Pancardan 2 milyon ton şeker üretiyoruz Tarımsal sanayinin itici gücü durumundaki şekerin Türkiye’nin ve üreticinin sosyo-ekonomik durumunu iyileştiren bir sanayi bitkisi olduğu belirtilirken, yılda 15 milyon ton civarında elde edilen pancardan 2 milyon ton şeker üretiliyor. Türkiye’deki şeker üretiminin sürdürülebilirliğini hedefleyen PANKOBİRLİK ise enerji tarımına ilişkin çalışmalarıyla da dikkat çekiyor. Türkiye’de, ham maddesini şeker pancarının […]
Pancardan 2 milyon ton şeker üretiyoruz
Tarımsal sanayinin itici gücü durumundaki şekerin Türkiye’nin ve üreticinin sosyo-ekonomik durumunu iyileştiren bir sanayi bitkisi olduğu belirtilirken, yılda 15 milyon ton civarında elde edilen pancardan 2 milyon ton şeker üretiliyor. Türkiye’deki şeker üretiminin sürdürülebilirliğini hedefleyen PANKOBİRLİK ise enerji tarımına ilişkin çalışmalarıyla da dikkat çekiyor.
Türkiye’de, ham maddesini şeker pancarının oluşturduğu ”şeker sanayi” tarıma dayalı sanayilerin öncülerinden biri durumunda bulunuyor. Türkiye’de şeker pancarı ekim alanları, diğer toplam tarım alanlarıyla karşılaştırıldığında, toplam orman ve tarım alanının yüzde 1,60’ını, tarım alanlarının 1,81’ini, işlenen tarla alanının 1,70’ini, ekilen tarla alanının yüzde 2,30’unu ve fiilen sulanan alanların ise yüzde 9,50’sini oluşturuyor. Şeker pancarı tarımı ile Türkiye’nin 64 ilinde, 6 bin 206 köyde, 348 bin 237 çiftçi ailesi geçimini sağlıyor. Türkiye’de bir yılda 228 Pancar Bölge Şefliği denetiminde, 580 alım merkezi yoluyla, 3 milyon 284 bin 369 dekar alanda pancar ekimi yapılırken, 15 milyon ton elde edilen pancardan 2 milyon ton şeker üretiliyor. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı açısından şeker pancarının sağladığı katma değer ile diğer ürünlere göre önde yer aldığına dikkat çekiliyor.
Pancarın ekonomiye katkısı
Türkiye’deki şeker sektörü genel ekonomi içinde, çalışan sayısı bakımından 3’ncü, öz sermayede 5’inci, üretimden satışlarda 5’inci ve satış hasılatlarında ise 7’nci sırada bulunuyor. Şeker pancarı tarımının Türk tarımına ve çiftçisine kazandırdıkları şöyle sıralanıyor:
**Bir dekar şeker pancarının yan ürünlerinden, 50 kilo et, 500 litre süt üretiliyor.
* Bir dekar şeker pancarının besin değeri 500 kilo arpaya eşdeğer durumda. Bir başka deyişle bir dekar şeker pancarı ile aynı zamanda 2 dekar arpa yetiştiriliyor.
* Şeker pancarının bir dekarıyla sağlanan istihdam değeri 3 bin 300 dolar iken, GSMH’ye katkısı ise 2 milyar doları buluyor. . Bir dekarda ortalama 4 ton şeker pancarından, 550 kilo şeker elde ediliyor.
** Türkiye’de tüketilen toplam gübrenin yüzde 10’u şeker pancarı tarımında, yine toplam tüketimin de yüzde 20’si pancar üreticileri tarafından kullanılıyor.
* Pancar, tarımda münavebe uygulamasının öncüsü ve sulu ziraatın yaygınlaştırıcısı rolünü üstleniyor. Bir dekarın fotosentez yoluyla havaya verdiği oksijenin, 6 kişinin bir yılda tükettiği oksijene eşdeğer olduğu kaydediliyor.
* Yan ürünleri, baş-yaprak, yaş pancar posası ve melası hayvan yemi olarak kullanılıyor. . Şeker pancarının bir dekarı yaklaşık 8 işgücü istihdam ediyor.
* Şeker pancarı endüstri bitkileri içinde sağladığı katma değer bakımından 2. sırada yer alırken, kendinden sonra ekilen hububatta yüzde 20 verim artışı sağlıyor. Pancarın baş ve yapraklarının toprakta bırakılması halinde dekara 4 kilo saf fosfat, 15 kilo saf potasyuma eşdeğer besin maddesi veriyor.
* Yılda yaklaşık 25 milyon tonluk taşıma hacmi yaratarak, taşıma sektörüne büyük bir pazar oluşturuyor.
* Sulama suyu arayışlarını teşvik ederek yer altı ve yerüstü su kaynaklarından istifade imkanını artırıyor. Çapa ve hasat dönemlerinde 200 bin topraksız, az topraklı ve işsizlere 100 gün süre ile istihdam yaratıyor.
* Yılda yaklaşık fabrikalarda da 20 bin kişiye istihdam sağlıyor.
PANKOBİRLİK’in sektördeki yeri
Türkiye’nin 64 ilinde örgütlenen PANKOBİRLİK, 7 bin 500 yerleşim birimine hizmet götüren 31 üye pancar kooperatifinin ve yaklaşık 1,7 milyon ortağının üst birliği durumunda bulunuyor. Üyelerinin tarım ve tarımsal sanayi alanında milli ekonomiyle bütünleşmesini hedefleyen PANKOBİRLİK, kooperatiflerine üye ortakların Türkiye ve dünya ekonomisi ile rekabet edebilirliğine katkı sağlamak için çalışmalarını sürdürüyor. PANKOBİRLİK’in 280’in üzerinde satış mağazası, 5 özel kooperatif fabrikası ve 50’nin üzerinde tarımsal amaçlı iştirakiyle dikkat çekiyor. PANKOBİRLİK’in devletten herhangi bir desteğe ihtiyaç duymadan üyelerinin imkanlarıyla ayakta durduğu belirtilirken, birlik fabrikaları, Amasya, Kayseri, Konya, Çumra, Adapazarı ve Kütahya’da bulunuyor.
1991-1992 yıllarında öz yönetime geçen Amasya, Kayseri, Konya Şeker Fabrikaları’nın geçen bu dönem içerisinde tevsii, otomasyon, modernizasyon ve kapasite artırımına yönelik önemli yatırımların yapıldığı belirtiliyor. Söz konusu çalışmaların ardından Kayseri Fabrikası’nın 3 bin 800 ton/gün işleme kapasitesini 10 bin ton/güne, Konya Fabrikası’nın ise 6 bin 500 ton/gün olan kapasitesini 9 bin 500 ton/güne çıkardığı ifade ediliyor. Yine Konya Fabrikası’nın, Çumra ilçesinde 13 bin ton/gün kapasiteli ikinci bir şeker fabrikası olan Çumra Şeker Fabrikası 2004’de işletmeye açması üretimi artırırken, bununla birlikte, 50 bin ton kapasiteli Sıvı Şeker Tesisi’nin de kurulmasının önemine işaret ediliyor.
Enerji tarımına yatırım
Türkiye’deki kooperatifçilik hareketinin geliştirilmesi ve tarımsal faaliyetlerinin yanında şeker pancarı tarımının sürdürülebilirliğine ilişkin çalışmalarına devam eden PANKOBİRLİK’in bünyesinde bulunan geniş çiftçi ve ekim potansiyelinin bir kısmını ise enerji tarımına yönlendirdiği, ”biyoyakıt” üretimine ilişkin yatırım hamlesi yaptığı belirtiliyor. Bu konuda, Konya Şeker Fabrikası’nın sahibi olduğu Çumra Şeker Fabrikası sahasında, hammaddesi şeker pancarından olan 84 Milyon litre/yıl üretim kapasiteli ”etanol” yatırımına başlandığı ve yine yıllık 100 bin ton üretim kapasiteli ‘biyodizel” yatırımının fizibilite çalışmaların da son aşamaya gelindiği belirtiliyor. Mevzuatla ilgili konuların netleşmesiyle birlikte 2007 yılı için pancar münavebe alanlarında sözleşmeli kanola üretimine başlanması ve 2008 yılı içerisinde yerli ham maddeden biyodizel üretiminin gerçekleştirilmesi hedefleniyor.
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) –
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Dünya şeker ihtiyacının yüzde 75’ini kamış şekeri ile karşılarken, bunu büyük oranda pancar ve diğer şeker türleri izliyor. Kamış şekeri üreten ülkeler arasında özellikle Hindistan ve Brezilya’nın Dünya Şeker Borsası şeker fiyatlarını belirlediği kaydediliyor. Son 5 yıldır şekerde yaşanan rekor üretime karşın ve alıcı ülkelerin yaşadığı krizlerin şeker talebini azaltırken, 2000 yılından sonra yaşanan gelişmeler dünyada şeker fiyatlarını oldukça yükseltmiş durumda.
Uluslararası ticareti yapılan ürünler içerisinde en değişken fiyat seyri gösteren ürünlerden birisi şekerin borsa fiyatları dış etkenlere karşı çok duyarlı olması nedeniyle, sürekli iniş çıkışlar gösteriyor. Dünya şeker piyasasında son 5 yıldır yaşanan rekor üretim ve alıcı ülkelerde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle şeker talebinin azaldığı belirtilirken, bu nedenle 2000 yılında beyaz şeker fiyatlarının oluşturduğu Londra Borsası’nda fiyatların son 14 yılın en düşük seviyesine düştüğü kaydediliyor. 2000 yılından sonra ise şeker üretiminin iklimsel etkenler nedeniyle azaldığı ve borsa fiyatlarının yükseldiği saptanırken, yapılan araştırmalara göre 2004 yılana kadar 220-250 dolar/ton aralığında seyreden fiyatların, 2005 ve 2006 yılından itibaren petrol fiyatlarının yükselmesiyle birlikte 450-500 dolar/ton seviyesine ulaştığı belirtiliyor.
Yapılan araştırmalara göre dünya şeker üretiminin son yıllardaki ortalaması 140 milyon tonu buluyor. Bu üretimin ekim alanlarının genişliği, yıl içerisinde birden fazla hasat edilebilmesi ve üretim prosesinin kolaylığı nedeniyle yaklaşık olarak yüzde 75’i kamıştan, yüzde 25’i ise pancardan karşılanıyor. Dünyadaki en önemli üreticileri Brezilya, Hindistan, AB, Çin, Tayland, ABD, Meksika ve Avustralya oluştururken, söz konusu ülkelerin dünya şeker üretimindeki payının yaklaşık yüzde 60 olduğu kaydediliyor. Söz konusu ülkeler içinde özellikle Hindistan ve Brezilya’nın üretim miktarlarıyla dünya fiyatlarının oluşmasında etkin rol oynağına dikkat çekiliyor.
Gelişmiş ülkelerde gıda güvencesi, üretici geliri ve tarımsal ekonomi politikaları açısından önem taşıyan pancar şekeri, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ise, öncelikle gıda güvencesi ve tarımsal yapıları açısından tarihsel gelişim içerisinde ayrı bir öneme sahip. Bu nedenle, tüm pancar şekeri üreticisi ülkelerde şeker üretimini desteklemeye yönelik politikalar, ucuz olan ithal şekerden kaçınmak amacıyla dış ticaret önlemleri ile birlikte ele alınıyor. Pancar ve şeker üretiminin yarattığı artı katma değer, istihdam imkanları, diğer tarım ürünleri ve hayvancılığın geliştirilmesindeki önemli katkıları, sosyal ve ekonomik yaşam üzerindeki etkileri ile bütün dünyada stratejik önemi olan bir üretim kolu olduğu vurgulanıyor. Bu nedenle özellikle pancardan şeker üreten ve kamış şekeri ile rekabet eden ülkelerde, şekerin gerek üretimi, gerekse ticareti kontrol edilip koruma altına alınıyor.
Ekolojik olarak serin ya da soğuk iklim kuşağındaki ülkelerde üretilen şeker pancarında söz sahibi olan ülkeleri AB, ABD, Rusya ve Türkiye oluşturuyor. Söz konusu ülkeler dünya pancar şekeri üretiminin yaklaşık yüzde 70’ini karşılıyor.
Türkiye, pancar şekeri üretici ülkeler arasında önemli bir konumda bulunuyor. Uluslararası verilere göre Türkiye dünya pancar şekeri üretiminde yaklaşık yüzde 7’lik bir pay ile Fransa, Almanya ve ABD’den sonra 4. sırada yer alıyor. Türkiye Avrupa’daki pancar şekeri üretiminde ise yüzde 10’lük bir payla 3. ülke durumunda.
