Tarih tekerrür etmez derler. Ama galiba “küreselleşme” bir istisna. Ondokuzuncu yüzyılın sonundaki küreselleşme atılımına bakınca, gelişmiş ülkelerde gelir dağılımının bozulmaya, hükümetlerin önce emperyalist politikaları hızlandırmaya ( Cecile Rhodes , sömürgelerin, İngiltere’de toplumsal devrimi engellemek için gerekli olduğunu düşünüyordu) sonra da korumacılığa yöneldiklerini, böylece küreselleşmenin çökmesine yol açan istikrarsızlıklara katkıda bulunduklarını görüyoruz. (Örneğin: Jeffrey G Williamson, […]
Tarih tekerrür etmez derler. Ama galiba “küreselleşme” bir istisna. Ondokuzuncu yüzyılın sonundaki küreselleşme atılımına bakınca, gelişmiş ülkelerde gelir dağılımının bozulmaya, hükümetlerin önce emperyalist politikaları hızlandırmaya ( Cecile Rhodes , sömürgelerin, İngiltere’de toplumsal devrimi engellemek için gerekli olduğunu düşünüyordu) sonra da korumacılığa yöneldiklerini, böylece küreselleşmenin çökmesine yol açan istikrarsızlıklara katkıda bulunduklarını görüyoruz. (Örneğin: Jeffrey G Williamson, “Globalization then and now: Late 19th and late 20th centuries compared” , National Bureau of Economic Research, Working paper 5491,Mart 1996. )
Benzer bir sürecin günümüzde de yaşandığı gözlemleniyor. 11 Eylül yazımda, FED Başkanı Bernake , Financial Times’dan Martin Wolf , Nobel ödüllü ekonomist Stiglitz ve Morgan Stanley Başekonomisti Stephen Roach ‘un bu sürece ilişkin kaygılarını aktarmıştım. Geçen hafta yine bu konu tartışılıyordu.
Emek ve sermaye arasında gidip gelen sarkaç
Bu tartışmaların iki ekseni var. Birincisi ABD’nin imparatorluk atılımının başarısızlıkla sonuçlanmasına bağlı olarak, geçen hafta Le Figaro’da Renaud Girard ‘ın altını çizdiği gibi “dünyanın, tehlikeli bir ABD iktidarsızlığı dönemine girmekte olmasıyla” ilgili (25/10). Tarihçi Niall Ferguson ‘un “Amerika’nın kırılgan imparatorluğu” (Los Angeles Times, 24/10) , David Brooks ‘un “Bundan sonra ne olacak dönemi” (The New York Times, 26/10) , Der Spiegel’in editörü Gabor Steingart ‘in “Gerileyen süper güç” (Spiegel,24/10) başlıklı yazıları, hep bu konuyla ilgiliydi. Tartışmanın ikinci ekseniyse küreselleşmenin gelişmiş ülkelerdeki gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkileriyle, bunun potansiyel sonuçlarıyla ilgili. Ben bu hafta ikincisiyle ilgili tartışmaları aktarmaya çalışacağım
Stephen Roach, emekle sermaye arasında sallanan tarihsel sarkacın sermayeden yana çok fazla gitmiş olduğunu saptayarak “Bu mega-trendin (küreselleşme-E.Y) en istikrar bozucu dönemine giriyor olabiliriz” diyordu (Global Economic Forum 23/10) . Roach yazısında ABD, Japonya, Almanya ekonomilerinde emek gelirleri üzerinde oluşan basınçlara, 2001/2003 döneminden bu yana bu ülkelerde üretkenlik artarken gerçek ücretlerin, milli gelir içinde emeğin payının artmadığına hatta gerilediğine dikkat çekiyordu.
Diğer taraftan, Roach’un gözlemlerinden hareketle kapitalizme ve küreselleşmeye ilişkin çok ilginç sonuçlara ulaşmak da olanaklı: Örneğin, Roach’a göre: a) Küreselleşme asimetrik bir süreç, tüketiciden çok üretici yaratıyor (öyleyse, kapasite fazlası sorunu artmaya devam edecek, uluslararası rekabet giderek yoğunlaşacak); b) gelişmiş ülkelerde üretkenlik artıyor, ama gerçek ücretler bu artışı izlemiyor (böylece, neoliberal iktisat teorisinin en temel tezlerinden biri yalanlanmış oluyor); c) küresel ücret arbitrajı -sermayenin yüksek ücret bölgesinden düşük ücret bölgelerine göç etmesi- yüzünden gelişmiş ülkelerde emekle sermaye arasındaki uçurum sermaye yararına açılıyor (öyleyse, neoliberalizmin, emekten sermayeye değer, toplumdan mali sermayeye servet transferini amaçlayan bir sınıf savaşı taktiği olduğuna ilişkin tez – Harvey, Dumenil ve Levy – doğrudur); d) ülkeler arasında cari açık, cari fazla dengesizlikleri oluşmuştur (öyleyse, döviz piyasalarında sarsıntılar, mali piyasalarda krizler, korumacı refleksler gündemdedir).
