Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasına dair polemik giderek büyüyor. Ali Babacan, Merkez Bankası’nın taşınmasını duyururken, “bağımsız” Merkez Bankası’nın konudan “bihaber” başkanı Durmuş Yılmaz gelişmeleri medyadan öğreniyor. Ankara Ticaret ve Sanayi Odaları taşınma projesine hararetle karşı çıkarken İstanbul sermayesi ve finans çevreleri bankanın taşınmasını destekliyorlar. Taşınmayı savunanların tezleri kısaca şöyle: Finans kurumlarının merkezi İstanbul’da ve […]
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasına dair polemik giderek büyüyor.
Ali Babacan, Merkez Bankası’nın taşınmasını duyururken, “bağımsız” Merkez Bankası’nın konudan “bihaber” başkanı Durmuş Yılmaz gelişmeleri medyadan öğreniyor.
Ankara Ticaret ve Sanayi Odaları taşınma projesine hararetle karşı çıkarken İstanbul sermayesi ve finans çevreleri bankanın taşınmasını destekliyorlar.
Taşınmayı savunanların tezleri kısaca şöyle: Finans kurumlarının merkezi İstanbul’da ve birçok gelişmiş ülkede Merkez Bankaları başkentten değil o ülkenin finans merkezlerinden yönetiliyor. Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması da sadece bir yer değişikliği planı değil bu kenti uluslararası bir finans merkezi yapacak kapsamlı bir projenin parçası. Projenin finans kesimi için “müjdeli” kısımları ise Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi ile Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu kesintisini sıfırlamak. Beklenen, çokuluslu finans tekellerinin İstanbul’a akması. Yani bir kez daha “Yaşasın sıcak para”.
Efendiler, kuyruğunuza mı basıldı?
MB’nin İstanbul’a taşınmasına en ciddi itirazlar Ankara’nın sermaye çevrelerinden geldi. Merkez Bankası’nın taşınması ile Ankara’nın ekonomik dinamizmini yaratan “kamu” ağırlığının giderek azalacağı bir sürecin başlayacağından endişelenen bu çevreler “Yarın Başkenti de İstanbul’a taşırsınız” diye seslerini yükseltiyor, tartışmayı “Cumhuriyet’in rövanşını alma çabası” olarak formüle ediyorlar. “Ulusalcı” düsturlarla muhalefet eden bu çevrelerin bir diğer itirazı da MB’nin “bağımsız”lıktan uzaklaşıp finans piyasasının baskısı altına girecek olması. Oysa MB bağımsızlığı denen şey zaten “siyasetten bağımsız”lık, yani finans piyasalarına tam teslimiyet idi. “Siyasetten bağımsız” Merkez Bankaları 1990’lar ile beraber aynı anda, dünyanın dört bir yanında “fiyat istikrarı”nı temel amaç olarak belirlediler ve bu amaç doğrultusunda “paranın musluğunu kısmak” dışında hiçbir işe yaramayan kurumlara dönüştüler. Hiçbir “bağımsız” Merkez Bankası “istihdam hedeflemesi” veya “yatırım hedeflemesi” gibi politikaları gündemine almadı. “Bağımsız” Merkez Bankaları’ndan “sermaye hareketlerine denetleme getireceğim” diyeni duyan oldu mu?
Şimdi “bağımsızlık” adına MB Ankara’da kalsın diyorlar. Kimse kimseyi kandırmasın! MB bağımsız falan değil ve sermayenin “bağımsızlık” kavramı “özerklik, üst kurullar, yönetişim” gibi 2000’li yılların moda literatürünün parçası. Şu anda Türkiye ekonomisinin yüzde 65’lik sürecini üst kurullar belirliyor. Halk seçimlerde paşa paşa sandığa gitsin ve “çeşitli” ekonomi politikalarını açıklayan siyasetçilere oy versin. Oy verdikleri partiler ekonomik süreçlerin yüzde 35’ini yönetebiliyorlar, yarın etkileri daha da az olacak. Üst kurullar ve “bağımsız” Merkez Bankası -ister İstanbul’da ister Ankara’da- giderek ekonomik süreçlerin tamamına mali oligarşi adına el koyuyor. Bu kurumların yönetiminde söz sahibi olanlar ise Roma köle devletinde oy hakkı olan “gerçek vatandaşlarından” bile az sayıda.
Evet bu bir rövanş ama “laikliğe karşı şeriatçıların” değil; Avrupa işçi sınıfının kanlarıyla zafere ulaştırdığı genel oy hakkı mücadelesine karşı rövanştır. 1923’de kurulan Cumhuriyet ile Türkiye işçi sınıfı bu hakkın “silik” bir kopyasını “kavgasız dövüşsüz” elde etmişti ancak kavgasız dövüşsüz teslim etmeyecek.
Bu yazı aynı zamanda Halkın Sesi Gazetesi’nin 12. sayısında yayınlanmıştırwww.halkinsesigazetesi.net