Kadın tutsaklar üzerinde de F tipi tecridin uygulanabilmesinin bir adımı olarak açılan Sincan Kadın Hapishanesi’nde çırılçıplak soyarak zorla arama işkenceleri, tek kişilik hücrelerde tutma, koridordan yüksek sesle müzik dinletme, kantin-sağlık ve benzeri ihtiyaçların gaspı vs. gibi uygulamalar devam ediyor. Devam eden bir diğer şey ise kadın tutsakların katliam operasyonlarıyla da sessiz ölümle de teslim alınamayan […]
Kadın tutsaklar üzerinde de F tipi tecridin uygulanabilmesinin bir adımı olarak açılan Sincan Kadın Hapishanesi’nde çırılçıplak soyarak zorla arama işkenceleri, tek kişilik hücrelerde tutma, koridordan yüksek sesle müzik dinletme, kantin-sağlık ve benzeri ihtiyaçların gaspı vs. gibi uygulamalar devam ediyor.
Devam eden bir diğer şey ise kadın tutsakların katliam operasyonlarıyla da sessiz ölümle de teslim alınamayan devrimci iradeyle ortaya koydukları direniş.
Keyfi uygulamalara ve zorla aramalara karşı fiili direnme ve açlık grevleri dışında direnişin bir diğer ayağını da tüm zindanlarda olduğu gibi süreklileştirilmiş eylemler oluşturuyor. Her gün saat 11:00 ve 16:00’da tecrite karşı slogan atma eylemi yapılıyor.
Sincan cezaevindeki kadın tutsakların Süresiz Açlık Grevi ise şu taleplerle devam ediyor:
* Hücreye atılmalara son verilmesi, 12 kişilik koğuşlara geçilmesi,
* Ayakkabı aramasının dayatılmaması,
* Koridorda yüksek sesle polis radyosu dinlettirilmemesi ve yüksek sesle başka müzik yayını da yapılmaması,
* Giysi sınırlamasına vs. son verilmesi,
* Şiddet uygulanmaması.
İdare tarafından açlık grevindekilere limon ve şeker verilmediği için grevin ilk günleri sadece su içilerek geçirildi. Fakat tutsaklar yaratıcılıklarıyla ihtiyaçlarını kendi aralarında karşılamayı başardılar.
Sincan Kadın Hapishanesi’ne sevkler ise devam ediyor. En son Erzurum’dan sevk edilenlerden Deniz Tepeli adlı tutsak İzmir Cezaevi İnsiyatifi’ne yazdığı mektupla hem işkenceli sevkleri hem de Sincan Kadın Hapishanesi’ni anlatıyor.
Sevklerde özellikle erkek tutsaklara yönelik tüm asker ve gardiyanların koridorda sıraya dizilerek yaptıkları “Hoşgeldin dayağı”, kadın tutsaklara yönelik zorla çırılçıplak soyup işkenceli arama ve bu esnada kaba dayak şeklinde uygulanıyor.
Bu ilk arama işkencesinin ardından tutsaklar tek kişilik hücreye atılıyorlar. Ve bundan sonra tutsak hasta olsa ve revire gitmesi gerekse dahi arama dayatmasını kabul etmezse 7-8 gardiyan tarafından zorla hücreye geri atılıyor.
Kaynak: Alınteri
Deniz Tepeli adlı kadın tutsağın İzmir Cezaevi İnsiyatifi’ne yazdığı mektup:
Merhaba değerli dost,
03.09.2006’da yazdığın mektubu 03.10.2006’da aldım. Adresten de anladığın gibi şu an Sincan’dayım. Mektubun ancak buraya ulaştırılmış. Böylece uzun bir aradan sonra tekrar ‘merhaba’ deme, mektupla da olsa kucaklaşma, dost sıcaklığını hissetme şansım oldu. Umarım iyisinizdir. Umarım çalışmalarınız tüm hızıyla devam ediyordur.
Sevgili dost, aslında mektubunu almadan önce de ben sana yazmak istiyordum. Fakat pek mümkün olmadı. Zira burası kaynayan kazan gibi. Oldukça yoğun ve hareketli geçiyor. Bunun nedeni hücre politikaları, buradaki uygulamalar. Sana biraz buradan bahsetmek istiyorum. En başından başlayacağım, biraz uzun olacak umarım sıkılmazsın.