Şekerin doğalı da var, sentetiği de…
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Temel enerji gıdası olan şekerin, insan sağlığının yanı sıra, 1900’lü yıllarda ekonomide de önemli bir yer edinmesi, ülkelerin pancar şekeri üretimini desteklemeye yönelik politikalarının, ucuz olan ithal kamış şekerinden kaçınmak amacıyla dış ticaret önlemleri almasına itiyor. Temel olarak üç tür şeker bulunurken, bunlar kendi aralarında da içerdiği madde ya da tüketim alanına göre de çeşitleniyor.
Şeker, insanların beslenme alışkanlıkları içerisindeki yeri ve sağladığı enerji nedeniyle önemli bir gıda maddesi olma özelliği taşırken, şeker üretiminin tarihinin çok eskilere dayandığı belirtiliyor. Tarihsel verilere göre, şekerin Avrupa’da yaygınlaşarak tercih edilir bir gıda maddesi olması 1900’lü yıllara dayanırken, şekerin ülkeler arası ticaretteki öneminin artması da yine bu yıllara rastlıyor. Ekonomik bir değer olarak şekerin önem kazanması, sömürge ülkelerdeki büyük çaplı yatırımların yanı sıra, Avrupa ülkelerinin de şeker üretimi ve işlenmesiyle ilgili faaliyetleri artırması arasında paralellik taşıyor. Şeker bugün de 100’den fazla ülkede üretilirken, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gıda güvencesi ve tarımsal yapılar açısından tarihsel gelişim içerisinde ayrı bir yere sahip. Bu nedenle pancar şekeri üretimini desteklemeye yönelik politikaların, ucuz olan ithal kamış şekerinden kaçınmak amacıyla dış ticaret önlemleri ile birlikte ele alınmasının önemine dikkat çekiliyor.
Şeker, genel olarak, ”Sakaroz Kökenli Pancar ve Kamış Şekerleri”, ”Tatlandırıcılar” ile ”Doğal Şeker” olmak üzere 3 türe ayrılıyor.
Hammaddesi şeker pancarı ve şeker kamışı olan Sakaroz Kökenli Pancar ve Kamış Şekerleri, dünya şeker üretiminin yaklaşık yüzde 80’ini karşılıyor. Bu üretimin yüzde 75’i kamış şekeriyle yapılırken, yüzde 25’i de pancar şekeri kullanılarak elde ediliyor. Sakaroz Kökenli Pancar ve Kamış Şekerleri, ”beyaz şeker” ve ”ham şeker” diye iki türe ayrılıyor. Beyaz şekere, herhangi bir tatlandırma, renklendirme işlemi yapılmazken, bu tür şeker yüzde 99.5’ten fazla sakaroz içeriyor. Beyaz şeker gibi renklendirme ve tatlandırma işlemi uygulanmayan ham şeker ise yüzde 99.5’ten daha az oranda sakaroz içeriyor.
Tatlandırıcılar, teknolojik gelişmelere ve sanayinin talebiyle doğru orantılı olarak ortaya çıkarken, ”nişastadan üretilen tatlandırıcılar” ve ”sentetik tatlandırıcılar” olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Nişastadan üretilen şekerlerin ana ürününü izoglikoz, yüksek früktozlu mısır şurubu (HFCS) ile inulin şurubu oluşturuyor. Bugün AB ve pek çok ülke, ekonomiye sağladığı yüksek katma değerden ötürü şeker sanayilerini korumak amacıyla, nişastadan tatlandırıcı üretimini kotalarla sınırlandırmış durumda.
Sentetik tatlandırıcılar grubuna ise şeker alkolleri (polioller) ve diğer tatlılık verici sentetik maddeler giriyor. Sorbitol, Mannitol, Ksilitol, Isomalt, Laktitol, Maltitol ve Eritritol bu gruptaki tatlandırıcılardan birkaçı. Gıda üreticileri, genelde poliolleri tatlandırıcılıkları sakarozun yarısı kadar olduğu nedeniyle daha çok bir dolgu maddesi olarak kullanıyor. Yoğun tatlandırıcılar olarak da bilinen sentetik maddelerin tatlılığı ise sakaroza göre daha fazla iken, ülkelerin sağlık kuruluşlarının izin verdiği ölçülerde kullanılıyor ve tüketimi de reçeteyle ve doktor kontrolüyle yapılıyor. Söz konusu sentetik maddeler, çeşitli ticari isimler altında saf halde ya da diyabetik tatlandırıcılarla karıştırılarak pazarlanıyor. Öte yandan sakkarinin kansere neden olduğu gerekçesi ile ABD’de uzun süre yasaklandığı ve bunun ardından kontrollü kullanımına izin verildiği de biliniyor.
Pancar şekerinin de içinde bulunduğu grup, fabrikasyon işlemleri sırasında kimyasal formu herhangi bir değişikliğe uğramamış ve toprakta yetiştiği doğal haliyle tüketilen şeker türü ise, ”doğal” ya da ”natürel şeker” grubuna giriyor.
Avrupa şeker sektörünü yeniden yapılandırıyor
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – AB ülkeleri, pancar şekeri ve diğer şekerlerin üretimini ortak tarım politikası ”Şeker Pazar Rejimi” (CMO) adı altında düzenlenen sistemle kontrol altında tutuyor. AB’nin şeker üretimini desteklediği belirtilirken, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) AB’ye şeker rejimini değiştirmesi için baskı yaptığı dikkat çekiyor. AB ise baskılar sonucu çeşitli destekleri kaldıracağını açıklarken, bu Avrupa şeker sektörünü yeniden yapılanmaya itiyor.
AB’nin şeker üretimini düzenleyen CMO’da pancar şekeri ile nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretimi yer alırken, düzenleme pancar şekeri ve üretimini, minimum şeker alım fiyatıyla garanti altına alıyor. Şeker üreticileri için getirilen fiyat garantilerinden pancar şekeri ile izoglikoz ve inulin şurubu üreticileri yararlanırken, glikoz şurubuna herhangi bir teşvik yapılmıyor. AB ülkelerinde NBŞ’lere tanınan kota, tüm şeker üretiminin ortalama yüzde 2 ya da 3’ünü oluşturuyor. NBŞ üretiminin kota ile sınırlandırılmasının nedeninin, pancar şekeri üretiminin, tarımı, teknolojisi ve yan ürünleriyle ekonomik olarak yetiştirildiği ülkelere sağladığı katma değerin büyük olmasından kaynaklandığı belirtiliyor. AB’de pancar şekeri üretiminde ilk sırada yer alan Fransa ve Almanya’nın üretime verdikleri önemden dolayı NBŞ üretim kotasını AB ortalamasının oldukça altında, yüzde 0,42 ve 0,89 oranlarına çektiği belirtiliyor.
Pancar şekeri, izoglikoz ve inulin şurubu için ortak bir pazar ve ithalatta koruma sistemi geliştirilirken, AB’ye ithal edilme olasılığı bulunan şekerler için yüzde 200’lere varan vergiler bulunuyor. İthalat vergileri ve ihracat iadelerini içeren bu sistemde, topluluk dahilindeki fiyatların dünya piyasalarındaki fiyat hareketlerinden etkilenmesini önleyerek ortak pazara istikrar sağlanıyor.
AB’nin şeker rejimi kapsamında desteklediği ürünler, şeker pancarı üretimi, pancar şekeri (sakaroz), katı halde kimyasal saf sakaroz, pancar ve şekerin rafine atıkları (melas), pancar posası küspe olarak sıralanıyor. Bu kapsamda 2003-2004 yılında şeker sektörüne 1.2 milyar Avro destek verilirken, bu AB’nin tarıma ayırdığı toplam bütçenin yüzde 3’ünü oluşturuyor. Şeker, AB’de ortak piyasa düzenine sahip 23 ürün grubundan biri durumunda ve tüm üye devletlerin bu rejime uyma zorunluluğu bulunuyor.
DTÖ’nün AB’ye şeker ticaretinde ihraç amaçlı desteklerinden dolayı şeker rejimini değiştirmesi için baskı yaptığı belirtilirken, baskılar sonucu AB’nin 30 Haziran 2006’da sona eren mevcut şeker rejimini değiştirmek amacıyla adım attığı kaydediliyor. Hong Kong görüşmelerinde ise AB’nin, 2013 yılına kadar şekerde ihracat desteklerinin kaldırılacağını kabul ettiği vurgulanıyor.
DTÖ – AB Şeker Rejimi mücadelesinde, gelecek dönemde AB’nin şeker pancarı ve şeker fiyatlarını düşüreceği, ihraç amaçlı üretilen C kotası kapsamındaki şeker ihracat geri ödeme desteklerinin zaman içerisinde azaltacağı ve tercihli ticaret anlaşmaları kapsamında ithal edilen şeker için gümrük duvarlarının kaldıracağı tahmin ediliyor.
Gelinen bu son noktanın, Avrupa şeker sektörünü yeniden yapılanma ve çeşitlendirmeye doğru ittiği belirtiliyor.
DTÖ’nün baskısıyla yeniden düzenlenen AB’nin yeni şeker reformu şu düzenlemeleri benimsiyor:
* 2006-2007’de başlayan dört yıl üzerinden minimum şeker satış fiyatlarında yüzde 36’lık bir fiyat kesintisi, birinci yılda yüzde 20, ikinci yılda yüzde 25, üçüncü yılda yüzde 30 ve dördüncü yılda yüzde 36 olacak.
* Fiyat kesintisinin ortalama yüzde 64.2’si oranında çiftçilere katkı verilecek. Katkının tek çiftlik ödemesine dahil edilmesi sağlanacak.
* Kotalarından en az yüzde 50 oranında vazgeçen ülkelerde, azami beş yıllık bir süreç için gelir kaybının yüzde 30’u oranında ek bir ödeme yapılacak.
* 2014-2015’e kadar şeker kota sistemi uzatılacak. Dana önce 5’er yıllık belirlenen kota ve fiyat sistemi 10 yıla çıkarılacak.
* ‘A’ ve ‘B’ kotalarını tek bir üretim kotasında birleştirilecek.
* Dört yıllık süreci müteakip müdahale sisteminin terk edilerek, müdahale fiyatı bir referans fiyat ile değiştirilecek.
* Yeniden yapılandırma işleminin sosyal ve çevresel etkisi ile başa çıkmak için kotanın terk edilip fabrikaların kapatılmasından doğan kayıpları telafi edebilmek için, birinci ve ikinci yılda ton başına 730 euro ve üçüncü yılda 625 euro son yıl için 520 olacak şekilde ödeme yapılacak.
* Şeker pancarının şeker üretimine yönelik olmayıp, enerji amaçlı üretilmesi (biyoetanol) yani gıda dışı mahsul olarak yetiştirilmesi halinde hektara 45 euro ödeme yapılacak.
* Kimyasal ve eczacılık endüstrileri ile bio-etanolün üretimi için yapılan şeker üretimlerinin kota kapsamı dışında tutulacak.
* Her yıl 100 bin tonluk bir artışla üç yıl üzerinden mevcut üretici şirketler için 300 bin tonluk izoglukoz kotaları artırılacak.
Özelleştirme, üretimi başka ülkelere kaydıracak
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – AB ülkeleri şeker sektörünün büyük bir kısmını özele devretmiş durumda iken, çıkabilecek krizlere karşı bazı fabrikaları ise kamu elinde tutuyor. AB’deki genel eğilimin Türkiye’de özelleştirme kapsamında tutulan fabrikalara olan talebi artırdığı belirlenirken, AB üyeliğinin ardından Türkiye’de özelleşen fabrikaların pancar üretimini başka ülkelere kaydırması da gündeme geliyor. AB’ye üye ülkeler arasında da tartışma konusu olan bu uygulamanın özelleştirme aşamasında Türkiye’de de göz ardı edilmemesi gerekiyor.