Roach, emeğin örgütlenme düzeyindeki düşüklüğü göz önüne alarak, sınıf savaşımında bir sertleşme beklemiyor, ama siyasilerin bu duyarlılıklardan yararlanmak isteyeceklerini, seçmene şirin görünmek için korumacılığa yönelmelerinin neredeyse kaçınılmaz olduğunu, tarihin sarkacının mutlaka, aynı şiddetle geri geleceğini ileri sürüyor.
Küreselleşme ücretleri düşürüyor
Atlantik’in bu yakasında da benzer kaygılar söz konusu. Financial Times’in “emektar” ekonomik yorumcusu Samuel Brittan , Harvard Üniversitesi’nden Prof. Freeman ‘ın “Emek Piyasalarındaki Dengesizlikler” başlıklı bir çalışmasını aktararak, 2000 yılından bu yana Çin, Hindistan ve Rusya’nın, dünya emek piyasalarının nüfusunu 3 milyon yeni işçi ekleyerek yüzde 100 arttırdıklarını vurguluyor (20/10). Böylece, sanayi proletaryasının tarihe karıştığına ilişkin tezin de gerçeklerle bağdaşmadığını, geçerken saptayarak devam edersek, Brittan, yeni gelenlerin hızla teknolojik vasıflarını yükseltirken Batı ülkelerindeki işçilere göre daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul ettiklerine dikkat çekiyor. Bu da Batı ülkelerindeki işçilerin ücretleri üzerinde aşağı doğru bir basınç yaratıyor.
Brittan’ı sermayeyi olumsuz etkilemeden emeğin payını nasıl arttırırız (iğnenin başında kaç peri dans edebilir? Ya da, bakınız Cecile Rhodes ) sorusuyla baş başa bırakarak devam edersek, bu tartışmalara Almanya’nın en etkili dergilerinden Der Spiegel ‘in editörü Gabor Steingart ‘ın de bir kitapla katıldığını görüyoruz. Steingart’ın Spiegel’de bazı bölümleri aktarılan kitabındaki saptamalarına göre küreselleşme, Avrupa’da kendi topraklarında kendini yabancı hisseden (siz, “çok fazla yabancı var” diyor diye okuyunuz!), iş bulma olasılığı çok düşük, eğitim düzeyi, entelektüel formasyonu son derecede zayıf, ABD’deki “white trash” (beyaz çöp) denen kesime benzer, yeni bir alt sınıf (underclass) yaratıyor. Steingart, “İlk kez geçen 10 yıl içinde homojen bir sınıf olarak şekillenen bu yeni proletaryanın demokrasi için çok büyük bir tehdit oluşturduğunu” düşünüyor (26/10).
Steingart’a göre halen: “Küresel çapta bir servet savaşı yaşanıyor. Asya bu savaşta acımasız yöntemlerle saldırıya geçmiş durumda. Asya’da çalışma koşulları son derecede kötü, sanayi çevreyi mahvediyor. Asya’nın yükselişi, eğer Batı, prensiplerinin esiri olmaktan kurtularak kendini savunmaya başlamazsa, Batı’nın çöküşü olacak.”
Bu yüzden, Steingart “Korumacılık! Batı Kendini Savunmalıdır” başlıklı yazısında, gerekirse Batı korumacılığa da başvurmalıdır. Özellikle Çin’in ekonomik rekabet alanında devleti aktif olarak kullandığına dikkat çekerek, Batı’nın da buna karşılık vermesi gerektiğini savunuyor. Steingart’a göre “saf piyasa ekonomisi yalnızca ekonomistlerin kafasında var. Gerçekte devletler başka türlü davranıyor… Bu yüzden ABD korumacılığa yöneliyor… Çünkü dış ticaret gerçekte ulusal çıkarlara göre kullanılan bir siyasi araçtır…”
Steingart’a göre, Batı artık çalışanların yaşam standartlarını yükseltemiyor. Küreselleşme, bulundukları yerlerde kalmaktan başka seçeneği olmayan (halbuki öbürleri buraya geliyor!-E.Y) Batılı işçilerin ücretlerinin gerilemesine neden oluyor. Dünyanın üretici kapasitesi Doğu’ya kayıyor. Bu bölgelerde işçilerin ücretleri giderek yükseliyor, dünya ekonomisinde Batı’da refah azalırken Doğu’da artıyor. Bu nedenlerle Batı ve Avrupa Birliği’nin salt tüketiciyi değil, aynı zamanda işçilerini de koruması gerekiyor . Steingart, “Bunlar kulaklara solcu veya devrimci gelebilir ama, iki farklı ekonomik bölgenin, toplumsal refah devletinde yaşayan işçilerle, vahşi kapitalizm altında çalışan işçilerinin ürettiği malların dükkân vitrinlerinde buluştuğu günümüzün gerçeklerini yansıtıyorlar o kadar” diyor.
Sanırım bu tartışmalar, hem sınıf savaşlarının hem de ülkeler, bloklar arası rekabetin, siyasi gerginliklerin daha da artacağı bir döneme girmekte olduğumuzu gösteriyor. Bu yeni dönemin sorunlarının Türkiye’de henüz bilinçlere çıkmadığını, “kanat önde
rlerinin” hâlâ neoliberal dogmaları, küreselleşmecilik söylemlerini tekrarlamaya devam ettiklerini görmekse gerçekten kaygı verici…
Cumhuriyet 30.10.2006
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA
[email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com