Michael Dickinson muhalif bir sanatçı. 20 yıldır Türkiye’de yaşıyor, oyun yazıyor, resim yapıyor… Kolajlarında Thatcher’ı, Blair’i, ABD politikalarını, Ortadoğu savaşını eleştiriyor. Adının son günlerde daha çok duyulmasının sebebi ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “Bush’un köpeği” olarak resmetmesi. Bu çalışması yüzünden önce gözaltına alındı, sonra da sınır dışı edildi, ama o, “Yine geleceğim” diyor. Cumhuriyet Dergi’de […]
Michael Dickinson muhalif bir sanatçı. 20 yıldır Türkiye’de yaşıyor, oyun yazıyor, resim yapıyor… Kolajlarında Thatcher’ı, Blair’i, ABD politikalarını, Ortadoğu savaşını eleştiriyor. Adının son günlerde daha çok duyulmasının sebebi ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “Bush’un köpeği” olarak resmetmesi. Bu çalışması yüzünden önce gözaltına alındı, sonra da sınır dışı edildi, ama o, “Yine geleceğim” diyor.
Cumhuriyet Dergi’de Hilal Köse’nin röportajı
İngiliz tiyatro ve kolaj sanatçısı, Yeditepe Üniversitesi eski öğretim üyesi, Michael Dickinson’ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “Bush’un köpeği” olarak tasvir etmesinin bedeli sınırdışı edilmek oldu. Türkiye’nin Ortadoğu’da tüm olan bitenlerde, kanlı pazarlıklarda o kadar masum olmadığını anlatmaya çalışan Dickinson’ın oturma izni, hiç gerekçesiz uzatılmadı. İşin ilginci, emniyetin “Yabancılar Koğuşu”nda sekiz gün idari işlem gerekçesiyle tutulan Dickinson hakkında bir soruşturma açılmadı ve yasalar önünde savunması da elinden alındı. Projeleri için geri geleceğini, kolajlarının politik dünyanın bir yansıması olduğunu söyleyen sanatçıyla Kadıköy’de Sanatçılar Sokağı’ndaki Uçarı kafede sergilenen eserlerini topladığı sırada görüştük. Dickinson’un web sitesi ise. http://yabanji.tripod.com
-Kolaj sanatına ne zaman başladınız?
Londra’da tiyatro yazarlığı ve yönetmenliği yapıyordum. Katolik olarak büyüdüm.Budizmle ilgilendim. Kalküta’da rahibe Teresa ile çalıştım. Kalküta’dan dönünce sokakta bulduğum dergileri toplayıp resimlerini keserek kolaj yapmaya başladım. Margaret Teacher’den nefret ediyordum. Bütün bu arayışlarımı kolaja yansıttım. Politik sergiler açtım. Kolaj, bir deşarj olma, paylaşım yöntemi benim için.
-İstanbul’a gelişiniz…
İstanbul’a 1986 yılında geldim. İngilizce öğretmeni olarak çalışıyordum. 11 Eylül saldırılarının ardından ara verdiğim kolaja geri döndüm. Bush’un politikaları beni deli ediyordu, kolajla eleştirmeye başladım. Benim çok da önemim yok, yalnızca yansımalar için alet oluyorum. Bu işten para kazanmıyorum. İçimdekileri dışarı atıyorum…
-Gözaltına alınmanız nasıl oldu?
Burada savaş karşıtı birçok etkinliğe katılmıştım, ama benim kolajım nedeniyle başkası yargılanıyordu. Tanık olarak duruşmaya gittiğimde apar topar gözaltına alındım. Hapse girmeyi beklemiyordum. Üç gün Ümraniye’de bir katil zanlısı, iki gaspçı ile birlikte kaldım. Bana centilmence davrandılar. Sonra Zeytinburnu’na getirildim. Burada da sekiz gün tuttular. Demir kapılı bir odada 500 erkek vardı, ikametsiz, pasaportsuz Afganistanlı, Pakistanlı ve Afrikalılar… Polislerin onlara davranışları çok kötü. Dayak sesleri duyuyordum. Bir Pakistanlı’nın burnu kanadı. Onların suçları kendileri için daha güzel bir hayat aramaları.