1 Eylül’de Erzurum’dan buraya sevk aldım; Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi görevsizlik kararı verdiğinden mahkemelerim Ankara 11. Ağır Ceza’da olacağı için. Yolculuk sırasında bir problem yoktu. Fakat beni getiren askerlerin komutanı, Erzurum’daki televizyonumu beraberimde getirmemi araçta ‘elektronik eşya’ götüremem gerekçesiyle engellendi. Hala da televizyonum gelmiş değil. Daha sonra öğrendim ki bu tamamen keyfi bir uygulamaymış. Televizyonumu da araca almak zorundaymış… Şimdi, o televizyonu ödemeli olarak bana gönderilmesini istediğim için, gereksiz yere para ödettirmiş olacaklar bana…
Hapishaneye girdiğimde beni arama odasına aldılar. Zorla soydular çırılçıplak (sadece kilotum kaldı), ben direndim slogan attım. 7-8 gardiyan kollarımı bacaklarımı tutarak zorla yaptılar bunu. Zaten bilginiz vardır, buraya gelen ilk gelen (Ulucanlar’dan) üç arkadaşa da aynı tarzda ve çok daha fazlasını (vajina ve anüs araması yapma girişimi) yapmışlardı… Tezkereyi protesto eyleminden tutuklanıp buraya getirilen 10 arkadaş vardı. Onlara da aynı şeyler yapıldı. Hatta adet olanların çamaşırındaki pedlerinin içine bile bakmışlar… O arkadaşlardan birini bu şekilde aradıktan sonra x-ray cihazı ötünce, ona “ya sütyenini çıkar ya da görüşemezsin” diyerek zorla sütyenini çıkartmışlar… Yani anlayacağın buraya ilk gelenler ve benzer şekilde ziyaretçiler açısından üst araması problemi var.
Benim arama ve kayıt vs işlemleri bittikten sonra hücreye götürdüler. Hücreye koymadan önce koridorda tekrar kaba üst araması ve ayakkabı araması yapmak istediler. Karşı çıktım ‘biraz önce aradınız didik didik, bu tarz aramayı kabul etmiyorum vs’ diye. Bu defa yine ilkinde olduğu gibi kollarımdan ve bacaklarımdan tutarak zorla ayakkabılarımı çıkardılar. Ben yine direndim, engel olmaya çalıştım ve slogan attım… Burada koridorlar kameralarla dolu. Üstelik bir tane de değil. Bir koridorda belirli aralıklarla (5-6 mt) kameralar var. Yine kısa olan koridorlarda da karşılıklı iki kamera var… Koğuştan avukat, ziyaret, mahkeme vs her ne için çıkarsak çıkalım her gidiş ve dönüşte, bu kameralardan görünecek şekilde üstümüzü ve ayakkabılarımızı arıyorlar… Kendi gardiyanlarına bile güvenmiyorlar. Zaten bu gidiş ve gelişlerimizde de bizimle beraber en az 2-3 gardiyan gidip geliyor. Yani hem onlar birbirini denetliyor hem de kamera onların hepsini denetliyor…
Neyse devam edeyim, hücreye atıldığıma üstümdeki giysiler, sigaram ve çakmağım dışında hiçbir eşyamı vermemişlerdi, istediğim halde. Sabah olduğunda tekrar istedim ve “Veremeyiz,hafta sonu bugün. Ayrıca onlar incelenecek vs” dediler. Bunun üzerine hem girişte maruz kaldığım arama biçimi ve şiddeti protesto etmek hem de eşyalarımın verilmesi için süresiz açlık grevine başladım… 4 gün süren AG’yi eşyalarımın büyük kısmının verilmesiyle sonlandırdım. Tabii bu sürede bana şeker ve limon vermediler. “Doktor kontrolü gerekliymiş(!)” Ben doktora çıkmayacağımı, yemek almadığımı kendilerinin de bildiğini, benim karar ve irademin doktor kontrolüne ihtiyacı olmadığını, şeker ve limon vermek zorunda olduklarını vs söyledim. 3. günün sonunda ancak verdiler.