AB ülkeleri şeker sanayilerini büyük ölçüde özelleştirmelerine karşın, olağanüstü durumlara hazırlıklı olabilmek ve pancar tarımının sürekliliğini sağlayabilmek için üretimin bir kısmının işletim hakkını üretici birliklerine devrederek, kamunun bünyesinde tutuyor. AB genelinde 20 yıl önce 1 milyon tonun üzerinde kotaya sahip şeker grubu yalnızca İngiltere’nin ”British Sugar” şirketi iken, bugün şirketler arası yapılan evlilikler sonucu ”Sudzucker”, ”Nordzucker”, ”Tereos” ve ”Danisco Sugar” gibi şirketlerin şeker üretim kotaları 3 milyon tona kadar ulaşmış durumda. Sonuç olarak AB’deki toplam şeker üretiminin yüzde 83’ü 15 şirketin elinde toplanırken, bu grupların sektörde adeta bir tröst konumuna gelmesi dikkat çekiyor. Bu çerçevede geçen nisan ayında, Alman ”Nordzucker AG”, Fransız ”Chiristal Union” ve İngiltere’den ‘ED&F MAN” şirketlerinin ”EUROSUGAR” adı altında yeni bir şirket kurması, sektördeki tekelleşmeyi artırıcı bir etken olarak yorumlanıyor. Söz konusu şirketlerin Türkiye’deki özelleşecek fabrikalara da ilgi gösterdiği belirtilirken, özelleştirmenin bu şirketlere yapılması durumunda, Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilmesiyle Türkiye’deki şeker pancarı üretiminin başka ülkelere kaydırılması gündeme geliyor. AB’ye üye ülkeler arasında da tartışma konusu olan bu uygulamanın özelleştirme aşamasında göz ardı edilmemesi gerektiği belirtiliyor.
AB şeker sektöründeki gelişmeler ve değişimler karşısında Türkiye’deki kamu şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde izlenecek politikaların tekrar gözden geçirilmesinin önemine işaret ediliyor. Özelleştirilen Kütahya ve Adapazarı şeker fabrikalarından sonra ihaleye çıkarılan Ereğli, Ilgın ve Bor Şeker Fabrikaları, kamu fabrikaları içerisinde kapasiteleri en yüksek (günlük işleme kapasiteleri: Ereğli 8 bin 600 ton, Ilgın 6 bin 800 ton ve Bor 4 bin ton) ve şeker üretim maliyetleri en düşük fabrikalar durumunda. Bu nedenle ihaleye çıkarılmasından bugüne kadar yerli yabancı birçok kuruluşun söz konusu fabrikalara talip olduğu ifade ediliyor.
Türkşeker’in, 2005 kampanya döneminde 25 şeker fabrikasından 1 milyon 309 bin ton şeker ürettiği, maliyetin de ortalama 1,3329 YTL/kilo olduğu belirtiliyor. Satışa çıkarılan fabrikalar ile elde kalan fabrikaların üretim maliyetleri karşılaştırıldığında Ereğli Fabrikası’nın 1,14 YTL/kilo, Ilgın Fabrikası’nın 1,14 YTL/kilo ve Bor Fabrikası’nın ise 1,30 YTL/kilo olduğu, buna karşın Çarşamba Fabrikası’nın 2,00 YTL/kilo, Kars Fabrikası’nın 2,00 YTL/kilo ve Ağrı Fabrikası’nın 1,91 YTL/kilo olduğu belirtiliyor. Maliyetlerin, normal fabrika satış fiyatı olan 1,57 YTL/kilonun çok üzerinde olması ve paçal maliyette önemli destek olan söz konusu 3 fabrikanın devreden çıkması, mevcut durumda dahi ekonomik ölçekte olmayan bu fabrikaların, bu koşullarda üretime devam etme ve rekabet etme şanslarının kalmayacağı gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Türkiye’de toplam pancar şekeri sanayi yatırım miktarı 4 milyar dolar iken, toplam yatırımın 600 milyon doları özel fabrikalar tarafından sağlanıyor. Halen çalışan 31 fabrikanın pancar işleme kapasitesi 147 bin ton/gün iken, bunun 111 bin tonunu kamu, 36 bin tonunu özel fabrikalar üretiyor. Şeker sanayinin çeşitli nedenlerden dolayı son 6 yılda şeker üretim kapasitesindeki kaybının yüzde 24 olduğu vurgulanıyor. Yasal kotalara karşın NBŞ üretiminin denetimsiz olarak sürmesi üretim kapasitesini etkilerken, şeker kalitesi ve dekara şeker verimi bakımından AB ile rekabet edebilecek tek sektörün de şeker olduğu vurgulanıyor.
Türkiye’de 10 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiren pancar şekeri sanayinde sürekliliğin sağlanması ve özelleştirme sonrası yaşanabilecek olumsuzlukların giderilmesi amacıyla, sektörle ilgili kararların dikkatli bir şekilde alınması gerektiği belirtiliyor. Bu kapsamda şeker tarımının desteklenmesi dışa bağımlılığı ve döviz kaybını engellerken, özelleştirme sürecinin buna zarar verebileceği vurgulanıyor.
İnsanlık, daha çok şeker tüketir oldu
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Şeker tüketimi son 10 yılda yaklaşık yüzde 44 oranında artarak 100 milyon tondan, 144 milyon tona çıkmış durumda. Şeker tüketiminde üretici ülkelerin önde geldiği dikkat çekerken, dünya şeker ticaretinde de söz konusu ülkelerin hakimiyeti bulunuyor. Şekerin kullanım alanları ise gıda sektöründe yoğunlaşırken, diğer sanayi kollarında da çeşitlilik gösteriyor.
Yapılan araştırmalara göre, dünyada gerçekleşen şeker tüketimi yaklaşık olarak üretim miktarı kadar. Bazı yıllar şeker üretiminde stoklar oluşmasına karşın, üretimin az olduğu yıllarda da talebi karşılamak için bu stoklar kullanılarak yıl içerisindeki üretim ve tüketimin birbirini dengeliyor. Araştırmalar, en önemli tüketici ülkelerin aynı zamanda üretim açısından da önde olan ülkeler olduğunu ortaya koyuyor. Tüketici ülkelerin başında, Hindistan, AB, Brezilya, ABD, Çin, Rusya, Meksika, Endonezya, Pakistan, Japonya, Mısır ve Ukrayna gelirken, Doğu Asya’nın en yüksek seviyede şeker tüketen kıta olduğu ifade ediliyor. Dünyada 1985-1986 yıllarında 100 milyon tonluk tüketimin, günümüzde 144 milyon tona kadar yükseldiği tahmin ediliyor.
Dünya genelinde ticareti yapılan şekerin yüzde 90’ını kamış şekeri oluştururken bunu pancar şekeri ve diğer şeker türleri izliyor. Son beş yıllık süreçte dünya şeker ithal-ihraç rakamlarının 36-41 milyon ton arasında değiştiği belirtilen araştırmalara göre, 2004-2005 yıllarında bu rakam 50 milyon ton civarına yükselmiş durumda. Bu oran, uluslararası ticareti yapılan ortalama şeker miktarının üretilen şeker miktarının yaklaşık yüzde 34’üne denk geldiğini gösteriyor. 2003-2004 döneminde dünyanın en büyük ihracatçı ülkelerin Brezilya, AB, Hindistan, Avustralya, Tayland, Küba, Güney Afrika, Guatemala ve Kolombiya olduğu belirtiliyor. Yine aynı dönemde Brezilya, Tayland, Avustralya, Hindistan ve Küba’nın dünya şeker ihracatının yüzde 68’ini, AB ülkeleri ise prosesi ve doğası gereği daha yüksek maliyetlerle yapılan üretime karşın, dahilde yaptıkları desteklerle kamış şekerine karşı rekabette dünya pancar şekeri ihracatının yüzde 22’sini elinde bulunduruyor.
Ayrıca Dünya Ticaret Örgütü taahhütleri ve Tercihli Serbest Ticaret anlaşmaları gereği AB ülkeleri, ACP (Afrika, Karayip ve Pasifik) ile LDC (en az gelişmiş ülkeler) ülkelerinden ham şeker ithal ediyor. ACP ülkeleri ile yapılan Lome anlaşması nedeniyle AB, kendi piyasasına belli miktarda şeker için giriş ithalat garantisi tanıyor.
Dünya ticaretinde beyaz şeker Londra borsası, ham şeker ise hem Londra hem de New York borsalarında işlem görürken, dünya şeker fiyatlarını üretimi en çok yapılan kamış şekeri belirliyor.
Kaçakcılık dışa bağımlılığı artırıyor
Kola, meyve suyu ve diğer sıvı içeceklerde şeker muadili tatlandırıcı özelliği olan kimyasal tatlandırıcıların yaygınlaşması şeker talebini azaltırken, bu alanda tüketilmesi gereken şeker ise stoklarda kalıyor.
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) – Türkiye’de kayıt dışı ve kaçak şekerin neden olduğu üretim fazlasının 380 bin civarında bulunduğu belirtilirken, bunun orta ölçekli 10 fabrikanın üretimine eşdeğer olduğu belirtiliyor. Türkiye’deki kayıtlı şeker tüketiminin azalmasının başlıca nedenleri, yurtiçinde kota dışı nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretimi ve arzı, sentetik tatlandırıcı kullanımının artması ile kaçak şeker olarak sıralanıyor. Şeker kaçakçılığının çeşitli yöntemlerle gerçekleştirildiği ve gerekli önlemlerin alınmaması durumunda dışa bağımlılığın gündeme geleceği kaydediliyor.
Şeker Yasası’nın amacını ifade eden 1. maddesinde ”Yurtiçi talebin yurtiçi üretimle karşılanmasına ve gerektiğinde ihracata yönelik olarak Türkiye’de şeker rejimini, şeker üretimindeki usul ve esaslar ile fiyatlandırma, pazarlama şart ve yöntemlerini düzenlemektir” deniliyor. Söz konusu amacın gerçekleştirilmesi için öncelikle yurtiçi talep miktarının tespit edilmesi, daha sonra da bu miktarı karşılayacak miktarda üretimin, şirketlere kota tahsisatı yapılması suretiyle gerçekleştirilmesi gerekiyor. Maddede işaret edilen tahminin, Türkiye’de son 25 yıllık üretim, ithalat ve ihracat verileri dikkate alınarak elde edilen net yurtiçi satış miktarları ile nüfus artışının karşılaştırılması ve geleceğe dönük yansıtılması suretiyle hesaplandığı belirtiliyor. Şeker Yasası sonrasında yapılan çalışmalar sonucunda da kotalı üretimin uygulanmaya başlandığı 2002-2003 pazarlama yılından itibaren her bir pazarlama yılı için toplam 2,3 milyon ton düzeyinde kota tahsis edildiği ifade ediliyor. Veriler bu yönde iken, 2002-2003 pazarlama yılında yaklaşık 200 bin ton, 2003-2004 pazarlama yılında 250 bin ton ve 2004-2005 pazarlama yılı sonunda da 380 bin ton şekerin arttığı kaydediliyor. Özellikle 2004-2005 pazarlama yılındaki kayıtlı arz ile talep arasında oluşan 380 bin tonun orta ölçekli 10 fabrikanın üretimine eşdeğer olduğu vurgulanırken, bu durum, tahminde yanılgıdan daha çok, sektörde başka nedenlerin mevcut tabloyu oluşturduğunu ortaya çıkarıyor. Beslenme alışkanlıkları değişmeyen, geleneksel tatlı kültürünün her kesimde yaygın olarak uygulandığı ve yaşandığı Türkiye’de yurttaşların kendi tercihleri ile şeker tüketimlerini bu ölçüde azaltmalarının mümkün olamayacağını işaret edilirken, şekerli mamul sektörünün, hangi şeker türünü (pancar ya da nişasta şekeri) tercih ederse etsin toplam talebi değiştirmeyeceği belirtiliyor.
Sektörün pazarlama yılı sonu stoklarının, 2002-2003’te yaklaşık 200 bin ton ve 2003-2004’te yaklaşık 300 bin ton iken, 2004-2005 pazarlama yılı sonunda 430 bin tona yükselmesinin, bir önceki pazarlama yılına göre yüzde 50’ye yakın bir büyüme göstermesinin tesadüf olmadığı vurgulanıyor. 2004-2005 pazarlama yılının Bakanlar Kurulu kararıyla Şeker Kurumu ve Hizmet Birimleri’nin kapatıldığı, sektörün tamamen denetimsiz ve kontrolsüz kaldığı, tam anlamıyla kaosun yaşandığı bir dönem olduğu belirtiliyor. Böyle bir dönemde kota dışı şeker üretim ve arzının yoğun olarak artmasının kaçınılmaz olduğu, özellikle yakın zamanda kota dışı üretilen nişasta bazlı şekerlerin ağırlıklı olarak sahte bal üretiminde kullanıldığı ve ihraç edilen sahte balın iade edilmesi sonucu, Türkiye’nin uluslararası alanda kaybettiği ticari itibar ve bal sektörünün yaşadığı krize dikkat çekiliyor. Bu nedenle toplam kota ile toplam satış arasında oluşan bu farklılığın ana nedenlerinden biri olan kota dışı NBŞ üretiminin varlığına ulaşılıyor.
