Kürt meselesinin geldiği vahim noktada, içimden hiçbir şey söylemek gelmiyor. Bu bir nevi yas duygusu. Dünya yansa, kendini uzak tutan, olaylara gözlem, analiz, değerlendirme mesafesi koruyarak yaklaşan biri hiç olmadım. En fazla, karamsarlığın umutsuzluğa ve hemen ardından ilgisizliğe dönüşmesinden kaçınmaya ve her şeye rağmen bir şeyler söylemeye, bir şeyler yapmaya çalıştım. Ancak, bu çabanın samimiyetsizlik […]
Kürt meselesinin geldiği vahim noktada, içimden hiçbir şey söylemek gelmiyor. Bu bir nevi yas duygusu. Dünya yansa, kendini uzak tutan, olaylara gözlem, analiz, değerlendirme mesafesi koruyarak yaklaşan biri hiç olmadım. En fazla, karamsarlığın umutsuzluğa ve hemen ardından ilgisizliğe dönüşmesinden kaçınmaya ve her şeye rağmen bir şeyler söylemeye, bir şeyler yapmaya çalıştım. Ancak, bu çabanın samimiyetsizlik kısırdöngüsünün dışında bir yeri olabilir mi bilmiyorum.
Umur Talu, pazar günkü yazısında (Sabah), ‘Biz ortak bir acı yüklenebilmekten çoktan kopmuşuz’ diyordu. Bendeki yas duygusu tam da bununla ilgili. Türkiye’nin üniter bir devlet olması ‘resmi’ bir tanım, diğer taraftan gelinen noktada, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin, çoğunun veya azının aklının ‘ayrılığa’ yatması, sosyolojik, tarihsel, vs. süreçlerin doğal bir sonucu olarak görülebilir. Bu süreçlerin, karşılıklı şiddet sarmalını doğurması vahim sonuçlar yarattı, yaratmaya devam ediyor. Ancak, asıl vahim olan bu resmi tanımlar, bu soğuk analizlere ilişkin gelişmeler değil. En vahimi, öyle veya böyle iç içe yaşayan insanların, Umur’un dediği gibi bir acıyı bile paylaşamayacak noktaya gelmesi. Karşılıklı ikiyüzlülük sarmalına sonuna kadar teslim olması ve bundan medet umması, birbirlerini ne kadar dize getirebilirim hesabının adına, karşılıklı olarak ‘barış projesi’ diyebilmeleri.
Daha kötüsü, Kürt meselesinin artık, Türkiye’nin sınırlarının dışında Ortadoğu’da yaşanan kâbusun ayrılmaz bir parçası olması. Giderek daha fazla böyle olması. Bundan kimsenin fazla rahatsız olmaması. Tam tersine, gelinen noktada, taraflar, artık birbirleriyle, bu yeni denklem üzerinden hesaplaşma hesabı yapmakta. Ortadoğu’daki faciaya suç ortaklığı karşılığında, birbirlerine karşı güç devşirme peşindeler. Öyle değil mi? Ne demek, ABD’den PKK konusunda yardım, destek istemek? Neyin karşılığında? Ne demek Barzani’den arabuluculuk istemek? Neyin karşılığında? Belli ki, her iki tarafın da, Ortadoğu’da bir ülkeyi işgal eden ve kan gölüne çevirenlerle hiçbir sorunu yok. Böyle kirli bir işbirliğinden mi barış çıkacak?
Öncelikle, böyle toplumsal barış olur mu? İkincisi, neyin ve kimlerin pahasına olur? Düne kadar Kürtlerin kendi şarkılarını söylemelerine tahammül edemeyeceksiniz, bugün Kuzey Irak’ta ihale, Ortadoğu’daki sırtlan payı uğruna onlarla iyi geçineceksiniz, böyle mi olacak toplumsal barış? Düne kadar, aynı topraklarda yaşadığınız insanları ‘işgalci güç’ olarak göreceksiniz, bugün, Kuzey Irak’ta ırktaşlarınıza siyasi iktidar sağladı diye, emperyalistlerin koltuğunda hazırlanan diyaloglara razı geleceksiniz, öyle mi olacak toplumsal barış? Türkiye’de yaşayan Türkler ve Kürtler bu rezil denklem içinde mi barışacak? Bu barışta savaştaki kadar bile haysiyet yok, ama samimiyetini, haysiyetini yitirmiş böyle bir birliktelikten kime ne hayır gelecek? Hangimiz ne adına bu barışın ucundan tutacağız? En temel insani duygu ve değerleri yitirmiş olarak birlikte yaşasak ne olur, yaşamasak ne olacak? Türkler ve Kürtler, bir zaman daha karşılıklı ve hastalıklı zaferler tadacaklar, sonuçta yine ve daha vahim duvarlara çarpacağız.
Sadece Türkiye, sadece Türkler ve Kürtler değil, tüm dünya, tüm halklar, müthiş bir darboğaz içinde. Bizim gibi ülkelere, topluluklara, halklara, reel politika diye yutturulan şeylerin hepsi, kısa vadeli kör dövüşleri. İçinde bulunduğumuz bölgenin maruz kaldığı emperyal saldırının tüm dünya ve insanlık için anlamını kavramadan, tüm insanlık ve farklı değerler adına ses çıkarmadan içine atılmaya çalıştığımız bir körkuyuda birbirimizin gözünü oymaktan başka şansımız yok. Bunu görmek bu kadar zor mu?
Radikal Gazetesi / 19 Eylül 2006