Atalarımız, çalışmayı ibadet gibi kutsayan filozofları doğrulamakta ne çıkarı varsa, “Şeytan hep aylaklara yaptıracak bir kötülük bulur” deseler de tembellik bir haktır. “Tembellik hakkı” elbette, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın meşhur ettiği deyimle “yan gelip yatma” olmasa gerek. Hep başkalarına çalışan insanın biraz da kendisine vakit ayırması, para kazanmak için helâk olmak yerine kendisini biraz da kültür-sanat […]
Atalarımız, çalışmayı ibadet gibi kutsayan filozofları doğrulamakta ne çıkarı varsa, “Şeytan hep aylaklara yaptıracak bir kötülük bulur” deseler de tembellik bir haktır.
“Tembellik hakkı” elbette, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın meşhur ettiği deyimle “yan gelip yatma” olmasa gerek. Hep başkalarına çalışan insanın biraz da kendisine vakit ayırması, para kazanmak için helâk olmak yerine kendisini biraz da kültür-sanat uğraşlarına, kişisel hobilerine vermesi olarak anlaşılmalı.
Marks’ın damadı Paul Lafargue, sermayenin çalıştırmaya değer bulmadığı işsizler adına “Ey tembellik, uzun süren sefilliğimize acı! Ey sanatların ve soylu erdemlerin anası tembellik, insan kaygılarına merhem ol!” diye dua ederken, herhalde bunu söylemek istiyordu.
Bayram tatilini tembellik hakkımı kullanmak için fırsat bildim; tek başıma firar edip, dostum ağabeyim Metin Aksoy’un Mersin Silifke yakınlarındaki evine kapağı attım. “Tembellik hakkı” için ideal bir mekândı. Ormanın yeşiliyle denizin mavisinin birbirine karıştığı, lekesiz, tertemiz, lacivert denizde ormandan gelen bol oksijen ve denizden gelen iyotlu hava ile kendini yenileme fırsatıydı.
Elbette aylaklık etmedim, kilometrelerce yüzdüm, kısacık tatilde üç roman bitirdim. Orhan Pamuk’un “Kar” romanı dahil. Eleştirel akıl eşliğinde okunmasını tavsiye ederim.
Ne yazık ki, tembellik hakkını kullanma süresi çabucak bitti. Toprağı bol olsun, Victor Hugo’nun “Çalışma uçup gidebilen bir alışkanlıktır; bırakması kolay, yeniden başlaması zor bir alışkanlık” diye tanımladığı “iş” kendi yasasını dayattı, hatta tatilde bile rahat bırakmadı…
Kuşadası’nda da işler durmadı
Ben tembellik hakkımı kullandım. Bilmiyorum, Aydın’ın Kuşadası İlçesi Kaymakamı Ahmet Ali Barış da Eylül ayında yıllık izne ayrılırken aynısını mı yapmıştı?
Kaymakam yıllık izne ayrıldı diye ilçede işler duracak değildi elbette; kaymakamlık işlerini yürütmesi için vekâlet Söke Kaymakamı Celil Ateşoğlu’na verildi.
Celil Kaymakam işinde soyadına yakışır şekilde ateş gibiydi doğrusu. Söke’deki işleri aksatmadığı gibi Kuşadası’ndaki işleri de canla başla yerine getirdi. İmkân verseler dünyayı idare ederdi; ama, vekâleti sadece Kuşadası İlçesi ile sınırlıydı.
Söke Kaymakamı Celil Ateşoğlu iki ilçeyi birden yönetmekte zorluk çekmedi. Derken, Kuşadası’nda bir yardımcısı çıktı; Adem Ergücü, “stajyer kaymakam” olarak Kuşadası İlçesi’nin yönetimini devraldı.
Adem Ergücü de hayli gayretli çıktı; işindeki rahatlığı ve ilçenin sorunlarına hakimiyetiyle kaymakamlık personelini oradan oraya koşturdu. İki gün boyunca ilçenin tüm resmi işleri “stajyer kaymakam” Adem’in elinden geçti. Adem, resmi antetli evraklarla ilçedeki devlet kuruluşlarını talimat yağmuruna tuttu, kimseye göz açtırmadı, hizmetin takipçisi oldu.
“Stajyer Kaymakam” Adem tam koltuğa ısınmıştı ki, asıl Kaymakam Ahmet Ali Barış izinden döndü, baktı, koltuğunda stajyer bir kaymakam! Herhalde sevinmiştir. Gayretli bir stajyerden hangi yönetici memnun olmaz ki!? Kaymakam Ahmet Bey de memnuniyet duymuş olmalı ki, “stajyer kaymakam”ı davetli olduğu iftar yemeğine bile götürmüş.
Lakin, Kuşadası Kaymakamı Ahmet Ali Barış’ın memnuniyeti uzun sürmedi. Gazetelerin yazdığına göre, “Stajyer kaymakam” Adem’den resmi görevlendirme yazısını istedi. Adem, görev yazısının üzerinde olmadığını, Elazığ’da vefat eden babasının cenazesine yetişmek zorunda olduğunu söyledi, sonra da sırra kadem bastı, bir daha gören olmadı.
