Erdoğan, ABD’nin “kirli savaş vizesi” vermesi karşılığında, Bağdat’taki ABD gücüne 5 bin asker verme teklifini götürdü. Bu teklif, Kürt sorununun askeri çözümünde ısrarın Türkiye’yi nasıl akıl dışı bir konuma sürüklediğini gösteriyor. Bush’un, Erdoğan’ı 5 ay kapıda beklettikten sonra kabul etmesinin arkasında, istediği her şeyi kabul ettireceği bir noktaya getirmiş olması var. Erdoğan’ın Bush’tan istediklerinin ne […]
Erdoğan, ABD’nin “kirli savaş vizesi” vermesi karşılığında, Bağdat’taki ABD gücüne 5 bin asker verme teklifini götürdü. Bu teklif, Kürt sorununun askeri çözümünde ısrarın Türkiye’yi nasıl akıl dışı bir konuma sürüklediğini gösteriyor. Bush’un, Erdoğan’ı 5 ay kapıda beklettikten sonra kabul etmesinin arkasında, istediği her şeyi kabul ettireceği bir noktaya getirmiş olması var. Erdoğan’ın Bush’tan istediklerinin ne ölçüde karşılanacağı, karşılansa bile etkili olup olmayacağı belirsiz.
Erdoğan’ın “aktif İran diplomasisi” için Mayıs ayında başvurusunu yaptığı Bush görüşmesi başladı. Görüşmenin temel konusunu ABD’nin İran, Suriye, Lübnan, Kıbrıs ve Irak’ta Türkiye’den istedikleri oluşturuyor. Erdoğan bu randevu için aylarca kapıda bekledi. Randevuyu ancak Türkiye’nin İran’a karşı ABD’nin yanında yer almayı kabullendiği “Stratejik Vizyon Belgesi”ni imzalayıp, Lübnan’a asker gönderme kararını çıkaracağı güvencesini vermesinden sonra alabildi. Erdoğan’ın masaya götürdüğü tek konu olarak “PKK’nin Irak Kürdistanı’ndaki silahlı varlığına son verilmesi” talebi görünüyor.
Türkiye basınının tamamı, Beyaz Saray’daki gündemi Erdoğan’ın belirlediği ve masada yalnızca PKK sorununun bulunacağı havasını estirdi. Oysa Bush Erdoğan’la görüşmesini, Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ve Afganistan Devlet Başkanı Karzai’nin ardından yapıyor. Erdoğan Bush’u masaya oturtmadı, Bush Erdoğan’ı çağırdı. Bush’un gündemi, İran-Suriye ablukasının ilerletilmesi ve Irak’ta derinleşen bataklığın maliyetlerinin hafifletilmesi. Erdoğan, bu gündemle ilgili olarak Bush’tan alacağı görevleri görüşmek üzere ABD’ye gitti.
Erdoğan “ABD’deki Türk toplumu temsilcileri”ne yaptığı konuşmada, “İkili görüşmelerimiz olmuştur. Ortak bir kanaatimiz vardır o da terör örgütünü yok etmektir. Terör örgütünü zararsız hale getirmektir. Eğer Afganistan’da varsak, terörle mücadele için varız. Aynı şekilde dünyanın değişik yerinde varsak, bunun için varız” dedi. Erdoğan’ın bu konuşması ABD’nin vereceği “görevleri” almaya hazır olduğunu, “PKK sorununu” da ABD’nin terörle mücadelesi kapsamında bir sorun olarak çözüm masasına koyacağını göstermiş oldu.
Erdoğan’ın, “PKK’yle mücadelede etkin işbirliği” karşılığında Bağdat’a 5 bin asker göndermeyi ve ABD’nin İran’a saldırısına aktif veya pasif destek sunmayı önereceği yolundaki haberler yalanlanmadı. ABD’nin bu katkıyı isteyip istemeyeceği henüz bilinmiyor.