Bu arada, ilk geldiğim gece atıldığım hücreden ertesi gün çıkartılıp 3’lü bir “koğuşa” kondum. Tabii onlar buna koğuş diyor ama bir arada bulunan yan yana 3 hücre ve ayrıca ortak bir mutfağın olduğu bir yer burası. Zaten burada üç’lüler ve 12 kişiliklerin hepsi de böyle. Ayrıca bu “koğuş” denilen yere tek olarak konuldum. Benden önce tutuklu bulunan tüm arkadaşlar da tek kalıyordu. Önceden yani, Ulucanlar’dan ilk getirilen üç arkadaş birlikte kalıyormuş. Sonra bazı uygulamalara karşı çıktıkları için onları zorla ayırıp, hepsini tek koymuşlar. Onlardan sonra tutuklanıp buraya konan tüm arkadaşlar ve tabi ben de aynı şekilde tek konulduk. Yani adı koğuş denilen yerdeyiz. Ama tek kalıyoruz. (tabi 2 PKK’li arkadaş hariç). Sonra tezkere protestosundan tutuklanan arkadaşlar da aynı şekilde tek konuldular. Bazı girişimlerimiz sonucu 15 Eylül’de, 3 kişi birlikte kalmaya başladık, ama bu fazla sürmedi. Nedeni, burada, daha önce de bahsettiğim gibi, koğuştan her ne için çıkarsak çıkalım ayakkabı araması dayatılıyor. Bizler de buna karşı çıkıyoruz.
O günlerde de bu tür olaylar daha sık yaşandı ve bizim fiili direnişimizin de dozu artmıştı. Revire, avukata, ziyarete gitmek için çıktığımızda ayakkabılarımızı çıkarmamızı istiyorlar, biz kabul etmeyince en az 10-15 gardiyan zorla içeri atmaya çalışıyordu. Biz de direniyor, içeri girmiyor ve slogan atıyorduk “görüş (sağlık,ziyaret vs) hakkımız engellenemez” diye. Tabi bu
arada diğer arkadaşlar da slogan atıp, kapı dövüyorlardı. O günlerde bu tür şeyler üst üste çok yaşandı. Ve en son 25 Eylül günü revire gitmek isteyen arkadaşta aynı şeyler yaşandı. Gardiyanlar onu zorla içeri, geri koğuşuna attılar. Daha sonra çok daha kalabalık bir gardiyan grubu ve müdürle gelip iki arkadaşı zorla alıp ayrı ayrı hücrelere koydular. Ertesi yani 29 Eylülde de ben avukat görüşüne giderken aynı şeyler yaşandı. Ve beni avukata değil (15-20 gardiyanın fiziki zor kullanması, arbede eşliğinde) zorla hücreye atıldım. Avukatıma da “Deniz, sizinle görüşmek istemiyor ” demişler. Avukatım başka bir arkadaşımla görüşünce durumu öğrenmiş ve beni tekrar çağırdı. Tabi o zaman zaten yalınayak olduğumdan çıktım avukata. Avukattan öğrendim ki, avukatımın müdürle görüşme talebine “Müdür burada yok” demişler. Oysa müdür oradaydı, ben gördüm…
Avukat dönüşü, arkadaşlarımla birlikte kaldığım “koğuşun” koridoruna gelince “Ben arkadaşlarımın yanına gideceğim, beni hücreye atma hakkınız yok vs” diye direttim. Bunun üstüne tekrar aynı şey yaşandı. Yine kalabalık bir gardiyan grubu, yine darbeler, itip kakmalar, yine zorla hücreye atmalar, yine direnmem ve sloganlar. O günden beri ben ve iki arkadaşım hücrelerde tutuluyoruz. Adli tıpa çıkmak için dilekçe yazdım, bu arbedelerde oluşan morlukların vs tespit/rapor edilmesi için ama hala da götürmediler. Muhtemelen dilekçemi de ulaştırmadılar savcılığa. Zaten şu ana kadar sayısız dilekçe ve suç duyurusunda bulunmuştum. Geçen, bir dilekçe yazarak yazdığım dilekçelerin numaralarını istedim. Ama bana getire getire 2 tane numara getirdiler. Sonra tekrar dilekçe yazarak, şu ana kadar 2 tane değil sayısız itiraz, suç duyurusu vs yazdığımı, onların numaralarını da istediğimi belirttim. Ama hala gelmedi. Bu da gösteriyor ki yazdığımız suç duyuruları yerlerine ulaştırılmıyor. Ayrıca yazdığımız dilekçelere de çoğu zaman cevap verilmiyor… Adli tıp için yazdığım dilekçenin başına da bu geldi muhtemelen.
