Can Dündar 10 Ekim tarihli Milliyet gazetesindeki “Aaaa o başka!” başlıklı yazısında Atilla İlhan’ın bir anısı üzerinden Batının “soykırım yoktur” denilmesini yasaklayan ve cezalandıran anlayışını çifte standart olarak yorumlayarak Batıya sahip olduğu değerleri hatırlatıp “Batılı düşünen” bir Türkiyeli kimliğiyle bu çifte standarttan kurtulması çağrısında bulunuyor. Yine Atilla İlhan’dan alıntılarla genelde Batının özelde Fransa’nın geçmişinde yaptıklarıyla […]
Can Dündar 10 Ekim tarihli Milliyet gazetesindeki “Aaaa o başka!” başlıklı yazısında Atilla İlhan’ın bir anısı üzerinden Batının “soykırım yoktur” denilmesini yasaklayan ve cezalandıran anlayışını çifte standart olarak yorumlayarak Batıya sahip olduğu değerleri hatırlatıp “Batılı düşünen” bir Türkiyeli kimliğiyle bu çifte standarttan kurtulması çağrısında bulunuyor. Yine Atilla İlhan’dan alıntılarla genelde Batının özelde Fransa’nın geçmişinde yaptıklarıyla bugün kimseye demokrasi dersi veremeyeceğini göstermeye çalışıyor. Tıpkı kimi milletvekillerimizin Fransa’nın Cezayir’de yaptıklarını hatırlayıp yaza teklifi vermesinde olduğu gibi.
Oysa ne Atilla İlhan ne de Can Dündar o Fransa’nın, Mustafa Kemal’in ulaşılması gereken hedef olarak gösterdiği “muasır medeniyet” örneği olduğu gerçeğinden söz etmiyorlar. Söz ettiklerinde ya da söze “Aaaa o başka!” diye başladıklarında ya da başladığımızda bu durumun saçmalığı ayan beyan görünüyor.
“Başka” değilse ne peki?
Neden “Aaa bak ikisi de aynı!” diyemiyoruz? Eğer kısasa kısasla gidilecek olursa “aynıdır” sonucuna varmamızı engelleyen nedir? Vicdan, suçluluk duygusu ya da böyle bir geçmişe sahip olmanın ruhumuza verdiği sıkıntı mı yoksa utanç mı baş başa kalacağımız?
Bazıları bunlardan kurtulmak için “her devletin geçmişinde böyle olaylar var” diyerek sırtını dönüp, huzurla çocuğuna ebeveyn şefkati bağışlayabilir, aynı yaşta olduğunu bildiği binlerce çocuğun öldürüldüğü bir geçmişten sıyrılarak.
Eğer böyle diyebileceksek o zaman İsrail’in Filistin’de Lübnan’da yaptıklarına nasıl itiraz edebiliriz. Çünkü İsrail devleti de dönüp “biraz önce her devletin geçmişinde böyle şeyler vardır” diyen sen değil miydin, “müsaade et de benim de olsun, bak ben de devletim ve devletler böyle şeyler yapar,” dediğinde ona hak vermek zorunda kalmaz mıyız?
İsrail Lübnan’ı bombalayıp yerle bir eder ve insanlarını ya ölüm ya sürgün çözümsüzlüğüyle yüz yüze getirirken Türkiye Irak topraklarında askeri operasyon düzenleme fikri ve niyetinde olduğunu tüm dünyaya bildirmedi mi? Gerekçeleri de aynıydı; “Teröre karşı meşru müdafaa.” “Aaaa o başka!” Dilinizin ucuna bu söz mü geldi?
Şu sıralar Meclis Adalet Komisyonu’na “Fransa’nın Cezayir’de soykırım yapmadığını iddia etmek suçtur” diyen yasa teklifleri veriliyor. Bizler bu “muasır medeniyet” örneği ülkenin yaptığı katliamları yeni mi öğrendik, yoksa biliyorduk da buna rağmen yüzlerce, binlerce, milyonlarca kez Fransa ile el sıkışıp işbirliği mi yaptık?
Türkiye Fransa’nın en büyük beşinci pazarı… Oyak ve Sabancı grupları Fransa’da kurulu şirketlerle en çok iş ortaklığı yapan Türkiye şirketleridir. Türkiye’de 524 adet Fransız sermayeli şirket faaliyet yürütmektedir. Fransa’nın Cezayir’de yaptıklarını yeni mi keşfettiniz? ABD’den önce Vietnam’da yapmadığı bırakmayan yine Fransa idi, askeriyle komandosuyla, Jandarmasıyla… Jandarma kelimesi Fransızcadır ve kelimesi kelimesine “silahlı adam” demektir. Muasır medeniyette Fransa’nın bize örnek olduğuna hiç kuşku yok.