Şekerli mamul sektörünün diyet ürünlerde şeker yerine kullanması yanında, maliyet kaygısıyla özellikle kolalı içeceklerde, meyve suyu ve diğer sıvı içeceklerde şeker muadili tatlandırıcı özelliği olan kimyasal tatlandırıcıların yaygınlaşması şeker talebini azaltırken, bu alanda tüketilmesi gereken şeker ise stoklarda kalıyor. Türkiye’nin ihtiyacının çok üzerinde ithal edilen ya da bavul ticareti yoluyla Türkiye’ye giren ve 200 ile 220 bin kat tatlandırma kapasitesine sahip kimyasal tatlandırıcıların gıdalarda kullanımının günümüzdeki şeker miktarı olarak karşılığı 350 bin tonlara denk geldiği hesaplanıyor. Yiyecek ve içeceklerinde gıda kodeksi ve üretim standartları hiçe sayılarak büyük oranda kullanılan bu tatlandırıcıların ve gıda katkı maddelerinin insan sağlığını tehdit ettiği kaydediliyor.
Türkiye’de 1990’lı yılların başına kadar birçok üründe doğal yöntemlerle üretilen pancar şekeri kullanılmasına karşın, bugün çoğu firmalar ürettiği meşrubatların ve kolalı içeceklerin hemen hemen tamamında pancar şekeri yerine kimyasal tatlandırıcı ve nişasta bazlı şekerler kullanıyor.
Türkiye ve Türkiye şeker sektörü açısından asıl ve büyük tehlikenin, kaçak şeker girişi olduğu vurgulanıyor. Şeker Kurumu’nca yapılacak denetimlerin sıklaştırılması ve diğer gerekli tedbirlerin alınması durumunda kota dışı üretim ve satışın en az seviyeye düşürülebileceği kaydedilirken, kaçak şeker için alınması gereken önlemlerin, diğerine göre çok daha nitelikli ve kapsamlı olması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca kaçakçılık konusunda alınacak önlemlerin Şeker Kurumu tarafından değil, daha çok, devletin ilgili birimlerince alınması gerektiğine işaret ediliyor. Edinilen bilgiye göre, Türkiye’ye kaçak şeker girişi birçok yöntemle gerçekleştiriliyor.
Çoğunlukla doğu ve güneydoğu sınırlarından ve sınır kapılarından gerçekleştirilen kaçak girişlerin en yaygın olanının, normalde gümrük mevzuatı uyarınca ”yolcu beraberinde – zati kullanım eşyası” sınıfında kabul edilmemesine karşın, yolcuların ve yük nakliyatı yapan taşıma vasıtası sürücülerinin beraberlerinde, çoğunlukla gizleyerek ve fazlaca getirdikleri şekerler olduğu belirtiliyor. İlk bakışta büyük bir meblağ oluşturmayacağı düşünülen bu türden girişlerin, bazı bölgelerde çok etkin biçimde organize olduğu, sırf şeker sevkıyatı için İran, Irak gibi ülkelere günübirlik turlar düzenlendiği belirtiliyor. Hatta bu türden faaliyetlerin yoğunlaştığı dönemlerde, söz konusu bölgelere yakın şeker fabrikalarının satışlarının düştüğü ifade ediliyor.
Kullanılan diğer bir yöntemin, sınırlardan yük hayvanları vasıtasıyla Türkiye’ye şeker sokulması olduğu belirtiliyor. Bu yöntemin de yaygın olarak yurtiçine kaçak şeker getirilmesinde kullanıldığı bazı milletvekillerince hazırlanan raporlarda ortaya konduğuna işaret ediliyor.
Çeşitli zamanlarda Türkiye’nin çeşitli limanlarından ve serbest bölgelerden, gemiler vasıtasıyla yüklü miktarlarda kaçak şeker getirildiğine ilişkin duyumlar da alınırken, İçişleri Bakanlığı’nın da en fazla kaçak şekerin Mersin limanından Türkiye’ye girdiğini açıklaması bu durumu doğruluyor.
Şeker kaçakçılığında başka bir yöntemin. Türkiye’den çeşitli anlaşmalar kapsamında ihraç edilen şekerlerin, ihraç edilmiş gibi gösterilerek yurtiçinde satılması olduğu kaydediliyor.
Dahilde İşleme İzin Belgesi sahibi bazı firmalarca, işlemek suretiyle üretecekleri mamulün bünyesinde ihraç etmek için satın alınan C şekerinin (ihraç amaçlı şeker), ihraç edilmeyip, yurtiçinde satılmasının da yaygın olarak kullanılan bir başka yöntem olduğu ifade ediliyor.
Türkiye’de kişi başı yıllık şeker tüketimi nüfus artışına paralel olarak artarken, Devlet Planlama Teşkilatı, yıllık yüzde 1.8’lik nüfus artışına göre 2010 yılında Türkiye’nin şeker tüketim ihtiyacının 2,5 milyon tona yaklaşacağını tahmin ediyor. Bu kapsamda Türkiye’de kişi başına yaklaşık 30 kilo şeker düşerken, benzer tüketim alışkanlıkları olan Polonya’da kişi başına düşen şeker tüketim miktarı 40-42 kilo civarında bulunuyor. Bu miktarın esas alınarak Türkiye nüfusuyla oranlanması durumunda, Türkiye’deki asıl tüketim ihtiyacının 3-3,5 milyon ton civarında olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye’deki şeker kotasının bu miktar üzerinden müzakere edilmesi gerektiğine işaret edilirken, aksi uygulamalar ve yaklaşımlarla şeker üretim kotalarının azaltılmasının, dahili tüketimi dahi üretimle karşılanamamasına neden olacağına dikkat çekiliyor. Dolayısıyla stratejik açıdan Türkiye’deki en önemli konumundaki şekerde de dışa bağımlı hale gelineceği ve şeker ithal etmek zorunda kalınacağının sinyalini veriyor.
KAHRAMANMARAŞ- Tarımsal üretim bakımından Türkiye’nin en önemli merkezlerinden birisi olan Elbistan ovasındaki çiftçiler gelecek endişesi taşıyor. Çiftçi, her geçen gün artan girdiler ve kota gibi sınırlamalar nedeniyle üretim yapamaz duruma geldi.
Hükümetin şeker pancarına kota sınırlaması getirmesi karşısında Elbistan Ovası’nın büyük bölümünde pancar ekimiyle uğraşan çiftçiler yeni ürün arayışlarına yönelerek geleceklerini kurtarmaya çalışırken pancardan kaçışın hayvancılığı olumsuz yönde etkileyeceği belirtiliyor. Yöre halkı şeker pancarı ekiminin sadece şeker üretilmesi şeklinde algılanmaması gerektiğine dikkat çekiyor. . Elbistan bölgesinde besicilik yapan 30 bin büyük ve yine binlerce küçük baş hayvan için kışlık yem olarak en önemli besin kaynağını pancarın şeker fabrikasında işlenmesi sonucu oluşan atıklardan elde edilen yaş küspe ve melas olduğunu vurguluyor.. Ekim alanının daralması sonucu söz konusu yem üretiminin azalacağı endişesi hayvancılık yapanların gelecekte yem temininde zorlanacağını söylüyor. Şeker fabrikalarının olduğu yörelerde hayvancılığın da geliştiğini belirten çiftçiler şeker pancarının fabrikada işlenmesi sonucu oluşan bu hazır ve kaliteli yem olan küspe ve melas varken, devletin yem bitkileri üretimini artırmak için çiftçiye teşvik vermesine ve yönlendirmesine bir anlam veremiyorlar.
Bölgenin en büyük ekim alanlarının başında gelen pancar, 1985 yılında Elbistan Şeker Fabrikası’nın açılmasıyla birlikte daha önemli bir hale geldi. Buna karşın pancara konulan kotalar ekim sahasını zorunlu olarak azalttı. Kahramanmaraş bölgesinde 100 bin hektarlardan bugün 64 bin 500 hektarlık alana geriledi. Fabrikada işlenen pancarın ise 700 bin tonlardan 300 bin tona düştüğü ve bu nedenlerle yöre halkının fakirleştiği belirtildi.
Elbistan Ziraat Odası Başkanı Mehmet Ali Bulut devletin pancar ekimine kısıtlama getirmesine rağmen kendilerine ne ekecekleri konusunda herhangi bir bilgilendirme yapılmayarak çiftçinin kaderine terk edilmesinden yakınırken, pancar ekimine kota koyulmasının Türkiye’ye giren kaçak şekerden kaynaklandığın söyledi.
Türkiye’nin 4. büyük ovasındaki çiftçiler yıllarca hububat, şeker pancarı ve ayçiçeği ekimi ile yaşamlarını devam ettirirken son yıllarda tarımsal girdilerin artması çiftçi üzerinde olumsuz etki yaptı. Çiftçi bu olumsuzluklarla uğraşırken en çok para kazandıkları ve tarla için iyi bir ürün çeşidi olan pancar ekimine kısıtlama getirildi. Şeker pancarının kırsalın en önemli endüstri bitkisi olduğunu kaydeden Başkan Bulut “Bu kısıtlamalar nedeniyle bizim gelirimiz azalıyor. Maraş bölgesinde başta Elbistan olmak üzere Afşin, Pazarcık, Nurdağı, Tufanbeyli ve Göksun’da binlerce çiftçi yeni ürün arayışına girdi. ABD ve AB de ekimler hızla devam ediyor, oralarda kısıtlama yok. Bu kısıtlamalar sadece saydığım dev ABD ve AB şirketlerine yarar sağlıyor” dedi ve şöyle şöyle devam etti:
“Biz fazla üretirsek de cezalandırılıyoruz. Fabrika fazla olan ürünümüzü, açıklanan fiyatın beşte biri oranında satın alıyor. Açıkça fazla üretme, üretirsen ceza alırsın diyorlar. Burada kota sisteminde yüzde 10 gibi bir oranda esneklik sağlanmış olsa geçen yıl 20 bin ton olan kota fazlası şeker pancarı ucuza satılmazdı. Bu koşullarda mecburen biz de yeni ürün arayışlarına girdik.. Amacımız tek bir ürüne bağlı kalmamak ve ürün çeşitliliğine gitmek istiyoruz. Çiftçi ayçiçeğinden para kazanıyor ve doğal olarak buna yöneliyor. Bunun yanı sıra patates gibi ürünlerin de bölgede yaygınlaşmasını sağlıyoruz”.
Bu yıl şeker fabrikasının bir uygulaması da çiftçiye nakdi avansın yanı sıra ayni avans olarak şeker vermek oldu. Bu uygulama geçmişte de yapılıyordu.. Geçmiş yıllarda 50 ton şeker pancarı teslim eden çiftçiye 2 torba, 50 tondan fazla teslim eden çiftçiye ise 4 torba şeker veriliyordu. .Yeni başlatılan uygulama sonucunda, stoklarını eritmek isteyen şeker fabrikaları, çiftçinin talebine göre fazladan şeker veriyor. Avans ödemelerini beklemek istemeyen çiftçi, aldığı fazla şekerle borçlarını ödemeye çalışıyor. Teslim ettiği şeker pancarı karşılığında aldığı şekeri borcunu ödemek için toptancıya zararına veya çok ucuza satan çiftçi ülkeye kaçak giren şeker nedeniyle burada da zarara uğruyor..