Meğer Adem stajyer kaymakam filan değilmiş. Asıl adı da Adem Yıldız imiş. Garsonluk yapıyormuş. Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” adlı oyunundan uyarlanarak çekilen, “Deli Deli Küpeli” filminde Kemal Sunal’ın oynadığı sahte kaymakama özenmiş.
Filmde Kemal Sunal, akıl hastanesinden firar eden bir hastadır. Firar ettikten sonra, kışın dünyayla bağlantısı kesilen bir ilçeye uğrar. İlçenin kaymakamı raporludur. Kemal Sunal ilçeye tayin edildiğini söyler, kış boyunca ilçeye kaymakamlık yapar, hayli akıllıcı yönetir.
Sonra mevsim bahara çevirir, sahte kaymakama yol görünür. Adem Yıldız’ın Kuşadası kaymakamlığı da benzer şekilde son bulmuş.
Aydın Valisi Mustafa Malay, olaydan rencide olduğunu söylemiş; “Maalesef ülkemizde bu tür olaylar sık sık görülüyor. Bırakın kaymakamlığı, bazı yerlere doktor olarak gidip aylarca yıllarca doktorluk yapanlara rastlıyoruz. ‘Hakimim’ deyip gidenler var. Bunlar çıkıyor. Tesadüf bir de ‘Ben kaymakam refikiyim’ diye çıkanlar da var” diye söylenmiş.
Kuşadası’ndan dostların söylediğine göre, kaymakamın sahtesiyle gerçeğini ayırd edemeyen memurlar da halkın eğlencesi olmuş. Kaymakamlıkta işi olan vatandaş, memur şakadan anlıyorsa tatlı tatlı dalgasını geçiyor, şakayı ilerletip kaymakamlık etmeye yeltenen bile çıkıyor. Şakadan yana nasipsiz olanlar ise, “Başımıza bu da mı gelecekti? Biz sahte kaymakama düşecek insanlar mıydık?!” diye dövünüyor.
Sahte kaymakamı onur meselesi yapanlar bence yanlış yapıyorlar. Memlekette sahtecilik almış yürümüşken, sosyal hayat sahtecilik üzerine yaşanıyorken, şunun şurasında Kuşadası sadece iki gün sahte kaymakamla idare edilmiş, çok değil.
Sahtecilik cenneti
İki yıl kadar önceydi. Ankara Ticaret Odası “Sahte Türkiye” adlı bir rapor hazırlamıştı. Ayıptır söylemesi, içimizin dışımızın sahtecilik olduğunu, sahtecilik deryasında kulaç attığımızı yüzümüze vurmuş, hiç de mahcup olmamıştık.
Neler yoktu ki, “Sahte Türkiye” raporunda!?
Sahte senet, sahte yeşil kart, sahte isim, sahte para, sahte çek, sahte diploma, sahte nüfus cüzdanı, sahte pasaport, sahte ehliyet, sahte sağlık karnesi, sahte fatura, sahte rapor, sahte sigorta poliçesi, sahte kredi kartı, sahte oy pusulası, sahte seçmen, sahte piyango bileti, sahte maç bileti, sahte plaka, sahte reçete, sahte tablo, sahte altın bunlardan bazıları.
Raporda akla hayale gelmeyecek sahteliklerden söz ediliyordu. Örneğin sahte gelinler.
Sahte gelinler, resmi nikâh yerine imam nikâhı istiyor. Evlendikten birkaç gün sonra paraları ve takıları alıp ortadan kayboluyor.
Türk vatandaşlığına geçmek isteyen yabancı uyruklu kadınlar da Türk erkekleriyle para karşılığı sahte evlilik yapıyor.
Sahte evrakla malûlen emeklilik artık sıradanlaştı. Sahte malûlen emekli ancak kadın ise prostat, erkek ise rahim kanseri raporu aldığında haber konusu olabiliyor.
Türkiye’de iyi para kazandıran gözde mesleklerin sahteciliğini bilmeyen yok. Avukat, doktor, mühendis, mimar, öğretmen ve maliyecinin sahtesine sıkça rastlamak mümkün. Örneğin, 5 bin civarında sahte diş hekimi var.
Raporda belirtilmemişti ama, subayın, polisin, MİT’çinin sahtesine de gazete haberlerinde sıkça rastlamak mümkün. ‘Gazetecinin sahtesi?’ derseniz, gerçek gazeteciyi ara ki bulasın.
Özellikle bayram günlerinde mezarlıklarda para karşılığı Kur’an okuyan sahte hafızlara, camilerde vaaz veren sahte imamlara ise hiç değinmeyelim.
Demem o ki, Kuşadası halkı iki gün sahte kaymakam tarafından idare edildiğini onur meselesi yapmamalı. Keşke Türkiye de, “Deli Deli Küpeli” filmini gerçeğe çeviren Kuşadası gibi olsa, yani sahte Başbakan ve bakanlar tarafından yönetilse! Hiç değilse Başbakan’ın sahtesiyle hakikisi arasında ne fark var, görmüş oluruz. Kim bilir, belki de sahtesinden memnun kalır, başımızdan gitmesini hiç istemeyiz.
Zaten bazen şeytan d