Fransa’nın geçmişine indikçe yaptığı katliamların, politik kıyımların (politicid) sömürgeciliğin araçları olduğunu ve sömürgelerine ancak bu yolla sahip olduğunu göreceksiniz. Suriye ve Lübnan’da Fransa’nın sömürgeleriydi. Ama öncesinde Osmanlı toprağıydı. Osmanlı oraları ele geçirince şanlı geçmişimiz oluyor da Fransa geçirince neden sömürgeci oluyor. Önce İngiliz şimdi ise İsrail devleti Filistin topraklarını ele geçirince bunun adı işgal oluyor da neden Osmanlı işgali barış içinde yaşamak oluyor? Bu söylem size, şimdilerde ABD’nin işgal ettiği ülkelere yönelik dillendirdiği özgürlük ve demokrasi götürüyorum ifadesiyle benzer gelmiyor mu? Tamam, şimdi duyar gibi oldum “Aaa o başka!” dediğinizi.
“Başka” değil “aynı” ise ve “bütün devletlerin geçmişinde böyle olaylar varsa” o halde neden ölenler, öldürülenler tarafına bakmıyoruz? Baktığımızda göreceğimiz tek aynılık insan oldukları ve öldürüldükleridir. Bu gerçek bizi çatısı altında yaşadığımız devletlerden çok onlara, öldürülenlere yaklaştırmıyor mu? Biraz önce başını okşadığın çocuğuna ya da elin öptüğün ana babana benzemiyorlar mı? Onların da senin gibi sabah 9 akşam 6 hayatını körelttiği bir işi, kâh ödeyip kâh ödeyemediği kirasıyla bir evi yok muydu? Şimdi Lübnan’a Filistin’e gönderdiğin giysileri giyecekleri bir bedenleri yok muydu? Sen ve ben en çok öldürülenlere benzeriz devletlere değil.
“Bütün devletlerin geçmişinde böyle olaylar varsa” o halde sırf bu yüzden bütün devletler var olmayı hak etmiyorlar, sonucuna varmamızı engelleyen nedir?
Solculuk ve demokratlık maskesi altında milliyetçi ve şoven yüzlerini gizlemeye çalışanlar ve onlarla aynı tefe vurup aynı telden çalmaya çalışan sosyalistler ve komünistler evrensel bir demokrasi dersinin çalışkan talebeleri olarak burjuva devlet müfredatının ezberinden konuşmakta birbirleriyle yarışa durmaktadırlar; “tarih tarihçilere bırakılsın siyaset tarihe karışmasın.” Peki, her devlette okullarda öğretilen müfredat kimin eseri, müfredatı siyasi iktidar belirlemiyor mu? Milli eğitim bakanlıklarının varlığı tarihin siyasetin hükmünde olduğunun apaçık kanıtları değil midir? Bugün imzalanan gizli anlaşmalar ya da yazılan fakat içeriği “egemenliğin kayıtsız şartsız ait olduğu millete” açıklanmayıp gizli tutulan “milli güvenlik belgeleri” yarının tarihi olacaktır. Bizler de bizden öncekilere ait bir yarını yaşıyoruz. “Tarih siyasi kıyımlarla doluysa bugünkü siyasetin tarihi kaynakları mevcuttur,” demeyecek miyiz?
ABD’nin geçmişte yaptıklarını ve bugünkü niyetlerini ifşa etmekten sakınmayız ve sıralar dururuz. Peki, ya kanatları altında yaşadığımız devletin geçmişi ve bugünkü niyetleri? Türkiye’de büyük medyamızdan gazeteciler ve Can Dündar neden Çeçenistan Savaşında Rusya devletinin kirli çamaşırlarını ortaya döken Anna Politkovskaya’yı örnek alamaz? “Aaaa o başka!” Tabii bizim Putin gibi bir liderimiz Çeçenistan Savaşı gibi bir savaşımız olmadı! Sadece savcıları hizaya getirmek için “sağa sola bir iki bomba atan” korgenerallerimiz oldu.
Mevcut bütün devletlerin birer burjuva devlet ve burjuva diktatörlükleri olduğu gerçeğiyle beraber bu devletlerin birbirlerinin geçmişi ve bugününe ait kirli çamaşırları ortaya dökmeleri ve oraya saçılan pisliği inkâr edeni cezalandırmaya yönelik yasalar çıkarmaları devletlerin sahiplerinin ve yöneticilerinin şimdiye kadar ki iki yüzlülüklerini ifşa etmelerinin ötesindeki faydası yukarıdaki devlete ait sorunun cevabını belirginleştirmemize yarayacaktır.