Bu konuda görüşlerini aldığımız Kahramanmaraş Ziraat Odası Başkanı Hüseyin Topçuoğlu ise Türk tarımı için çok önemli bir yere sahip olan şeker pancarı ekiminden devletin kesinlikle vazgeçmemesi gerektiği üzerinde durarak “Bu ziraattan yaklaşık 300 binden fazla çiftçi geçim sağlamaktadır. Bu rakamlar 2001 yılında 400 binin üzerindeydi” dedi. Topçuoğlu pancarın özelliklerini de şöyle sıraladı::
“Şeker fabrikaları, pancarın yan ürünleri olan küspe, melas ve şeker üretimi dışında kalan diğer pancar parçalarını çevre halkına çok ucuza ve bol miktarda vermektedir. Şeker fabrikaları sözleşmeli besi yetiştiriciliği ile de hayvan üreticilerinin bilinçlenmesine katkı sağlamaktadır. Bu nedenle şeker pancarının üretildiği yörelerde hayvancılık da gelişmiştir. Pancar tarımı planlı ve programlı yapılmaktadır. Pancar üretiminde ilaç, gübre, tarım makineleri bilinçli olarak kullanılmaktadır. Bu bakımdan pancar üretim bölgelerinde ilaç, gübre ve tarım makineleri imalat ve ticareti ile uğraşanlara da iş sahası oluşmaktadır. Şeker sanayii nakliye işi nedeniyle taşıma sektörüne yılda yaklaşık 2530 milyon ton iş hacmi sağlamaktadır. Şeker pancarı diğer bitkilerden daha fazla oksijen açığa çıkardığı için çevre dostu olup ekolojik dengenin korunmasına katkıda bulunmaktadır. Şeker pancarından elde edilen şeker ülke nüfusunun beslenmesinde önemli katkısı olan ve alternatifi olmayan bir üründür. Pancardan etanol da üretilmektedir. Etanol, otomobil motorlarında kullanılan ilk yakıttır. Etanol, benzinin yerine veya benzine karıştırılarak kullanılabilir. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya etanol kullanmıştır. Günümüzde Brezilya, Filipinler ve ABD’de etanol yaygın olarak kullanılmaktadır. Petrol rezervlerinin azaldığı dikkate alınırsa önümüzdeki dönemde etanolun ve dolayısıyla şeker pancarının önemi daha da artacaktır. ”
Şeker pancarı tarımı ve pancar şekeri sanayi, ülkemizde kırsal kalkınmanın ve sanayileşmenin sağlanmasında büyük rol oynamıştır. en fazla istihdam yaratan, en fazla çiftçi geliri sağlayan, tarımın ve hayvancılığın gelişmesine en büyük katkıyı sağlayan, taşımacılık sektörüne yılda 25 milyon ton taşıma hacimlik iş yaratan, zirai mekanizasyonu ve modern tarım tekniklerinin kullanımını yaygınlaştıran ve bunlarla ilgili tarım makineleri, tarımsal ilaçlama gibi yan sektörleri destekleyen, bölgesel ve kırsal kalkınmanın sağlanmasında lokomotif rol oynayan en önemli sektör olmuştur. Pancar tarımı ve pancar şekeri sektörünün yılda yarattığı katma değer 3 milyar doların üzerindedir. Ülkemizde doğrudan veya dolaylı olarak geçimini pancar tarımı ve pancar şekeri ile ilişkilendirenlerin sayısı 10 milyonu bulmaktadır. Pancar, ilk yetiştirilmeye başlandığı yıllardan bugünlere kadar çiftçinin emeği, işçinin, nakliyecinin, esnafın ekmeği olmuştur.
Bugün ülkemizde, ikisi henüz faaliyete geçmemiş olan toplam 33 adet şeker fabrikası bulunmaktadır. Bunlardan 22’si Türkşeker’e, 6’sı adedi Pankobirlik’e; 3’ü Sümer Holding’e; 2’si de özel şirketlere aittir.
Ancak 1998 yılında kotalı üretim sistemine geçilmesi ve 2000 yılında şeker sanayinin özelleştirme kapsamına alınmasıyla birlikte sektörde hızlı bir gerileme dönemi yaşanmaya başlamıştır.
** Kota sistemi ile pancar ve şeker üretimi yüzde 35 azaltılmıştır. Bugün ülkemizde kişi başına şeker tüketimi yıllık 32,7 kg, buna göre ülkemizin yıllık şeker ihtiyacı, emniyet stokları dahil en az 2,5 milyon ton civarındadır. Ancak kotalı üretim sistemine geçilen 1998 yılında 20,4 milyon ton olan pancar üretimi, 13-14 milyon tona, şeker üretimi ise 1,8-1,9 milyon tona kadar gerilemiştir.
** Şeker üretiminin ülke ihtiyacının çok altına düşmesine rağmen, göz göre göre stok oluşumuna izin verilmiştir. Yurda çok miktarda kaçak şeker ve tatlandırıcı girişinin yapılması, yurt içinde kaçak şeker ve tatlandırıcı üretim ve satışı, kimyasal tatlandırıcıların resmi ithalatının 13 kat artmış olması, nişasta bazlı şekerlerin kotasının yüksek belirlenmesi gibi nedenlerle şeker stokları oluşmakta ve şeker üretimi yıldan yıla düşüş göstermektedir.
* Özelleştirme bahanesiyle fabrikalara herhangi bir yatırım yapılmasına, bir çivi bile çakılmasına izin verilmemiş, toplam 4 milyar dolarlık kurulu yatırımı bulunan, yılda 3 milyar dolardan fazla katma değer yaratan, 2,5 milyon ton şeker üretme kapasitesine sahip fabrikalar, adeta çürümeye mahkum edilmiştir.
* Boşalan kadrolar iptal edilerek yeni personel alınmamış, sektörümüzün üretimi ve verimliliği tehlikeye atılmıştır.
* AB’nde ortalama yüzde 2 olan NBŞ kotaları ülkemizde fiili olarak yüzde 15’lere yükseltilmiş, sektörümüzün üretimi ve geleceği adeta baltalanmıştır.
***31 Aralık 2004 tarihi itibariyle Şeker Kurumu kapatılmış ve sendikamızın yargı kanalıyla müdahalesine kadar 8 ay boyunca kapalı bırakılmıştır. Kurumun kapalı kaldığı dönemde yurda çok miktarda kaçak şeker girişinin, yurt içi firmaların kaçak üretim ve satışlarının arttığının tespit edilmesi, sendikamızın müdahalesi olmasaydı bugün Türk çiftçisinin pancar ekme şansının bile kalmayabileceğini göstermiştir.
** Ankara Şeker Fabrikası’na ait bir kısım arazi, 13.06.2005 tarih ve 2005/69 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bedelsiz olarak devredilmeye kalkışılmış, yine sendikamızın yargı kanalıyla müdahalesi sayesinde yürütmeyi durdurma kararı alınmıştır.
***Sektörümüze son darbe, 6 Aralık 2005 tarih ve 26015 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile üretim maliyetleri düşük, karlılığı yüksek olan Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarının özelleştirme programına alınması, 13 Nisan 2006 tarihinde de ihale ilanlarının yayınlanması ile vurulmuştur.
Şeker sanayinin kârlı fabrikalarının öncelikli olarak özelleştirilmesi halinde; en az 15 18 arasında fabrikanın kapanması, pancar ve şeker üretiminin yüzde 40-50 oranında, sektörel istihdamın yüzde 50- 60 oranında daralması, yan sektörler ve yöresel ekonomiler olumsuz etkilenmesi, katma değer kaybı yaşanması, aileleriyle birlikte yaklaşık 6 milyon kişinin bundan doğrudan etkilenmesi, köyden kente göç olgusunun hızlanması, büyük kentlerde güvenlik sorunları yaşanması, kırsal kesimde ise terörün ülke güvenliğini tehdit eder boyutlara gelmesi, mevcut şeker sanayinin çökmesi ve Türkiye’nin pazar haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Konunun bir de AB boyutu mevcuttur. AB şeker reformu ile, halen AB’nde 21 olan şeker üreticisi ülke sayısının kademeli olarak 6’ya düşürülmesi ve rekabet edemeyecek ülkelerin sektörden çekilmeye zorlanması beklenmektedir. Bu durumda dünya şeker ticaretindeki payı yüzde15 olan AB’nin pazardan çekilmesi ile borsa fiyatları yükselecektir. Bu nedenle Türkiye, AB’ye tam üyelik tarihi olarak düşünülen 2014 yılına kadar pancar ve şeker üretimini koruyabildiği sürece, özellikle Orta Asya ve Ortadoğu pazarları açısından coğrafi konumu ve bu ülkelere olan yakınlığı açısından son derece büyük bir avantaj elde edecektir.
AB’ye tam üyelik ve uyum aşamasında ülkemizin şeker üretimi son üç yılın ortalamalarına göre belirleneceğinden, mevcut hatalı özelleştirme uygulamasının devamı halinde şeker fabrikalarının çoğunluğu kapanacak, şeker üretimi küçük bir bölgeyle sınırlı hale gelecek ve Türkiye şeker kotasının çok büyük bir bölümünü kaybedecektir. Ülkemiz, AB’ye üye olması durumunda, şeker üretimi kotalarında önemli oranda kayba uğrayacaktır.
Hatta AB şeker reformunun mevcut haliyle bire bir uygulanması durumunda Türkiye’nin sektörden dışlanması bile söz konusu olabilecektir. Bu durumda özel şeker fabrikalarının da varlığını sürdürmesi mümkün olmayacak, Türkiye ihtiyacı olan şekeri ithal etmek zorunda kalacak ve büyük şeker üreticisi ülkelerin pazarı haline gelecektir.
Bugün Türkiye geleceğini şekillendirecek çok önemli adımlar atmaktadır. Bu noktada geleceğimizde şeker pancarının ve pancar şekerinin yer alıp almayacağı konusunda da bir tercih belirlemek zorundadır. Ülkemiz ekonomisini ve nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ini doğrudan ilgilendiren, vazgeçilmesi durumunda çok büyük ekonomik ve sosyal sorunlara, göç ve terörde, emniyet sorunlarında patlamaya yol açması kaçınılmaz olan pancar tarımından vazgeçmek, aynı zamanda pancar tarımı ve pancar şekeri sanayinde 123 bin adet tam istihdam kaybına, 3 milyar dolar katma değer kaybına, 4 milyar dolarlık yatırımın heba olmasına, şeker ithali nedeniyle milyarlarca dolarlık döviz kayıplarına, çiftçi gelirlerinde büyük oranlı azalmalara neden olacaktır.
Bu durum, ülkemiz üzerinde taşıyabileceğinin kat kat üstünde bir yük oluşturacaktır. Ülkemizin pancar tarımından vazgeçme yolunda bir tercih kullanması durumunda, Türkiye onulmaz yaralar alacaktır. Dolayısıyla pancar tarımının ve şeker sektörünün yaşatılması yönünde gerekli önlemlerin alınması zorunludur.
Bu doğrultuda sanayimizin öncelikle son derece kapsamlı bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Hükümet ve Türkşeker yetkilileri ile pancar çiftçileri ve şeker işçilerinin bir araya gelerek sektörü masaya yatırmaları ve yeniden değerlendirmeleri, sektörün sürdürülebilirliğinin sağlanması yönünde alınacak tedbirleri belirlemeleri gerekmektedir.
Sendikamız, şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamından çıkarılarak özerkleştirilmesi gerektiği görüşündedir. Bunun yapılamaması durumunda mülkiyet devri yerine işletme hakkının devri yöntemi benimsenmeli, en az 10 yıl süresince pancar ve şeker üretim garantisi, fabrikaların modernizasyonu ve mevcut istihdamın korunmasına ilişkin hükümler getirilerek fabrikaların yaşatılması temin edilmelidir. Ayrıca Türkşeker’in varlığını sürdürmesi için; Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarının yeniden Türkşeker bünyesine alınması, tüm fabrikaların modernize edilerek özel şeker fabrikaları ile rekabet edebilir duruma getirilmeleri şarttır.
Şeker; hububat, et ve süt ile birlikte temel gıdalardan biridir. Her ülke, bu temel gıdaları en az kendine yeter miktarda üretmeye özenle çaba harcamaktadır. Ülkemizde çay ve ayçiçeği üretiminde olduğu gibi, şeker pancarı üretimi de ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı döneminde 1925 yılında başlamış, ilk şeker fabrikaları 1926 yılında Alpullu ve Uşak’ta faaliyete geçerek şeker üretimini gerçekleştirmiştir.
Şeker pancarını diğer tarımsal ürünlere üstün kılan çok önemli nedenler vardır. Şeker pancarı tarımı, yoğun emek isteyen yönüyle çiftçiye diğer tüm tarımsal ürünlerden daha fazla istihdam yaratır. Bu bakımdan şeker pancarı kırsal nüfusun kente göçünü önler. Şeker pancarının tüm yan ürünleri; baş ve yaprakları, küspesi, melası en ucuz kaba yem kaynağı olarak değerlendirilir. Şeker pancarı, yetiştirildiği tüm bölgelerde en yüksek katma değer sağlayan ve karşılaştırmalı üstünlüğü tartışılmaz olan bir bitkidir. Çiftçi, bir dekar şeker pancarından elde ettiği geliri ancak 4-5 dekar buğday ekerek elde edebilir. Bu nedenle çiftçi, getirisi çok daha fazla olduğu için, şeker pancarı ekimini, buğday ekimine yeğler. Bu sektör, ülkemizde yılda yaklaşık 3 milyar dolar katma değer yaratmakta, taşımacılık sektörüne yılda 20 milyon ton iş hacmi sağlamakta olup; geçimi doğrudan ya da dolaylı olarak bu sektöre bağlı olan 10 milyon insanımızın iş ve ekmek kapısıdır. Bu özellikleri nedeniyle sektör tüm dünyada desteklenip korunmaktadır.