Hücreye atıldığımız ve geri arkadaşlarımızın yanına geçmek için biz üç kişi 30 Eylül’den beri açlık grevindeyiz. Gerçi dün, bu arkadaşlardan biri böbreklerinden ciddi olarak rahatsızlandığı için açlık grevini sonlandırdı. 2 Ekim Salı günü de 6 arkadaş daha başladı süresiz açlık grevimiz hala devam ediyor. Taleplerimiz; hücreye atılmalara son verilip topluca 12 kişilik koğuşta kalmamız, ayakkabı aranmasının dayatılmasına, koridorda yüksek sesle müzik yayını yapılmasına, giysi sınırlamasına vs. son verilmesi, bize karşı şiddet uygulanmamasını içeriyor… İdare, yine bize şeker ve limon vermediği için biz ilk açlık grevine başlayan üç kişi üç gün boyunca sadece su içerek geçirdik açlık grevini. Tabi hala da vermiş değiller ama üçüncü günün sonunda arkadaşların zorlamasıyla kantinden şeker, tuz ve su alan arkadaşlarımızın bunları bize ulaştırmasıyla bu sorun bir şekilde çözülmüş oldu…
Ayakkabı araması dayatması nedeniyle, bu arama tarzını kabul etmediğimizden avukat, aile ziyaretlerine, revire, doktora vs gidemiyoruz. Gidememekten de öte daha önce de bahsettiğim gibi fiziksel şiddet, hücreye atılma gibi şeylere maruz kalıyoruz.
2005 yılında çıkarılan bir genelgeyle iptal edilmiş olmasına rağmen kitaplarımız sınırlı veriliyor. Yine adımıza gelen gazete ve dergiler oldukça geç veriliyor… Gelen mektup ve faxlarımız geç verildiği gibi aynı şekilde gönderdiklerimiz de geç postalanıyor. Yine APS, taahhütlü mektup ve faxların gönderildiğine dair postahaneden verilen küçük kağıtlar bize verilmiyor. Defalarca söylediğimiz halde hala da tek bir tane bile verilmedi.
Bazen 12 saat olmak üzere koridorlarda çok yüksek sesle polis radyosu açılarak bizlere zorla dinlettiriliyor. “Kapatın” istemlerimize “Biz dinlemek istiyoruz, adliler dinlemek istiyor vs” diyorlar. Oysa hiç kimse bu kadar yüksek sesle müzik dinlemez ayrıca adlilerin istediklerini söylemeleri de inandırıcı değil. Çünkü her koğuştaki tüm hücrelerde (onların deyimiyle odalarda) duvara monte edilmiş radyolar var. Ya da “merkezi sistemden açılmış, biz kapatamayız” diyor gardiyanlar.
Giysiler sınırlı veriliyor. Mesela 2 tane kazak. Bir kış boyunca üstelik Ankara’nın soğuğunda kime yeter. Çorap ve çamaşır dışında tüm şeyler sınırlı. Üstelik çamaşır ipi veya kurutma askılığı vermediklerinden yıkadıklarımızı kurutmak da imkansız gibi bir şey. Bir kazak kurumadan diğerini yıkayamayacağız demektir bu, o da ne kadar zamanda kurur bu soğukta ip olmadan orası da belirsiz.
Bir çok dilekçe yazdığımız halde bunlara olumlu veya olumsuz hiçbir yanıt gelmiyor.
Yemekler düzensiz ve soğuk geliyor. Mesela öğlen yemeğinin 12:00’de de 14:00’de de geldiği oluyor.
Hastaneye sevklerimiz çok geciktirilerek yapılıyor.
Kantinde satılmadığı halde “ilerde kantinde satılacak” denilerek ailelerimizin getirdiği ihtiyaçlarımız içeriye alınmıyor. Veya sevk gelirken getirdiğimiz bazı eşyalarımız verilmiyor. Mesela defter-kurşun kalem-bant-kırmızı siyah kalem vs… Yine bazı tükenmez kalemlerin içi görünmüyor diye saydam değil diye verilmedi… Dolma kalemim dahil verilmedi. Fosforlu boya kalemleri, yassı lastik/plastik saklama kabı, çay/yemek kaşığı, cam bardak, plastik sandalye vs. verilmedi… Ayrıca bana mektupla gönderilen kurutulmuş çiçekler de “sakıncalı” bulunmuş olmalı ki verilmedi… Mektup demişken, mektuplarla beraber gelen yoldaşlarımızın hazırladığı büyük emek vererek hazırladığı kartlara damgalar tam ortasına vuruluyor ve kimileri “altına” ve “içine” bakma gerekçesiyle yırtılıyor-parçalanıyor..
Sürekli kantin günleri değiştiriliyor. Ve böylece haftada bir gün olması gerekirken bazen 9-10 hatta daha fazla bir zaman araya girmiş oluyor. Yine kantinler geç, akşama doğru getirilerek keyfi bir uygulama yapılıyor.