“Welcome to turkey”, bunu duyacaklarını sanıyorlar, ama iyi ülke aramanın karşılığı dayak ve bir sürü kötü muamele oluyor. 100 Bangladeşli daha geldi ve onlar merdivenlerde sıkış tıkış oturup, orada uyukladılar. Ben de zaten koridorda tutuluyordum. Sandalyenin üzerinde…
-Serbest bırakılmanızda uluslararası hukuk mu etkili oldu?
Konsolosluktan gelmişlerdi ziyaretime. Burada ne kadar kalacağımı bilmediğim için onlardan Shakespare’nin bütün eserlerini istemiştim. Ertesi gün yani cuma günü sürpriz bir şekilde serbest bıraktılar. Polisler bana bir de kâğıt verdiler, oturma iznimin uzatılmadığı, 30 Eylül’de Türkiye’yi terk etmem gerektiği yazılıydı.
DÜNYA DEĞİŞMELİ!
-Erdoğan’a söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben kötü bir şey yapmadım. Beni şimdi kovalıyorlar, ama geri geleceğim. Ömrümün sonuna kadar burada kalır mıyım bilmem, ama ne zaman gideceğime ben karar vermeliyim. Kendime sansür yapmıyorum. İlham geldi ve yaptım. Bush, Blair… bir sürü işgalci lider. Onları çok fazla resmettim. Resimlerim politik dünyanın bir yansıması. Erdoğan’a “Sakin ol. Bu kuralını değiştir. Sen ünlü bir politikacıysan tabi ki karikatürün yapılacak” diyorum. Türkiye’de yargılanan yazarları ve çizerleri de destekliyorum. Ben o resimde Türkiye’nin ABD ne isterse yapmasını, işgal politikalarına ortak olmasını eleştirdim. Köpek çok sadık bir hayvandır bildiğiniz gibi. Ortadoğu’da kötü şeyler oluyor ve Türkiye o kadar masum değil. İngiltere’de kimse böyle kovulmaz. Suç unsuru görülürse mahkemeye gidilir.
-Günümüz politikaları üzerine ne düşünüyorsunuz?
Dünya değişmeli. Bunu biz yapacağız. Bu hale gelmesinde bizim de suçumuz var. Şimdiye kadar ne verdilerse tamam deyip aldık. Artık “istemiyoruz” dememizin vakti geldi. Hatta tüm dünya 2012 olimpiyatlarında grev yapalım. Herkes için eşit bir dünya istediğimizi söyleyelim. Bize şiddet uygulayan o insanlar, daha ünlü ve güçlü… Kim onlar? Şimdi liderler, ama sonra bizim “kardeşimiz” olacaklar. Biz “para için değil insanlık için çalışırız” dediğimiz zaman…
-Bu bir ütopya değil mi, nasıl kurulacak paranın olmadığı bir dünya?
Şimdiki dünya haksızlıklarla dolu ve zenginler için. Ancak, lidersiz bir dünyada herkes eşit olabilir. Parasız bir dünya için ne düşünüyorsunuz? Güzel, ama ütopya diyorsunuz değil mi? Birlikte, bütün insanlar, hepimiz parasız bir dünya istersek neden olmasın. Pasif bir şekilde değil, harekete geçerek…
-Bu röportaj okunduğunda, siz Türkiye’den ayrılmış olacaksınız…
Şimdi Dublin’e gideceğim. Orada uzun zamandır görmediğim arkadaşlarım var. Birkaç gün sessizliğe ihtiyacım var, ama geri gelmek istiyorum. Bu yıl bir oyun yazdım, Nisan ayında Maya Tiyatrosu’nda oynandı. “Zengin Genç Adam”. Yönetmenliğini de yaptım. İsa’nın son günleri hakkında çok ilginç bir oyun. Tartıştıran bir oyun. Papa Türkiye’ye geldiğinde yine oynamak istiyoruz. Papa’yı da davet edeceğiz.
-Oyun ne anlatıyor?
Dinler konusunda insanlara yeni bir bakış sunuyor. “Benim dinim daha güzel” tartışmasını eleştiriyor. Her insanın içinde Tanrı varsa ve herkese eşitse dinler ayırımı yanlış. Yalnızca kendin ve diğer insanlar için iyilik yaparsan dünya daha güzel bir yer olur. İşte bunu söylüyor.
Din insanları kullanıyor ve ikiyüzlü. Kadınlar için çok daha eşitsiz ortam yaratıyor.
Cumhuriyet Dergi 01.10.2006