Türkiye’de 7-8 yıl öncesine kadar yaklaşık 500.000 şeker pancarı çiftçisi, ortalama 10 dekar alanda şeker pancarı yetiştirerek yılda ortalama 35-40 ton ürün almakta iken, günümüzde kota uygulamalarından ötürü, üretici başına düşen ortalama pancar miktarı, dolayısıyla toplam pancar üretimi oldukça azalmıştır.
Ülkemizdeki 31 şeker fabrikasında yaklaşık 30.000 sürekli yada geçici işçi çalışmaktadır. Ülkemizin şeker pancarı tarımı yapılan bölgelerindeki pancar tarımına elverişli tarım arazisi yılda 5 milyon ton şeker üretim potansiyeline sahiptir. Kurulu 31 fabrikanın optimum şeker üretim kapasitesi ise yılda 2.5 milyon ton dolayındadır.
Ülkemizin yıllık şeker tüketimi 2,3 milyon ton, kişi başına yıllık şeker tüketimi 30-31 kg’dır. Şeker tüketimi her yıl yaklaşık olarak % 1,5-2 oranında artmaktadır. Şeker tüketiminin % 85’i şeker pancarından; %15’i mısırdan karşılanmaktadır.Tüketimde, yurda kaçak olarak giren şeker ve tatlandırıcı önemli miktarda yer almakta; son yıllarda pancar şekeri üretimimiz çok azaltıldığı halde, yurda çok miktarda kaçak şeker ve tatlandırıcı girişinin olması, yurtiçinde kaçak şeker ve tatlandırıcı üretim ve satışı, kimyasal tatlandırıcıların resmi dışalımının çok fazla artmış olması, nişasta bazlı şekerlerin kotasının yüksek belirlenmesi gibi nedenlerle şeker stoku oluşmaktadır.
Şeker pancarının sağladığı katma değer, istihdam, yan ürünlerin tümünün hayvancılıkta kullanılması, dekara sağladığı gelir gibi hususlardan ötürü, yalnızca iç tüketime dönük bir üretimde kalınması büyük bir yanlış olup, Türkiye, sürekli dışsatıma dönük şeker üretim politikası izlemelidir.
Bu konuda tek engel, her yıl ortalama 3 milyon ton şeker dışsatımı yapan AB ülkelerinin karşı koymalarıdır. Çünkü biz dışarıya şeker sattığımız zaman, onların geleneksel pazarlarına girmekte ve dış satımlarını engellemekteyiz.
Mısıra dayalı nişasta kökenli şeker kotasının, hükümet tarafından, yasadan kaynaklanan yetki haksız şekilde kullanılarak, her yıl % 15′ e çıkarılması ile, şeker fabrikalarının zaten % 75 olan kapasite kullanım oranı daha da azalmaktadır.
Bu durumun sonucu olarak; *tarımda istihdam azalacaktır, şekerpancarı üreten çiftçinin ve şeker fabrikasında mevsimlik olarak çalışan işçinin geliri azalacaktır, yaratılan katma değer azalacaktır, şekerpancarı yan ürünleri azalacak, büyük ölçüde kaba yem sıkıntısı çekilen ülkemizde hayvanlarımız ucuz kaba yem kaynağından mahrum kalacak, sığır besiciliğinde et üretimi azalarak maliyeti yükselecektir. Melas üretimi azalacağından etil alkol dışalımı artacak; maya fabrikalarının maya dışalım zorunluluğu, melas sağlamada dışa bağımlılık yaratacak ve sürekli artan kuru maya dışsatımımızın hızı kesilecektir. Taşımacılık sektörü büyük darbe yiyecektir. Su motoru ve sulama malzemesi satan sanayi sıkıntıya girecektir. Kırsal alandan, kentlere göç hızlanacaktır.
Bütün bu durumları göremeyen ya da görmezden gelen Hükümet, 9. Kalkınma Planı’nda tüm şeker fabrikalarını özelleştireceğini söylüyor. Özelleştirmenin ne denli olumsuz sonuçlar verdiğini uygulamalar ortaya koymuşken bu ideolojide ısrar, ancak halka sırtını dönenlerin işidir. Çünkü, özellikle TEKEL’de, SEK’te, Yem Sanayiinde yaşanan özelleştirmenin kime ne getirdiği, kimden neleri götürdüğü görülmedi mi? Özelleştirilen süt fabrikalarının yerinde yeller esmiyor mu? Üreticinin sütünün fiyatı düşerken, tüketicinin aldığı sütün fiyatı yükselmedi mi? 290 milyon dolara özelleştirilen TEKEL’in içki bölümü, 2 yıl geçmeden -hem de yabancılara- 900 milyon dolara satılmadı mı? TEKEL’e şaraplık üzüm veren üreticinin ürettiği üzümün fiyatı gerilemedi mi? Et ve süt fiyatları maliyeti bile karşılayamazken, yem fiyatları sürekli yükselmedi mi? Üretilen yemlerde kalite düşmedi mi?
Ülkemizde iklim nedeniyle şeker içeriği yüksek pancarların yetiştirildiği Orta Anadolu’daki yüksek pancar işleme kapasiteli şeker fabrikalarında üretilen şekerin maliyeti, şeker içeriği düşük Marmara Bölgesi şeker fabrikaları ile Doğu Anadolu’daki küçük ve orta ölçekli fabrikalara göre % 40 daha düşüktür. Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki yıllarda, özelleştirme ile ortaya çıkacak durum gerekçe gösterilerek ve maliyet bahane edilerek Doğu Anadolu ve Marmara’daki fabrikaların faaliyetlerine son verilecek; diğer 15 şeker fabrikasının iç tüketimi karşılayan şekeri üretmeye yettiği öne sürülecektir. Bu nedenle Doğu Anadolu ve Marmara’daki 16 fabrikanın bulunduğu yörelerde pancar tarımının geleceği tehlikededir. Oysa ki, sosyal amaçlar dikkate alınarak kurulan tüm Doğu Anadolu şeker fabrikalarında şekerpancarı tarımı mutlaka sürdürülmelidir. Doğu Anadolu’da şekerpancarı tarımında genellikle aile içi iş gücü kullanılmakta, böylece aile içi iş gücü tarlaya ve köye bağlanarak göç önlenmekte, şekerpancarı yan ürünleri ise hayvan beslemede değerlendirilmektedir.
AKP bugün , en karlı 3 fabrikayı satıyor: Ilgın, Bor ve Ereğli. Türkiye’deki tüm şeker fabrikaları özelleştirme sonucu satılmaya çalışıldığı zaman, Doğu Anadolu ve Marmara Bölgesi’ndeki şeker fabrikalarının alıcısı çıkmaz , yalnızca, şekeri, düşük maliyetle elde eden İç Anadolu Bölgesi’ndeki şeker fabrikaları satılır ve şeker üretim maliyeti yüksek şeker fabrikaları devlet elinde kalır.
Bu durumda olacaklar şunlardır:
***Şeker satış fiyatı, satılamayarak, devletin elinde kalacak şeker fabrikalarında oluşan yüksek şeker üretim maliyeti dikkate alınarak belirlenirse; Orta Anadolu’daki fabrikaları elinde bulunduran özel sektör, şekeri % 40-60 kar marjı ile pazarlayarak haksız bir şekilde yüksek kazanç elde edecektir.
***Şeker satış fiyatı, satılan şeker fabrikalarında oluşan düşük maliyet dikkate alınarak belirlendiği takdirde, devlete ait fabrikaların faaliyet zararı her yıl yüz milyonlarca doları bulacaktır. Böylece devlet, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sonucu elde etmeyi planladığı geliri 10 yılda kaybetmiş olacaktır.
***Kesinlikle bilinmelidir ki, özelleştirme sonucunda, pancar eken çiftçilerin ve şeker fabrikalarında çalışan işçilerin sayısında yarı yarıya azalma olacak; halkımız şekeri bugünkü fiyatın iki katına satın almak zorunda kalacaktır.
***Halkımızın 80 yıldan beri ödediği vergilerle kurulan şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin faturası yine halkımıza çıkarılacaktır.
Ortalama 60 dekar tarım arazisi olan, aile içi işgücünü kullanarak 10 dekarda pancar, 50 dekarda hububat tarımı yapan ve 2-3 adet büyükbaş hayvan varlığı ile yaşamını köyünde sürdürmeye çalışan pancar çiftçisi, yaşayacağı ekonomik krizden ötürü, bundan sonra daha ağır geçim sıkıntısı ile karşı karşıya kalacaktır. Köylünün yerinde istihdamı ve yaşamını köyünde sürdürmesi, izlenecek en akıllı yol iken, tarımda yüksek istihdam sağlayan, aile içi işgücünden yararlanılan ve onu paraya çeviren şekerpancarı üretimini azaltıcı yönde kararlar ülkemizin aleyhine sonuçlar yaratacaktır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi asla ve hiçbir biçimde kabul edilebilir bir uygulama olmayıp, yabancı uluslararası ya da ulusüstü sermayenin değirmenine su taşıyacak bir uygulama olacaktır. Ülkemizde yıllık şeker tüketimi artışının % 2 kadar olduğunu da hesaba katarsak, bugün var olan 31 şeker fabrikasının tam kapasite ile çalıştığında üretebildiği yıllık 2 milyon 500 bin ton şeker asla fazla değildir. Ülkemizde 3-4 yılda bir görülen kuraklıktan ötürü bu miktara her yıl ulaşılamayacağı da açıktır. Kaldı ki, yılda en fazla 400 bin ton kadar olabilecek şeker fazlası da, yılda 3 milyon ton şeker dışalımı yapan ve diğer şeker dışsatımcısı ülkelere göre nakliye avantajımız bulunan sınır ülkelere satılmalıdır. Dışsatım fiyatının maliyetten düşük olmasından kaynaklanan farkın ortaya çıkaracağı zarar, yurtiçi tüketimde yapılacak fiyat ayarlaması ile giderilebilir.
Doğu Anadolu’da şekerpancarı tarımı genellikle aile içi iş gücü kullanılarak yapılmakta, aile içi iş gücünü tarlaya ve köyüne bağlayarak terörü ve göçü önlemektedir. Bu bakımdan sosyal amaçlı kurulan tüm Doğu Anadolu şeker fabrikalarımızda şekerpancarı tarımı mutlaka sürdürülmelidir. Yoksulluğu önlemek için gerekli önlemlere gereksinim duyulan ülkemizde, yoksulluğu artırıcı tarım politikaları uygulamak son derece tehlikelidir.
Yapılması gereken şeker fabrikalarını özelleştirmek değil, daha verimli ve tam kapasite ile çalışmalarını sağlamaktır.
Röportaj Mine ÖZGÜR
KASTAMONU- Şekerin bazı kentlerin yaşamında özel bir yeri var. O kentin şeker fabrikasında çalışanların yanı sıra, şeker pancarı eken çiftçi, tarlada çalışan işçi, pancar ve şeker taşıyan nakliyeci, akaryakıt satıcısı, lokanta, market ve besicilere dek herkesi etkileyen bir kazanç kapısı olarak dikkat çekiyor.
Özelleştirme kapsamında Kastamonu Şeker Fabrikası’nın satışına karşı çıkan Şeker-İş Sendikası Kastamonu Şubesi, Mayıs ayında düzenlenen mitingle binlerce kişiyi alana toplamıştı. Ankara, Çorum, Amasra, Turhal ve Çorum’dan da katılımın olduğu mitingi Kastamonu’daki Sendika temsilcilikleri ve sivil toplum örgütleri de destekledi.
“Şekeri satanı biz de satarız.”, “IMF’ye yumuşak, bize Kasımpaşalı”, “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız”, “Gün gelecek, devran dönecek, AKP hesap verecek”, “Atamız kurdu, Tayyip yıkıyor” sloganları ile Kışla Parkı’ndan Nasrullah Meydanı’na kadar yürüyenlere balkonlardan alkışlarla destek gelmişti.
Nasrullah Meydanı’nda Şeker-İş Şube Başkanı Hamdi Kaya, Şeker-İş Genel BaşkanVekili Vahap Bolat, Yol-İş Sendikası Kastamonu Temsilcisi Mehmet Çelik ile CHP Kastamonu milletvekili Mehmet Yıldırım yaptıkları konuşmalarla satışa izin verilmeyeceğini ve eylemlerin Ankara’da da tekrarlanacağını ifade etmişlerdi.
Yürüyüş; çoğu zaman sloganlarla zaman zaman da -endişeli yüzlerdeki- suskunluk ile sürüyordu.