Ancak ABD’nin Bağdat’taki birliklerinin komutanı Gn. Thurman geçtiğimiz hafta 3 bin askere daha ihtiyacı olduğunu açıklamıştı.
Erdoğan’ın bu “hizmetler” karşılığında ABD’den almak istediği şey ise “kirli savaş vizesi”. PKK’nin Irak’taki “bütün faaliyetlerinin” engellenmesini isteyecek olan Erdoğan’ın bu isteğinin, Mahmur kampının dağıtılmasından PKK’nin Irak’taki silahlı varlığına son verilmesine dek uzanan unsurları içerdiği belirtiliyor. Böylece köyleri yakılarak Türkiye’den göç ettirilen PKK sempatizanı Kürtlerin Irak Kürdistanı içinde eritilmesi ve PKK’nin silahlı birimlerinin buradaki “yasal barınma olanağının ortadan kaldırılması” öngörülüyor. Bunun ardından çıkarılacak yeni bir “pişmanlık yasası” ile PKK’nin politik olarak tasfiye edilebileceği, bu tasfiyeye boyun eğmemesi halinde ise PKK sorununun askeri çözümü için ABD’nin izninin alınabileceği varsayılıyor. Evdeki bu hesabın çarşıya uyması ise hemen hemen olanaksız. PKK’nin yalnızlaştırılarak baskılanması ve dağıtılmasına dayanan bu planın önündeki birinci engel, Türkiye’deki Kürt halkı.
Plan, Irak Kürdistanı’nın PKK’ye kazandırdığı hareket alanının daraltılması ve ABD’nin Türkiye’nin uygulayacağı “topyekün savaş” politikalarına müsamahası ile PKK’nin yalnızlaştırılabileceğini varsayıyor. Bu varsayım Türkiye’deki Kürtlerin ulusal taleplerini, siyasal ihtiyaçlarını görmüyor. Böyle olunca da daha başlangıçtan itibaren büyük mülteci trajedilerinin gündeme getirilmesine, PKK’nin silahlı varlığı bahanesiyle “imha” politikasına yönelinmesine ve bunun devamında da 90’lı yılların kirli savaş ortamının yeniden yaratılmasına giden bir sürecin ortaya çıkması çok daha büyük olasılık.
Erdoğan’ın bu her tarafı batak olan siyaseti uygulamaya sokmak için çırpınışının tek nedeni ise Türkiye’de liberal siyasi islamı iktidara taşıyacak iç ve dış dengelerin oluşmasını sağlamak.
Yanlış hesabın faturası felaket ve onursuzluk
ABD’nin vermesi istenilen “Kirli Savaş vizesi” karşılığında alınacak görevler Türkiye için tam bir onursuzluk ve felaket tablosu yaratacak.
Bağdat’taki ABD kuvvetlerine asker vermesi halinde, Türkiye öncelikle, işgal altındaki bir komşu halkın kurtuluş savaşını bastırma rolüne soyunarak, onun haklı düşmanlığını kazanacak. Bu savaşta Türkiye’nin vereceği kayıp da silahlı Kürt ulusal hareketinden kaynaklanan kayıplarının çok ötesine geçecek.
Bir diğer büyük felaket ise 1639’dan bu yana 500 yıldır neredeyse kesintisiz bir barış içinde olduğumuz bölgenin en köklü devleti İran’la gelişecek tehlikeli husumet olacak. ABD safında yer alarak İran’la geliştirilecek bir husumetin yol açabileceği yıkıcı potansiyeli kavramak için İran’ın 72 milyon nüfusa, 1 milyonluk bir orduya ve 8.5 yıl süren İran-Irak savaşını yürütecek ölçekte güçlü ve önemli ölçüde bağımsız bir silah sanayine sahip bir ülke olduğunu hatırlamak yeterli.
