Mayıstan beri ana gündemimiz yetkinin kaybedilmesi.Neden kaybettik kamu sen hileli üyelikler mi kaydetti vs. Elbette yaşanılan süreçler eleştiriye tabi tutulmalı sorgulanmalı ve gereken dersler çıkarılmalıdır. Ancak problem işin emekçilerin kazanımlarından ve demokratik mücadelesinden çok “yetki”ye dayandırılmasında yatıyor. Yetkinin merkezileştirilmesi dolayısıyla işin niceliğe dökülmesi niteliğin yitirilmesine neden olmaktadır. Eğitim-Sen’e üye olanların eğitimsenin tüzüğünden bihaber olması örgütlememizin […]
Mayıstan beri ana gündemimiz yetkinin kaybedilmesi.Neden kaybettik kamu sen hileli üyelikler mi kaydetti vs. Elbette yaşanılan süreçler eleştiriye tabi tutulmalı sorgulanmalı ve gereken dersler çıkarılmalıdır. Ancak problem işin emekçilerin kazanımlarından ve demokratik mücadelesinden çok “yetki”ye dayandırılmasında
yatıyor. Yetkinin merkezileştirilmesi dolayısıyla işin niceliğe dökülmesi niteliğin yitirilmesine neden olmaktadır. Eğitim-Sen’e üye olanların eğitimsenin tüzüğünden bihaber olması örgütlememizin hangi temellere oturttuğumuzu yeniden sorgulamayı gerektirmektedir.(Anadilde eğitim ve sonraki süreç iyi hatırlanmalıdır)Bu iç
çalışma ihtiyacını gündeme getirmektedir.
1-Yetkinin kaybedilmesi gerçekten bu kadar üzücü mü? Yıkıcı sorunlara mı neden olmuştur? Yetkiyle kimlerin gözünde meşru olacaktık? Yani 2002’den beri sürdürülen “orta oyuna”alet olmamak mı problem? Bu süreçlerde hükümetle yapılan görüşmelerde emekçilerin ne gibi kazanımları oldu? Grev ve toplu sözleşme hakkı mı elde edildi? Şerh koymak orta oyuna alet olmamak için acaba yeterli mi(ydi)? Bence sorun, cevap ve tercih EĞİTİM-SEN’in bayrağında gizli: Sarı mı Kızıl mı?
Hükümetin mi kamu emekçilerin mi gözünde meşruluk. Tartışma; yetki merkezli olmaktan çıkarılıp sınıfa odaklanmadıkça sınıfsal bir perspektifle yaklaşılmadıkça olumlu çözümlenemeyeceğini
düşünüyorum. MEŞRULUK YASA’dan önce gelir.
2- Diğer bir nokta Neoliberal saldırılara karşı gösteril(emey)en duruşla ilgilidir. Sendikalar emek-sermaye çatışmasında taraf olmak ve bu çatışmanın uzlaşmaz bir niteliğe sahip olduğu gerçeğinden hareket etmek zorundadırlar. Bu anlamda sermayenin saldırısına sadece süreci çözümleyici yada teorik bir karşı duruş tek başına yeterli olmamaktadır.buna karşı pratikte de bir karşı duruş gerektirmektedir. Ancak bu noktada eksik kaldığımızı düşünüyorum. Esnek üretimin eğitimde yansıması olan sözleşmeli öğretmenliğe karşı özne olması gereken sendikanın sadece “şartların düzeltilmesi” ile ilgili verilen
mücadele yeterli değildir. Bugün eğer eğitim özelleşiyor sağlık özelleşiyor ve bu alanlarda “özne” misyonu üstlenenler bu durumu engelleyici bir tavır sergileyemiyorsa öznenin sadece özneliği değil aynı zamanda güvenirliliği ve sorun çözümleyici niteliği de tartışmalı hale gelir sınıfsal niteliği de.
3- Özlük haklarına karşı yapılan saldırılara gerekli yanıtlar verilememiş memurun tepkisi örgütlenememiştir. 2006 yer değiştirme ve atama kılavuzundaki birçok madde(Ailenin bütünlüğünü korunması, eğitim hakkı vs) ile ek ders ücretinin artırılması(ya da yüksek lisans ve doktora yapanlardan ve İngilizce öğretmenlerden alınıp artırılan)konusundaki hak gasplarına gereken tepkiler verilememiştir.
Sonuç olarak Eğitim-Sen’in Hükümetin gözünde meşruluğa ihtiyacı
yoktur. Çünkü Eğitim-Sen meşruluğunu geçmişinden aldığı meşruluğundan gelir. Bu nedenle tartışma yetki kaybıyla ilgili (sarı sendikacılığın meşrulaştırılması)değil yani olması gereken sendikacılıkla ilgili “sınıf sendikacılığı”yla yapılmalıdır. Bu nedenle aslında yetkinin kaybı reformizmin ve politikalarının kaybıdır. Şimdi başka politikalar üretme zamanıdır.