1995 yılından bu yana Şeker-İş Kastamonu Şube Başkanlığı’nı üstlenen, Kastamonu Şeker Fabrikası’nda Kazan Dairesi Usta Başı Yardımcısı olarak görev yapan Hamdi Kaya ile şeker fabrikalarının durumunu konuştuk.
Sizi bu sonuca götüren süreçten söz eder misiniz?
– Bizim üzerimizde oynanan oyun, bizi bu noktaya getirdi. Önce Kütahya, Kayseri, Amasra, Konya gibi Pancar Kooperatifinin hissesi olan Şeker Fabrikaları Panko Birliklere devredildi. Devletin elinde bulunan kapasitesi yüksek, maliyeti düşük olan Bor, Ereğli, Ilgın fabrikaları da Özelleştirme İdaresi’ne geçti. 31 Mayıs itibari ile satışa çıkacaktı.
Şeker-İş Sendikası’nın Türkiye çapındaki eylemleri sonucu bir ay ertelendi. Bu eylemin ardından ciddi bir görüş birliğine varıldı. 15 Haziran Perşembe günü Türk-İş Başkanı ve Yönetimi ile Şeker-İş Genel Başkanı İsa Gök, Başbakan ile görüştü. Hemşerimiz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu da bu konuyu çok ciddi bulduğu için, görüşmeye katıldı. Siyasi görüşleri bir yana bırakarak, bir Devlet Adamı olarak hareket edip, toplumu etkileyecek olaylarda halkın yanında oldu. Sayın Başbakan’a konunun çok önemli olduğunu, bu üç şeker fabrikası satıldığı takdirde bizim de içinde bulunduğumuz orta ölçekli şeker fabrikalarının kapanacağı arz edildi. Bakanımız’ın tüm şeker camiasına destek olmasının da etkisiyle, 21 Haziran tarihinde özelleştirmenin ileri bir tarihe ertelendiği açıklandı.
– Şu anda Kastamonu Şeker Fabrikası’nın durumu nedir?
-Şu anda Özelleştirme İdaresi’ne devredilmedik, Devlet’in elindeyiz. Depomuzda 40 bin ton şeker stokumuz var. Türkiye’ye ucuz kaçak şeker giriyor. Özelleşen şeker fabrikaları da fiyat indiriyor. Nişasta bazlı sıvı tatlandırıcı üreten ufaklı büyüklü imalathaneler var. Bu nedenlerle stokumuzu eritemeden yeni kampanya dönemine giriyoruz. Ağustos-Eylül aylarında pancar sökülmeye başlar. Eylül sonu da kampanya başlar. Depomuz yok. Ankara’da depo kiralarsak maliyetimiz had safhada yükselir. Bir yandan özelleştirme diğer yandan ucuz tatlandırıcılar ürünümüzü öldürüyor.
– Ucuz üretme olanağınız yok mu?
– Fabrikada herhangi bir yenileme yapılmadı. Otomasyona geçilmedi. Bilgisayar sistemimiz yok. Bu şartlarda ucuza mal etmemiz imkansız. Yüksek kapasiteli ve düşük maliyetli iyi kar eden fabrikalar da özelleşirse, bizim hiç şansımız kalmaz. Bizim gibi fabrikaları alan da çıkmaz, kapanır gider.
– Fabrika şu an zarar ediyor mu?
-Hayır. 2005 yılında 13.5 trilyon kar etti. Şekerin kalitesi, değerleri açısından Türkiye’de ilk beşe girer. Şu anda zarar etmiyor ama özelleştiğinde almak isteyen kişi ya da şirket, fabrikanın otomasyona geçip geçmediğine, makinelerin kaç yıllık olduğuna bakıp alacak. Ayrıca az önce sözünü ettiğimiz Bor, Ereğli, Ilgın gibi kapasiteleri bizden çok yüksek, maliyetleri daha düşük fabrikalar da satılınca bizimkileri almak isteyen çıkmaz. Sonu ‘özelleştirme’ adı altında kapanma olacak.Kastamonu’da fabrikalar tek tek kapanıyor. Et-Balık özelleştirme adı altında yıllar önce kapandı. Kendir Fabrikası kapandı. SEKA kapanma noktasında, ikinci makineleri taşıdılar. Küre Bakır İşletmeleri özelleşti. Bir tek Kastamonu Şeker Fabrikası kaldı.”
– Alternatif ürün ekilmesinden söz ediliyor. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
– Yüzde 60’ı ormanlık olan bir kentte başka ne ekilebilir. Pancarın yerine alternatif ürün ekilemez. Ayrıca pancar, ormanın üç katı oksijen veriyor. Avrupa Birliği’ne girdiğimiz zaman ben girileceğine inanmıyorum ama- teminat veriliyor. Pancar kotası o tarihte kaç ise; o tarihten sonra daha fazla ekmeyeceğimize dair teminat vermek zorundayız. Git gide üretim düşürülüyor, çiftçi buna itiliyor. Sonuçta bizim üretimi düşürüp, şekeri bize satacaklar. Yurdumuzdaki pancarı öldürüp, yurt dışından mısır bazlı şekeri almak zorunda bırakacaklar. Amaç bu.
– Kastamonu Şeker Fabrikası’nın kapanması kaç kişiyi olumsuz etkiler?
-En az 150 000 kişiyi etkiler. Buradaki şeker fabrikasının yılda 80 trilyon lira Kastamonu’ya katkısı var. Alış verişler hep pancar parasına göre yapılır. Çiftçi düğün yapar, traktör alır. Ödemelerin vadesi hep pancar zamanıdır.
Arazimizin dağlık oluşu nedeniyle hayvancılık büyük önem taşıyor. 150 000 ton küspenin de besiciliğe yararı çok. Pancar üreticisine hakkı kadar küspe veriliyor. Artan da çok ucuz fiyattan isteklilere satılıyor. Şeker Fabrikası kapanınca hayvancılık da ölecek.
Şehrin hali ne olacak? İşsizlik, göç had safhaya çıkacak. Bunun asayişe bile olumsuz etkisi olur.
Fazla uzun sürmez. Şeker fabrikası kapandıktan sonra Kastamonu’da 5 yıl içinde sorunlar had safhaya ulaşır. Kastamonu AKP Milletvekili Musa Sıvacıoğlu; ‘Kastamonu Şeker Fabrikası kapatılacak. Zarar eden yer kapatılır.’ diye demeçler veriyor. Biz zarar etmiyoruz. Bunu bilmiyor ve araştırmaya da gerek görmeden demeçler veriyor.
En çok göç veren illerde ikinci sıradayız, Sivas’tan sonra biz geliyoruz. Bunu önlemeye çalışmak gerekirken, göçe neden olacak şekilde hareket etmeyi kabul etmek mümkün değil. En üzüldüğüm nokta yaptığımız eylemlerin bile toplum için olduğunu anlamakta zorlananlar çıkıyor.
Biz geleceğimiz için eylem yapıyoruz. Eylemlerimiz ve çabalarımız; çocuklarımızın yetişeceği Kastamonu için olduğu kadar tüm Türkiye için.
İbrahim YETKİN
Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı
2006 yılında en önemli özelleştirme projelerinden biri Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesidir. İlk aşamada Ereğli, Bor ve Ilgın Şeker fabrikaları özelleştirilmesi kararlaştırılmıştır..
Şu anda Şeker Fabrikaları A.Ş. bünyesinde, 27 Şeker Fabrikası, 4 Alkol Fabrikası, 6 Makine Fabrikası, 1 Tohum İşleme Fabrikası ve 1 Araştırma Enstitüsü bulunmaktadır. Bu tesislerde, 30.000’e yakın işçi istihdam edilmektedir.
Fabrikaların özelleştirilmesi için teklif verme süresinin başlangıçta 31 Mayıs’ta sona ermesi kararlaştırılmıştı. Bunun üzerine fabrikalarda örgütlü Şeker İş sendikası, 5 Mayıs 2006 tarihinden itibaren 28 ilde sürekli eylem kararı almıştı. Fabrikaların yer aldığı bölgelerde oluşan tepki üzerine bu süre önce bir ay ertelendi; daha sonra erteleme sonbahara kadar uzatılmış bulunuyor.
Bu sürenin oluşan tepkilerin tavsatılması amacıyla kullanılması büyük olasılıktır; çünkü, Şeker Kanununun kabulünden bugüne kadar yapılan uygulamalara baktığımızda, pancar üretimi ve şeker sanayinin nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretimi ve yabancı mısır üreticileri uğruna gözden çıkarıldığı görülmektedir. Nitekim, Türkiye’de 3 milyon ton olan pancar üretiminin, Sanayi Bakanlığının kararıyla 500 000 tona kadar kısıtlanabilmesine olanak sağlayan bir yasa teklifi Meclis Komisyonunda görüşülmektedir ve NBŞ kotası her yıl Bakanlar Kurulu kararıyla yüzde 50 oranında artırılmaktadır.
Ancak doğru olan, bu sürenin özelleştirme kararının yeniden gözden geçirilmesi, tartışılması için kullanılmasıdır.
Özelleştirme sürecinin başlatıldığı bu üç fabrikanın özelliği, en verimli şeker fabrikaları olmalarıdır. Bu nedenle sosyal açıdan önemli bir işlevi yerine getiren diğer bazı fabrikaların yaşatılmasında bu fabrikalar çok önemli bir işleve sahiptirler. Bu üç fabrikanın özelleştirilmesi, büyük olasılıkla, verimli olmadıkları gerekçesiyle diğer 15- 18 fabrikanın da kapanmasına yol açacaktır.
Söz konusu fabrikaların satılması ve kapatılması, pancar tarımı ve şeker üretiminde yüzde 40-50 arasında, sektördeki istihdamda ise yüzde 50-60 oranında işgücü kaybına yol açacaktır.
IMF’ye verilen ekim alanlarının daraltılması taahhüdü ve 4 Nisan 2001’de çıkarılan 4364 sayılı Şeker Kanunu, 2000 yılında 18,8 milyon ton olan şeker pancarı üretiminin 2004 yılında 13,5 milyon tona gerilemesine yol açmıştır. Şeker pancarı tarımında çalışan işgücü yüz binin üzerindedir. Aileleriyle birlikte bu nüfus 450 bin civarında insanı kapsamaktadır.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle, en az 15 fabrikanın kapanacak olması dolayısıyla şeker kotaları daha da azaltılacak, ülke ekonomisine önemli bir katkıda bulunan şeker pancarı tarımı büyük bir darbe daha yiyecektir.
Bu durumda, ülkemizin şeker ihtiyacı zorunlu olarak nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretimiyle karşılanacaktır. Bu da, şu anda yüzde 10 olan ancak her yıl Bakanlar Kurulu kararıyla yüzde 15’e çıkarılan NBŞ kotasının birkaç kat artırılması sonucunu doğuracaktır.
Sonuç olarak, halen kotaları yasalara rağmen aşan NBŞ üreticileri özelleştirme nedeniyle şeker sanayini tamamen ele geçireceklerdir. Oysa, üyesi olmayı hedeflediğimiz AB ülkeleri bu sakıncayı göz önüne alarak NBŞ kotalarını yüzde 2-5 civarında tutmaktadırlar.
NBŞ üretiminin, şeker pancarı üretiminin yerini almasının bir başka sakıncası da, ülkemize giren ithal mısırın artması olacaktır. Bilindiği gibi, mısır üretiminde genleriyle oynanmış mısırlar düşük fiyatlarıyla uluslar arası piyasalarda haksız rekabet yaratmaktadırlar. Bu durum, ülkemizin genleriyle oynanmış mısır deposu haline gelmesine neden olacak ve halk sağlığı açısından geri dönülmesi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkacaktır.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi deneyi, geçtiğimiz dönemde, Polonya’da yaşanmıştır. Polonya’daki özelleştirme sonunda, şeker fabrikalarını satın alan çok uluslu şeker şirketleri, bu fabrikaları çalıştırmak yerine kapatmışlar ve dünyanın başka bölgelerinde daha ucuza ürettikleri şekeri Polonya’ya ihraç ederek Polonya ekonomisi aleyhine büyük kârlar sağlamışlardır.
Yaşanan acı deney sonucu, Polonya, bir süre önce sattığı bazı şeker fabrikalarını yeniden devletleştirmek zorunda kalmıştır.
Bilindiği gibi, ülkemizde de geçtiğimiz yıllarda Et Balık Kurumu özelleştirilirken aynı uyarılar yapılmış, ancak bu uyarılara kulak verilmemiştir. Özelleştirme süreci sonunda, hem ekonomik hem sosyal açıdan büyük önem taşıyan EBK kombinalarının tümü kapatılmıştır. Bu durum hayvancılığımızın iflas etmesine, ülkemizin kaçak hayvan cenneti haline gelmesine ve sonuç olarak halk sağlığı açısından büyük bir tehdit oluşmasına yol açmıştır.