Devleti yöneten güçlerin Türkiye halkı için utanç verici ve felaketli bu sonuçları getirecek angajmanlara girmesinin temel nedeninin, Türkiye’nin kendi içerisindeki Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözümlemek yerine “kirli savaş”la çözme tercihi olduğu görülmelidir. Türkiye’nin Kürt sorununu bu yolla çözemeyeceği görülüyor. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için demokrasiye mahkum olduğu ancak büyük bir felaket yaşanarak mı kabul edilecek?
Geçtiğimiz haftaya bir bakış:
Generaller: İktidara ortağız!
Kara, Deniz ve Hava Harp okullarının açılış törenlerinde komutanların yaptıkları “zehir zemberek” denilen konuşmalar serisi, Cumhurbaşkanı Sezer’in Meclis’in açılışında yaptığı konuşmanın ardından, Org. Büyükanıt’ın Harp Akademilerinin açılışında yaptığı konuşmayla tamamlandı.
Bütün bu konuşmalarda generallerin “ateşli” bir biçimde vurguladıkları konu irtica tehlikesi oldu. Generaller, bu konunun dışında hükümeti açıkça suçlayan ifadeleri pek kullanmadılar. Ateşli üsluplarının ağırlıklı hedeflerini AB, Kürtler, basın, kimi sivil kurumlar ve liberal aydınlar olarak belirlediler.
Cumhurbaşkanı’nın özelleştirmelerden dış politikaya, idarenin işleyişinden basının tekelleşmesine kadar uzanan oldukça geniş bir alanı içine alan eleştirilerinin hemen tamamı ise hükümeti hedefliyordu. Büyükanıt’ın, diğer komutanların eleştirilerini “toparlayan” konuşması da aynı çizgide oldu. Kendinden önce konuşan tüm komutanlara “harfiyyen” katıldığını ifade eden Büyükanıt da, hükümeti yalnızca irtica konusunda açıkça hedef aldı, buna karşılık, “hassasiyetinin” ağırlıklı unsurunu “ordunun yıpratılması” ve “bölücü teröre karşı mücadelede, batı dünyasının gösterdiği iki yüzlülük” olarak belirledi; en önemli vurgusu, “silahlı kuvvetlerin kendisini savunma hakkı vardır” biçimindeydi. Komutanların konuşmalarının özeti şuydu: TSK iktidarın ortağıdır ve iktidardaki konumun
u savunacaktır!
Şemdinli çetesi yeniden faal
24 Eylül’de Hakkari ilginç bir “sivil toplum” eylemi gördü. Eylemciler “sivil” kıyafet giymiş askerlerdi. Eylemci askerlerin iddiası “Hakkari’de çöplerin toplanmadığı” idi ve belediyeye “Bölücülüğü bırak işini yap” mesajı verildi.
Üst düzey bir askeri yetkili Sabah’a yaptığı açıklamada 28 Şubat sürecinin Sincan operasyonuna atıfla “Her zaman tanklar yürütülmez” dedi.
Bu eylemin Hakkari halkının gönlünü kazanmak için yapıldığı ve psikolojik savaşın bir parçası olduğu iddia edildi. Ancak eyleme Hakkari halkı hiç pas vermedi ve hatta sonrasında eylemi kınayan gösteriler yapıldı. Kaynak yetersizliği içinde çırpınan, borçlardan boğulan, çalışanlarına 20 aydır maaş ödeyemeyen Belediye’ye yönelik “sivil” tepki çarşı iznine çıkan askerlerle sınırlı kaldı.
“Tebdili kıyafet” Hakkari sokaklarına inen TSK’nın, DTP’li belediye ile kapışarak Türkiye siyasetinde yeni operasyonlar için meşruiyet kazanmaya çalıştığı iddia edildi. Zira eylemin örgütçüsü Hakkari Dağ Komando Tugayı’nın bölge halkı arasında meşruiyet kazanması çok zor.
* Şemdinli eylemini savunmak için görev yatığı dönemde “sağa sola bomba atmak”la övünen MHP’li Altay bu tugayın komutanı idi. Tugay Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’a bağlıydı. Tugayın adı 18 Temmuz 1989’da Yoncalı’da üç köylünün yakılması ve dört köylünün kaçırılması ile gündeme geldi. Bu köylülerden hala haber yok.
* EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) Direktiflerinin güncelleştirildiği 6 Temmuz 2005’ten sonra bölgeye bir çok atama yapıldı. Tugay Komutanlığı’na EMASYA Tali Bölge Komutanlığı statüsü verildi. Ardından Hakkari Bölgesi’nde 18 patlama meydana geldi. Sonuncusu halkın failleri suçüstü yakaladığı Şemdinli patlamasıydı.
* PKK itirafçısı olarak Tugay Komutanlığı emrinde görevli Kahraman Bilgiç geçen yıl bölgedeki zenginlerden haraç aldıklarını, fidye için adam kaçırdıklarını itiraf etmişti.
* Kirli savaş döneminde ayyuka çıkan uyuşturucu ticareti işlerini yürüten “Hakkari ve Yüksekova çetelerinin” yargılanan üyeleri arasında bu tugayın emrinde kişiler bulunmaktaydı.
Ateşkese karşı aynı nakarat
DTP’nin ve Abdullah Öcalan’ın çağrılarını yaptığı, Talabani’nin öncesinden duyurduğu tek taraflı ateşkes, PKK Kongra Gel tarafından geçtiğimiz günlerde ilan edildi. Ateşkesin “Kürt sorunun çözümü ve demokratik sürecin başlatılması” için ilan edildiği duyuruldu.
Ateşkesin ilanından sonra “en iyi Kürt ölü Küttür” cephesinden geleneksel açıklamalar geldi:
“Kışın saldırı yürütemeyecekleri için ateşkes ilan ettiler”
“Belleri büküldü, köşeye sıkıştılar. Ateşkes çaresizlikle alınmış bir karardır”
“Ateşkes devletler arasında olur, böyle bir tanımı kabul etmiyoruz”.
Bu 22 yıldır silahlı eylemlerini sürdüren PKK’nin dördüncü ateşkesi. Yani resmi ağızların söylediği gibi PKK her kış ateşkes ilan etmiyor.
Madem bu karar çaresizlikten alınıyor, neden tükenmiş bir örgütün Irak’tan sürülmesi için tüm egemenler ABD’nin her dediğine eyvallah çekmeye başladı?
Belli ki, PKK’nin ilan ettiği ateşkesi küçümseyenler, gerçekte, askeri çözümü mutlaklaştırıyor. Oysa yıllardır ısrarla sürdürülen askeri çözüm yöluyla “kökü kazınan” PKK olmadı. Aksine Türkiye’nin görece bağımsız hareketini sağlayan tüm olanakların, İran başta olmak üzere komşularıyla olan “dengeli” dış politikasının kökü kazınıyor. Nedeni ne olursa olsun ateşkes tüm Türkiye toplumu için, Kürt sorununda gerçekten etkili ve olumlu bir çözüm yöntemi üzerinde yeniden düşünebilme fırsatı veriyor.
Devlet kirli savaş rüzgarı estiriyor
Gazeteciler, radyocular, kadınlar, kültür ve sanat emekçileri, sendikacılar tutuklandı. Polisin terörle mücadele adı altında yürüttüğü “Gaye Operasyonu”nun toplumsal muhalefete gözdağı vermeyi amaçlayan bir terör harekatı olduğu açıkça ortaya çıktı. 12 yaşındayken öldürülen Uğur Kaymaz’ın davasını izlemeye gelenlere yönelik polis terörü, kirli savaşın giderek yükseltileceğini gösteriyor.