Dün avukatım dava dosyamı getirip bana verilmek üzere bırakmıştı. Normalde bunu okuma -inceleme hakları yok ve ben gardiyanları çağırıp istediğimde “Mektup okuma komisyonuna verildi, o da şimdi yok” denildi. Bunun üzerine müdürle görüşme talep ettiğimde “müdür de yok” denildi. Tamamen keyfi ve hukuk dışı bir şekilde dava dosyam hala onlarda duruyor… Bugün ve yarında “hafta sonu” diyerek vermiyorlar…
Erzurum’da boncuklarla kolye-bilezik yapıyordum. Gelirken bunları da getirmiştim. Ama vermiyorlar bunları burası bir kadın hapishanesi olduğu halde… Burası yüksek güvenlikli ya, yüksek güvenlik açısından boncuklar büyük tehlike oluşturuyor herhalde… Oysa aynı statüdeki bir çok F tipinde erkeklere bile verilirken bize verilmiyor…
Yine Erzurum’da hesabımda bulunan param 37 gündür hala gönderilmedi… Bunun için oldukça zor durumda kaldım. Paramın gönderilmesi için Erzurum hapishanesine dilekçe ve savcılığa suç duyurusunda bulundum. Ama bunlara da yanıt gelmedi…
Bu arada burada soruşturmalar yağmur gibi yağıyor bize… Hepimiz hakkında bir çok soruşturma açıldı. Bana da AG yaptığım ve koğuş camını kırdığım gerekçesiyle soruşturma açıldı. Daha öncede Erzurum’da yine AG yaptığım ve slogan attığım için iki tane soruşturma açılmıştı. Üstelik Erzurum’dayken 4 kişi slogan attığımız halde koğuşta olan ve slogan atmayan diğer 3 arkadaşımıza da soruşturma açılmıştı. Bu slogan atmaktan dolayı hepimize iki ay mektup yasağı yine AG’den dolayı ben ve 2 arkadaşa “ortak mekanlardan yararlanma yasağı” verildi… Ve bunlar onaylandı. Şu an 6 Ekim itibariyle iki ay “ortak mekan” yasağım başlamış oldu. Bundan sonra 2 aylık mektup yasağım başlar…
Burada bize bıçak verilmiyor / satılmıyor… Kantinde satılan plastik bıçakları kullanıyoruz. Bunlar hem hiçbir şey kesmiyor hem de çok kolay kırılıyor…
Erzurum’dan gelirken getirdiğim kimi eşyalarım ve kimi fotoğraf ve mektuplarım “kayıp”!.. Oysa ben her şeyimi getirmiştim… Ama yok diyorlar vermiyorlar bana..
Erzurum’da da 10 Temmuz’dan başlayarak 5 günlük AG yapmıştık. Ben, Zeynep Özkul ve Eylem İrgaş arkadaşlar nedeni Ulucanlar Hapishanesi’nden buraya sevk edilen devrimci kadın tutsakların sevk sırasında ve sonrasında maruz kaldıkları uygulamaları protesto etmek ve onlarla dayanışmak amacıyla yine ben ve aynı arkadaşlar Ağustos son haftasında İsrail’in Filistin ve Lübnan’a yaptığı saldırıları protesto etmek, Filistin ve Lübnan halkının direnişini desteklemek amacıyla tüm hapishanelerde olduğu gibi üç günlük AG yaptık. Yine bu üç gün içinde tecridi protesto etmek için her gün attığımız sloganlar yerine ABD ve İsrail’i hedef alan, direnişi destekleyen sloganlar attık… Burada da her gün tecride yönelik slogan atıyoruz 11:00 – 16:00 da… Lübnan’a asker gönderme tezkeresinin görüşüldüğü günde tezkere aleyhine ve direnişi destekleyen sloganlar attık.
Sevgili dost, burada durumlar genel olarak böyle… Bunlara karşı devrimci duruşumuz, kararlılığımızla sloganlarımız ve kapı dövme -fiili direniş- açlık grevi vb. şeklinde direnişimizi sürdürüyoruz… Her şeye rağmen bizler her yönden oldukça iyiyiz… Çünkü biliyoruz ki biz haklıyız… Her zaman bu inat ve kararlılığımızı koruyacağız… Evet, çok uzattım değil mi? Ama hem buralar çok hareketli, yoğun olduğundan hem de uzun süredir mektuplaşmayınca bu biraz doğal değil mi?
Kendinize çok iyi bakın, başarılar diliyorum ve bir gün mutlaka görüşeceğimize olan inancımla son sözü Dadaloğlu’na bırakıyorum…
Belimizde kemendimiz kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir..
07.10.2006
Deniz Tepeli
Kadın Hapishanesi
Sincan-Ankara