Bu skandallar sonucu, EBK’nın bazı kombinalarının önümüzdeki günlerde yeniden devlet tarafından satın alınarak faaliyete geçirilmesine karar verilmiştir. Ancak, bu arada, uğranılan zarar korkunç boyutlara ulaşmış, EBK tüm mal varlığını yitirmiştir.
Böyle yeni bir facia yaşamak istemiyorsak, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi konusunda gerçekleri dile getirenlerin uyarılarına vaktinde kulak vermek yararlı olacaktır.
Aksi takdirde, son pişmanlık fayda vermeyebilir.
Yrd. Doç. Mikdat ÇAKIR
Pankobirlik Genel Müdürü
ŞŞeker genel olarak şeker pancarı ve şeker kamışı ve nişastalı bitkilerden elde edilmektedir. Şekerin hangi hammaddeden üretileceği, coğrafi özelliklerin hangi hammaddeden üretime müsaade ettiğine bakarak karar verilmektedir.
Türkiye, Avrupa Kıtasında bulunduğu için diğer ülkeler gibi bu coğrafyada üretilebilen en ekonomik hammadde olan şeker pancarından şeker üretim stratejisine yönelmiştir.
Pancar ve pancar şekeri üretimi sağladığı katma değerin yanında;
– İstihdam imkânları,
– Diğer tarım ürünlerinin ve hayvancılığın gelişmesindeki önemli katkıları
– Sosyal ve ekonomik yaşam üzerindeki etkilerinden dolayı stratejik önemi olan bir tarımsal sanayi koludur. Bu sebeple özellikle pancardan şeker üreten ve kamış şekeri ile rekabet etmek durumunda olan ülkelerde şekerin gerek üretimi, gerekse ticareti kontrol edilip koruma altına alınmaktadır.
Son günlerde AB Şeker Rejiminde yaşanan gelişmeler ve “AB Şeker Reformu” kamuoyunda en çok tartışılan konular arasında yer almaktadır. Konu hakkında bilen bilmeyen herkes yorum yapmakta, bazen gerçekler tartışmaların tozunda kaybolup gitmektedir. Konunun kamuoyuna yansıtıldığı gibi reformu gerektiren ana neden tek başına şeker fiyatları ve maliyetleri değildir. Her ne kadar Dünya Ticaret Örgütünün gelişmiş ülkelere ve tarımını yüksek gümrük vergileri ile koruma altına alan ülkelere tarımsal destekleri azaltılması yönündeki baskıları küreselleşme adı altında takdim edilse de asıl gerçeklerin bu kadar yalın olmadığı kanaatindeyim. Yukarıda sayılan sebeplerden başka uluslar arası güce sahip olan ve şeker ticaretini elinde bulunduran şirketleri gözden kaçırmamak gerekir. Uluslararası şeker ticaretini elinde tutmak isteyen firmalar ve bu ülkelerin hükümetlerinin manipülasyonlarını çok iyi okumak ve milli menfaat çatışmalarını stratejik bakış açısıyla değerlendirmek gerekir.
Uluslar arası şeker sektörü rekabetinin ülkemize yansımaları mutlaka olacaktır. Üyelik çalışmaları kapsamında AB mevzuatına uyumu taahhüt eden Türkiye’nin, öncelikle AB’nin 2010 yılına kadar kademeli olarak pancar ve şeker fiyatlarında %36’lık bir indirime gitmesinden nasıl etkileneceği tartışılmalıdır. Zira pahalı girdi kullanımının yanı sıra, kota ve kaçak şeker gibi sektörel sorunlar nedeniyle AB üreticisi ile eşit şartlarda üretim yapamayan pancar üreticimizin rekabet edebilmesini sağlayacak politikaların gözden geçirilmesinde mutlak yarar vardır.
AB’ne üye ülkelerde halen tartışmaları sürmekle beraber maliyetlerin düşürülmesi, üretim fazlası alanların şeker üretimi dışına kaydırılması ve daha rekabetçi bir piyasanın oluşturulmasına yönelik bu kararlar, özelleştirme nedeniyle yatırım yapılmayan ülkemiz kamu şeker fabrikalarında, maliyeti düşürücü tedbirlerin alınmaması durumunda rekabet ile ilgili yaşayacağı sorunlar bir diğer olumsuz yansıma olacaktır.
Dünyada ve AB’nde durum bu iken, ülkemiz şeker sektörünün ülkemiz için önemini ve önündeki sorunları ve çözüm yollarını kısaca ortaya koymak istiyorum.
Öncelikle ülkemizin kalkınmasında önemli bir kilometre taşı olan şeker pancarı ve şeker sanayi, Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne ülkemiz tarımına okul, sanayisine öncü olmuş sektördür. Özellikle faaliyet gösterdiği yörelerde kırsal kalkınmayı tetikleyici rol oynayan sektör ülke ekonomisine her yıl 2,5 milyar $ katma değer yaratmakta ve ülke nüfusunun yaklaşık %15’ini oluşturan kesimine doğrudan veya dolaylı gelir sağlamaktadır.
Ekonomik değer ve istihdam açısından böylesine önemli bir sektöre, her yıl yaklaşık ABD’nde 1,8 milyar $, AB’nde 1,5 Milyar _ destek verilirken, ülkemizde hiç destek verilmediğini, her şeye rağmen gerek hammadde üretiminde ve gerekse şeker üretim maliyetlerinde bugün için AB ile başa baş noktada olabileceğimizi özellikle belirtmek istiyorum.
Dünyadaki uygulamaların aksine üretimi desteklenmeyen şeker sektörünün önündeki asıl tehlike ise, kayıt dışı bir başka ifade ile kaçak şeker kullanımıdır. Ülkemize sınırlardan giren yaklaşık 400450 bin ton şekerle birlikte, insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşan kimyasal tatlandırıcı kullanımı, kota dışı üretilen nişasta bazlı şekerler ve dâhilde işleme kapsamında ihraç edilmesi gerekirken yurt içinde pazarlanan şekerler olmak üzere, tahmini 1 milyon ton civarında şeker ve şeker muadili tatlandırıcı ülkemizde kayıt dışı tüketilmektedir.
Sektörde geçen yıllar içerisinde %40’a varan oranlarda üretim ve kota kaybına neden bu olumsuzlukların asıl ve kalıcı yansıması AB müzakere sürecindeki kota pazarlıklarında ve üyelik sonrası düşük üretim kotası verilmesi sonrasında yaşanacaktır. Çünkü AB’nde ülke üretim kotaları belirlenirken, son 5 yıllık ortalama üretim ve tüketim rakamlarını esas alınmakta ve ülke Pancar Şekeri ve NBŞ üretim kotaları bu verilere göre belirlenmektedir. Bu nedenle kayıtlı bir başka ifade ile resmi şeker üretim ve tüketim değerleri önem arz etmektedir.
Gerçekte ülke şeker ihtiyacımız kayıt dışı tüketilen şekerin ilavesiyle hesaplanması gerekirken, stoktaki şekerin tüketim fazlasıymış gibi gösterilerek, AB müzakerelerinde ülke toplam şeker üretim kotasının azaltılması, Türkiye’yi AB’nin üretim fazlası şekerinin pazarı durumuna getirecektir.
Sektör için önem arz eden bir diğer husus ise; Kamuya ait Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesidir. Özelleştirmedeki amaç, kısaca kamunun borçlanma ihtiyacını azaltmak, kuruluşların piyasa koşullarında kârlı ve verimli çalışmasını sağlamak ve sektörün rekabet gücünü artırmaktır. Ancak, ülkemizde yakın geçmişte yapılan ve tarımla ilgili KİT’lere uygulanan özelleştirmelerde, işletmelerin ekonomideki katkıları ve sürekliliği dikkate alınmamış ve o günün koşullarında en yüksek teklifi veren kişi ve kuruluşlara devredilerek büyük hatalar yapılmıştır. Kısaca; ihaleyi ne kadar yüksek fiyata yaparsam o kadar başarılı olurum zihniyeti ile rekabet edilmiştir. Halbuki, uzun dönemli planlamalarda işletme devri modeli en uygun olabilirdi.
Dünya şeker piyasalarında yoğun bir rekabet yaşanmaktadır Bu nedenle; sektörün AB’ndeki gelişmeleri ve bu ülkelerdeki şirket oluşumları iyi takip edilerek çok uluslu şirket birleşmelerinin sonuçları iyi değerlendirilmeli ve bu şirketlere karşı Türk şeker sektörünü koruyacak yeni özelleştirme politikaları oluşturulmalıdır. Bu konuda yapılacaklar daha önceki tarımsal KİT özelleştirmelerinde yaşanan olumsuz tecrübelerinin tekrarlanmaması adına önemlidir.
Türkiye’de şeker sektörünü ve önündeki mevcut sorunları ifade ettikten sonra, petrol fiyatının artmasıyla kısa sürede tarımsal faaliyetlerin en önemli kolu hale gelen biyoyakıtlar konusuna da değinmek istiyorum;
Bilindiği üzere rezervlerin azalması, Ortadoğu da yaşanan siyasi olaylar ve artan talep nedeniyle petrol fiyatı aşırı yükselmiş, bu gelişmeler başta petrolde dışa bağımlı ülkeler olmak üzere, tüm ülkelerin alternatif yakıtlarla ilgili çalışmalarını hızlandırmıştır. Yenilenebilir olması yanında, çevreye ve ülke ekonomilerine olan katkıları nedeniyle, tarım ürünlerinden elde edilen ve biyoyakıt olarak ta adlandırılan biyoetanol ve biyodizel gibi yakıt türleri ön plana çıkmıştır.
Burada ifade etmek istediğim husus şudur; Artık “enerji” tarıma dayalı sanayi kuruluşlarında üretilebilen bir üründür. Bu durum, tarımın insanların yaşam kaynağı olması yanında, artık enerji üretimi içinde vazgeçilemez bir sektör olması adına önemlidir.
Konuya stratejik açıdan yaklaştığımızda ise, petrolde büyük oranda dışa bağımlı olan ülkemizin, biyoyakıt üretimini bir başka ifade ile “Enerji Tarımı”nı ekonomiye katkı sağlayacak bir fırsat olarak değerlendirmesi hususudur. Çünkü ülkemiz sahip olduğu tarımsal avantajlarıyla bölgesinde söz sahibi olabilecektir. Geçtiğimiz kış Rus doğalgazının Ukrayna üzerinden Avrupa’ya naklinde çıkan problemler, dışa bağımlılığın ne anlama geldiğini göstermesi açısından önemlidir.
Bu konuda Birliğimizin yaptığı çalışmalara da kısaca değinmek istiyorum; Kendi alanında öncü kuruluş olan ve Türkiye’de ilklere imza atan Birliğimiz, tüm dünyada üretimi desteklenen ve kullanımı her geçen gün artan biyoyakıtlarla ilgili gelişmeleri yakından takip etmektedir. 2003 yılından bu yana yürüttüğümüz biyoetanol üretimi çalışmalarında son aşamaya gelinmiştir. Yaklaşık üç yıl boyunca devam eden çalışmalarımız neticesinde şeker pancarını hammadde olarak kullanan, ülkemizin en büyük etanol tesisini bu yılsonu itibarıyla Çumra Şeker Fabrikamız bünyesinde faaliyete geçireceğiz.
Biyodizel üretimi ile ilgili çalışmalarımızda yoğun olarak devam etmektedir. Birliğimiz pancar münavebe alanlarında ülkemiz iklim koşullarına uygun kanola çeşidinin tespiti amacıyla denemeler kurmakta ve yatırım konusundaki araştırmalarını sürdürmektedir.
Ülkemiz açısından Şeker fabrikaları bu özellikleri yanında, ekonomiye ve istihdama olan katkıları nedeniyle, tüm dünyada desteklendiği gibi ülkemizde de mutlaka desteklenmesi ve yaşatılması gereken tarımsal sanayi kuruluşlarıdır. Gelinen noktada gerekli yatırımların vakit geçirilmeden yapılarak kamu şeker fabrikalarının rehabilite edilmesi ve şeker ile beraber yakıt alkolü üretimi yapacak şekilde planlanması, sektörün devamlılığı bakımından önemsenmelidir.
Şeker fabrikalarının en çok parayı verene özelleştirilmesi yerine, proje geliştirme karşılığında üreticilere ve onun temsilcisi kooperatiflere şartlı işletme devri seçeneğinin değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.