Her konuda yazmak zorunda olmadığımı hatırlatan dostlarımı bir kez daha düş kırıklığına uğratmak ‘bahasına’ Peter Norman’ın büyük direnişinin önünde saygı ile eğilmenin ötesinde bir şey yapamamanın kederi ile… Türkiye’de olduğu gibi, pek çok ülkede de ajanslara düşen “Peter Norman, 3 Ekim 2006’tıda bahçesinde bir kalp krizi geçirerek öldü” haberi pek çok kimsede bir “duygu” yaratmadı. […]
Türkiye’de olduğu gibi, pek çok ülkede de ajanslara düşen “Peter Norman, 3 Ekim 2006’tıda bahçesinde bir kalp krizi geçirerek öldü” haberi pek çok kimsede bir “duygu” yaratmadı. Tıpkı, Prof. Dr. Cahit Talas’ın ölümü gibi… Aslında iki ölüme karşı kapitalist dünyadaki tepki anlamlı idi de hem sol cephede, hem sosyal politika ve spor cephesindeki sessizlik “anlamlı” değil idi. “Nitekim” Peter Norman da, Prof. Dr. Cahit Talas da “netameli” idi. Evet, Prof. Dr. C. Talas bakanlık da, dekanlık da yapmıştı. Evet, Peter Norman, sadece koşmuş ve bir kürsüde, 1968 yılında “beyaz” ırk adına utanç simgesi olarak Meksika’da Olimpiyat oyunlarında gümüş madalya kazandığı bir anda isyan adına kalkan “siyahi” yarışmacılardan birinci ve üçüncü olan Tommie Smith ve John Carlos’un siyah eldivenli ellerinin anlamını göstermek için ellerini iki yanında sarkıtmıştı. 1968 yılının yaz aylarını hatırlayabilen her insan için ölümsüz bir fotoğraftır o an: hem dün için hem de bugün için bir isyanı anlatmak adına. Sadece bir isyanı anlatmak adına mı? Hayır….
Bu üç güzel insan, atletizm dünyasında atletlerin paraya, şana, şöhrete boğulduğu bir dönemde “özgürlükler” ülkesi Amerika’nın içyüzünü sergilediler, ırk ayrımcılığına iki siyah bir beyaz baş kaldırdılar, rüzigarını yaratan bir bayrak olarak dünyanın gözüne resimlerini unutulmamacasına resmetmeye çalıştılar. Sermaye cephesi için sporun bir metaya dönüştürüldüğü bir dönemde bu affediler bir “hata” değildi. Üç iyi “koşucu”, sadece atletizm pistlerinden değil, hayattan da atıldılar. Ne yazık ki isyankarların bu büyük isyanı, bir büyük isyan biçimi olarak emek tarihine tarihçiler olarak kaydedilmedi. Zira, o büyük “tarih yazıcıları için” büyük isyanlar ya fabrikalarda ya da işçilerin döküldükleri meydanlarda olurdu. Hayatın başka alanları isyana kapalıydı, siyasetin hayatın bütün alanları kapsamasına rağmen!… Böyle olduğu için, ne Prof. Dr. Cahit Talas ne de Peter Norman o “büyük” yazıların “küçük” puntoları arasında kendisine yer bulabildi. Zira ikisi de asilerin asisi olmasına rağmen, bugünkü dilde ne “devrimci” ne de “isyankar” idiler! Oysa, her ikisi de yaşamlarında yaptıkları ile büyük bir isyan bayrağı ile olarak dalgalandılar. Bugün, sınıftan söz eden, sınıf mücadelesinden söz eden pek çok devrimci, teorisyen, Cahit hocaının kitaplarından, yazılarından ihmal edilmeyecek bir birikim edinmiş, onun üzerine tuğla koyarak ileri adım atmıştır. Bu nedenle, bugün açısından dünden söyledikleri, yazdıkları ve yaptıkları önemlidir Cahit Hocanın. Bu nedenle sol cenahta bu büyük ölüm sessizliğini hak etmememiştir. Tıpkı, Meksika olimpiyatlarında, Amerika’ya başkaldıran iki “siyah”ın suç ortağı Peter Norman gibi. Bu nedenle, Sabah gazetesindeki yazısı nedeni ile Umur Talu’ya Cahit hoca adına, Sabah gazetesindeki yazısı nedeni ile Aynur Çağıl’a (belli ki eski ya da hala solcu olan) teşekkür borcumuz var, bizi büyük bir cehalet ve ayıptan kurtardıkları için.
C. Talas ile P. Norman arasında benzerlikler olduğu gibi ayrılıklar da var elbette. Ancak, iki hayatta kapitalist sistemin kendi dışındakilere yaptıkları açısından oldukça öğretici. Böyle olduğu için C. Talas’ın cenaze töreni ile P. Norman’ın cenaze törenleri de birbirine benzer. Her ikisine de çok yakın dostları ve az çok tanıyanları katılmış, iki cenaze de “sessiz sedasız” kaldırılmıştır. Kuşkusuz, kapitalistler adına bu bir zafer, devrimci ve sosyalistler adına da bu büyük bir utançtır.
Prof. Dr. C. Talas yaptıkları nedeni ile 12 Martçılarca hapsedildi, hak etmediği eziyetlere maruz bırakıldı, bir dönemin dekanı ve bakanı olmasına rağmen. 12 Eylülcüler de Prof. Dr. C. Talas’a hak ettiği ilgiyi göstererek onu üniversite dışına attı. Cahit hoca ne bir devrimci ne de bir sosyalist idi. Bir sosyal demokrat olarak, sosyal demokrasiden daha ileri düşüncelerle, 1950’li yıllardan itibaren emekçilerin hakkını savundu, bu konuda mücadele verdi, üniversitede kürsü kurdu, öğrenci ve hoca yetiştirdi. Bütün bunları yaptığı için 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin hışmına uğradı. Sevgili Cahit Hoca bunu hak etmiş idi, çünkü, sosyal politika kapitalist dünyayı ayakta tutmaya çalışan bir disiplin ve uygulamadır diyecek kadar içtendi. Avustralyalı P. Norman gibi.
Cahit Hoca 90’ına bir yıl kala hastane köşelerinde yakın akrabalarının dışında “yalnızlık” içinde yaşayarak öldü. P. Norman da 64 yaşında evinin bahçesinde kalp krizinde öldü. Cahit Hocanın cenazesi ile P. Norman’ın cenazesi arasında bir fark vardı. SCahit Hoca “döneminin” siyaset ile uğraşan “büyük” siyesetçileri, meslektaşları Cahit Hocanın cenazesinde yoktu, ancak P. Norman’ın birlikte isyan ettiği o büyük isyankar asi iki “siyah”tan birinci olan Tommie Smith ile üçüncü gelen John Carlos ordaydı ve tabutun taşıyıcıları idi. Dünyayı sarsan o gün, 1968 yazı, ne yazık ki hafızalarımızda bugün hak ettiği yeri bulmadığı gibi daha da kötüsü bu uğurda mücadele edip, isyan edenlere de hak ettiği kadirşinaslığı göstermiyor.
Bu yazıya gösterilen ilgiye bağlı olmaksızın bir sonraki yazıda bu asilerin yaşam öyküleri üzerinde kapitalizmi ve kenidi “dönüşümümüzü” anlatmaya çalışacağız.