“Gaye”nin gayesi terör
Polisin “Gaye” adını verdiği operasyonun “gaye”si her geçen gün daha net ortaya çıkıyor. Kültür merkezleri çalışanları, sendikacılar, gazeteciler, radyocular, kadın mücadelesi aktivistleri üzerindeki devlet terörü giderek tırmanıyor. Yaklaşık bir aydır Atılım Gazetesi, Özgür Radyo, Sanat ve Hayat Dergisi, BEKSAV, Dayanışma Gazetesi, Sosyalist Gençlik Derneği, Emekçi Kadınlar Derneği bürolarını basan, bu kurumların emekçilerine yönelik bir sindirme harekatı başlatan polis toplam olarak 150’nin üstünde kişiyi göz altına alırken, 60’ın üzerinde kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Operasyonun zamanlaması da oldukça ilginç. Hükümet ve ordunun, Kürt sorunun sözde çözümünde ABD’nin katkılarını ve onayını alabilmek için emperyalistlerin tüm kirli ve kanlı hesaplarına angaje olmak konusunda görüş birliğine vardıkları bu dönemde, ülke içinde de kirli savaş yöntemlerinin yaygınlaşması beklenen bir gelişmeydi.
Opererasyon ile sadece gözaltına alınan, tutuklanan devrimciler hedef alınmıyor, aynı zamanda tüm toplumsal muhalefete işbirlikçilik ve kirli savaş karşısında sessiz kalınması mesajı veriliyor.
Operasyonda tutuklananların kimlikleri toplumsal muhalefetin tümüne korku salmaya yönelik bir terör harekatıyla karşı karşıya olunduğunu gösteriyor.
İşte tutuklanan kişilerden bazıları:
Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek, Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu, gazete çalışanı Özge Kelekçi, Gazete yazarı Hasan Coşar, Antep muhabiri Mehmet Güzel, Diyarbakır temsilcisi Serdal Işık.
Dayanışma Gazetesi Editörü Emin Orhan.
Özgür Radyo Genel Yayın Koordinatörü Füsun Erdoğan, Haber Müdürü Halil Dinç, radyo çalışanı Sinan Gerçek.
DİSK Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Cem Dinç, Genel Sekreteri Zafer Tektaş, Tekstil-Sen Genel Başkanı Ayşe Yumli Yeter.
Emekçi Kadınlar Derneği İstanbul Başkanı Çiçek Otlu.
Ezilenlerin Sosyalist Platformu İstanbul Temsilcisi Figen Yüksekdağ.
Sosyalist Gençlik Derneği Antep Başkanı Sinan Tanrıverdi.
Şimdi dayanışma zamanı
“Gaye” operasyonu kapsamındaki devlet terörüne karşı dayanışma da giderek genişliyor. Gazeteci ve yazarlar Varlık Özmenek, Hasan Oğuz, Ayşe Çekiç Yamaç ve Günay Kubilay Atılım gazetesine yazılarıyla destek verirken Haluk Gerger, Uluslararası PEN Türkiye temsilcisi Ragıp Zarakolu, Birgün Gazetesi Yazıişleri Müdürü İbrahim Çeşmecioğlu ve Ege’nin Sesi gazetesinin sahibi Sinan Kara, Devrimci Hareket ve Alınteri dergilerinin çalışanları ve Ferhat Tunç Atılım Gazetesi’nde birgün çalışarak dayanışma örneği sergilediler. Halkın Sesi gazetesi emekçileri de gazetede bir gün çalışacaklar. SDP ve İşçi Köylü gazetesi ise bilgisayar desteğinde bulundu.
27 Eylül’
de ise Adana’da ESP, SDP, EMEP, DHP ve Halkevleri Atılım Gazetesi satışı yaptılar. Benzer şekilde İstanbul 1 Mayıs mahallesinde de toplu gazete satışı gerçekleştirildi.