Kutlu olsun…
Can Dündar’ın söz konusu yazısı
‘Aaaa o başka!’
Can Dündar 10 Ekim 2006, Milliyet
1960’lar…
Paris’te Madeleine Meydanı’nda bir öğle üzeri…
40 yaşlarındaki Madam Janine Thepenier karşısındaki Türk delikanlıyla
sohbet ediyor.
Benoist-Mechin’ in “Mustafa Kemal” kitabı yeni çıkmış piyasaya…
Daha önce Türkler ve Türkiye üzerine hiç bilgisi olmayan Fransız kadın
kitabı yeni okumuş, bizim delikanlıya sorular soruyor:
“- Şüphesiz Mustafa Kemal davasında haklıymış. Fakat niye bu kadar çok
kan dökmüş? İstiklal mahkemelerinde kelle uçurmak olacak iş mi?”
Sonra Menderes’in idamına getiriyor lafı:
“Anayasa’yı çiğnedi diye Başbakan’ı, bakanları asmak doğru mu?”
“Kıbrıs çıkarmasında
masumların kanını dökmek günah değil mi?”
Delikanlı satır aralarından “Nedir sizdeki bu vahşet” sorusunu
kokluyor. Ve karşı saldırıya geçiyor:
“Benim bildiğim Fransa (1. Dünya Savaşı kahramanı, Mareşal) Petain’i
idama mahkûm etmiş, yaşlı diye cezasını süresiz hapse çevirmiştir.
Laval’i ise kurşuna dizmiştir. Bunlardan birisi başkan, öteki de bakan
değil miydi?”
Madam Thepenier hayretle itiraz ediyor:
“Aaaa, o başka…”
“Peki Danton, Robespierre, Babeuf gibi ihtilal başkanlarının kesildiği yer bu Paris değil midir?”
Cevap aynı:
“Aaaa, o başka…”
“Fransa paraşütçüleriyle Gabon’a niye müdahale etmişti? Eğer Cezayir’de Araplar orada kalmış Fransızları kesmeye, aç bırakmaya ya da sürmeye başlasalardı Fransa müdahale etmeyecek miydi?”
“Aaaa, o başka…”
* * *
Bu çifte standart karşısında saçını başını yolan “Fransa hayranı” delikanlının adı Attilâ İlhan’dı.
Bu izlenimlerini “Hangi Batı”da (Bilgi, 1976, s. 41) şöyle sonlandıracaktı :
“İnsan sonra sonra Batılının, yani Fransızın olayları, insanları ve
sorunları iki ayrı gözle gördüğünü, iki ayrı ölçekle değerlendirdiğ ini
fark ediyor.
“Birisi, dünyayı ‘yöneten’ ülkelerden biri olmaktan gelen yukarı bir ölçü, kendine toz kondurmayan, komşusuna karşı hoşgörülü…
“Ötekisi, ‘yönettiği’ ya da hizada saydığı ülkelere ve halklara uyguladığı, hafif alaycı, epeyce küçümser, adamakıllı merhametsiz ve toptan haksız bir ölçü. Avrupalı değil misiniz, ‘Avrupalıyım’ diye 40
yıldır yırtınsanız bile her hareketiniz başka bir ölçüyle yargılanacaktır.
“Diyeceğim, Paris’in iki gözü, iki ayrı renk…”
* * *
Aradan geçen 40 yılda fazla bir şey değişmedi Fransa’da: Aynı çifte standart, aynı önyargı, aynı kibir…
Şu farkla ki; bu tavrının bedelini, varoşlarından yükselen ve 60’lardakine hiç benzemeyen bir şiddet dalgasıyla ödemeye başladı.
Türkiye ise Batı yolunda komşularıyla barışma, önyargılarından arınma, tarihini sorgulama, yasalarını demokratikleştirme yoluna girdi.
Şimdi Türkiye’de Batılı düşünenler “Soykırım vardır” diyenlerin hapsedilmesine fikir özgürlüğü adına karşı koyarken, “fakir özgürlüğünün Kâbe’si” kabul edilen Batı “Soykırım yoktur” diyenleri
hapsetmeye hazırlanıyorsa, bize düşen, Batı’nın değerlerini Batı’ya hatırlatmak, bu çifte standardı yüzlerine vurmak ve en önemlisi yolumuzdan caymamaktır.
Bu vesileyle, yarın 1. ölüm yıldönümünde anacağımız, Paris’teki o “ebedi delikanlı”yı saygıyla selamlıyorum.
can.dundar@e- kolay.net