madrid konferansındaki temel müzakerelerden yola çıkarak başlayacaklarını, eğer bu temeller esas alınırsa ABD ve AB bölgede baş aktörler olabileceğini” söylüyordu. Beşar Esad, “Kendilerinin bölge için halen 1991 vizyonuna sahip olduğunu… Ortadoğu’nun şekline yönelik yapılan görüşmelere kalındığı yerden devam edilmesinden yana olduklarını” (Aktaran, İran Hemşehri Gazetesi 1.11.06) ifade ediyordu.
Bu toplantıda 1991-93’te tartışılan, İsrail’in işgal ettiği tüm topraklardan geri çekilmesi ve Filistin özerk devletinin oluşumunun önünün açılmasıydı. Aradan geçen on beş yıllık süre içerişinde bunların hiç biri gerçekleşmedi. Tam tersi ABD, İsrail ve müttefikleri savaş yoluyla bölgeye yönelik işgal harekatını başlattılar. Bir dönem çok tartışılmış olan “Ortadoğu Yol Haritası” onların deyimiyle, “Ortadoğu’yu özgürleştirme” süreci yerine uluslar arası sermayenin kanlı planları hayata geçmiş oldu ve bu süreç Ortadoğu’da en barbar metotlarıyla halen devam ediyor. İşgalci güçlerin istediği biçimde şekillenmeyen Ortadoğu’da, gelinen süreçte ABD, İsrail, İngiltere ve müttefikleri içine düştükleri çıkmazdan kurtulmanın yolların