Liberal sol AB’ye baktı hizayı aldı
AB projesi Türkiye halkı için umut olmaktan çıkarken iç ve dış siyasetin iplerini giderek ABD’ye teslim eden iktidar için de “pazarlanabilir bir illüzyon” olmaktan çıkıyor. Etnik/kültürel temelli “demokratikleşme” tartışmaları ve Kıbrıs sorunu AB ile iplerin gerilmesine neden oluyor. Geçtiğimiz günlerde onaylanan Avrupa Parlamentosu raporunun Kıbrıs’a limanların açılmamasına dair talepleri hükümetin ve askerlerin sert eleştirilerine neden oldu. ABD’nin yeni bölgesel politikalarıyla dengesi bozulan iktidar unsurları “AB ile ipleri atmayı” tartışmaya başladılar. Hükümetin neoliberal “dönüşümleri” gerçekleştirirken kullandığı ana malzemelerinden olan “AB projesi” giderek bir avuç liberal aydının “özgürlük ve demokrasi masalı”na dönüşüyor. Uzun süredir tüm siyasetini ve konumlanışını AB’ye göre kuran liberal sol eski alışkanlıklarından vazgeçemiyor.
Özgürlük ve demokrasi mücadelesini AB ufku ile belirleyen bu kesimlerin son günlerdeki kimi gelişmelere karşı çifte standartlı tavırları AB izi taşıyor. Atılım Gazetesi büroları basılırken, radyocular ve sendikacılar tutuklanırken, kültür merkezleri talan edilirken “üç maymun”u oynayan sol ve sağ liberaller, AB’nin ilgi alanına giren 301. madde söz konusu olduğunda gayet başarılı bir muhalefet performansı sergiliyorlar. AB’nin hiç de derdi olmadığı açıkça görülen örgütlenme özgürlüğüne, sendikal haklara ve toplumsal muhalefete yönelik baskılar karşısında liberal sol da dut yemiş bülbüle dönüyor. Kılavuzu karga olan liberal sol, devletin ve AB’nin Türkiye solunu “terörist ve uslu sol” olarak ayrıştırmasını normalleştiriyor.
Üniversitede örgütlü devlet terörü
İstanbul Üniversitesi yeni öğrenim yılına, afiş asan öğrencilerine saldırarak merhaba dedi. 2 Ekim’de açılan İÜ Avcılar Mühendislik Fakültesi’nde, üzerinde “Üniversitemiz Ticarethane Olmasın”, “Müşteri Değil Öğrenciyiz” yazılı afişleri indirmeye çalışan özel güvenlikler öğrencilerin direnişiyle karşılaşınca saldırıya geçtiler. Dekan gözetiminde gerçekleşen saldırıda sandalyeler uçuştu, öğrenciler yaralandı. Okul kapısında da solcu öğrencileri taciz eden güvenlikler, itiraz eden bir öğrenciyi kelepçelemeye kalkıştı.
Mesut Parlak dönemiyle birlikte solcu öğrencilere ve özelleştirme karşıtı herkese savaş açan İÜ yönetimi polisle sıkı işbirliği içinde. Aynı sertleşmenin diğer üniversitelerde de izlenmesi bekleniyor.
Bu yıl 23 üniversitenin yöneticileri, Vali Muammer Güler başkanlığında, Celalettin Cerrah’ın da katıldığı bir toplantı düzenlemişti. Güler, muhalif öğrencilere karşı en sert tedbirlerin alınmasını istemişti. Anlaşılan o ki, rektörler tercihlerini akıl ve bilimden değil polisten ve baskıdan yana koymuş.
AKP hem servetleri hem kuyrukları büyütüyor
AKP’li belediyelerin geleneksel iftar çadırlarının hem sayıları arttı hem de önlerindeki kuyruklar uzadı. Sırada bekleyen yoksulların iftar vakti zenginlerden bir-iki saat geç geliyor artık. Bunun nedenini Erdoğan’ın ABD’ye giderken uçakta söylediklerinde aramak lazım: AKP iktidarında Ciner ve Doğan 10 kat zenginleşmiş. Ve Erdoğan’ın ifadesiyle AKP’nin oyları azalırken kararsızların sayısı artıyor. “Sayısı artanlar” kuyruklarda, şimdilik kararsız… Ama şimdilik…
Aktüel Gündem – Bu makale ve haberler aynı zamanda Halkın Sesi Gazetesi’nin 13. sayısında yayınlanmıştır.