Lübnan konusu bizim için kapandı, şimdi Papa’nın dediklerini ‘tartışıyoruz’. Üç gün sonra, benzer bir şekilde o da kapanır. Böyle olması doğal, çünkü dünyada olan biteni anlayabilmek için her şeyi iyi kötü bir bütünlük içinde görmek, aralarında ilişkiler kurmak, tutarlı akıl yürütmeler geliştirmek gerekiyor. Biz oralarda değiliz, bizim siyasi tartışmalarımız, balık hafızası, alık akıl yürütmesi çerçevesinde […]
Lübnan konusu bizim için kapandı, şimdi Papa’nın dediklerini
‘tartışıyoruz’. Üç gün sonra, benzer bir şekilde o da kapanır. Böyle olması doğal, çünkü dünyada olan biteni anlayabilmek için her şeyi iyi kötü bir bütünlük içinde görmek, aralarında ilişkiler kurmak, tutarlı akıl yürütmeler geliştirmek gerekiyor. Biz oralarda değiliz, bizim siyasi tartışmalarımız, balık hafızası, alık akıl yürütmesi çerçevesinde seyrediyor.
Alıklığın âlemi yok, bu bir din tartışması değil. Siyasettten bağımsız din tartışması sadece teoloji seminerlerinde, dost sohbetlerinde ve benzeri ortamlarda olur. O nedenle, ‘Dinimizi iyi anlatalım’, ‘İslam barış dinidir’ veya ‘Sizin dininiz bizimkinden iyi mi?’ saçmalığını bırakmakta fayda var. Ta 90’lı yıllarda gündeme gelen ‘medeniyetler çatışması’ bir değerlendirme, tez falan değildi, bir siyasi proje idi. Dolayısıyla, ona karşı çıkış gibi görünen ‘dinler arası diyalog’ girişimleri de, çoğunlukla iyi niyetli insanların dört elle sarıldığı bir çıkış olmasına rağmen, en hafif deyişle ‘sazanlık’tan başka bir şey değil. Söz konusu olan dinler arası veya medeniyetler arası çatışma değildi ki, çaresi, dinler arası diyalog, uzlaşma olsun.
Sovyetler’in çöküşünü izleyen dönemde, dünya, muazzam bir yeniden paylaşım, daha doğrusu yeniden talan mücadelesine sahne oldu. Bu mücadelenin, kitleler nezninde pazarlanması yeni bir ‘dost/düşman’ tanımı gerektiriyordu. Neydi Soğuk Savaş döneminin iktidar mücadelelerinin bahanesi, uluslararası müdahaleler, didişmeler neyle meşrulaştırılıyordu? ‘Komünizme karşı mücadele’, ‘totaliter ideolojilere karşı özgürlük savaşı’ olarak değil mi? ‘Dünyanın şu bölgesinin kaynaklarını biz sömürmek istiyoruz, Sovyetler’e bırakmak istemiyoruz, bizim nüfuz bölgemiz olsun istiyoruz’ diye yola çıkılabilir miydi? Bu, kamuoylarına nasıl anlatılırdı?
Anlatılamayacağı için, ‘Özgürlük savaşı’ dendi ve yola devam edildi. Şimdi aynı şey, medeniyetler üzerinden yapılmaya çalışılıyor. Afganistan’a müdahale, Irak işgali nasıl pazarlandı? Bin Ladin’i yakalamak, kitle imha silahları bahaneleri üç günde fos çıktı, ama ardından, ‘Zaten asıl önemli olan özgür dünyayı savunmak’ denmedi mi?
Bunların Papa’nın söyledikleriyle ne alakası mı var? Çok alakası var. Nereden çıktı sizce Bizans İmparatoru’nun İslam hakkındaki sözlerini alıntılamak? Sizce bu sıradan bir gaf, tesadüf olabilir mi? Olabilir diyorsanız, ben rahatınızı bozmayayım, size iyi uykular, tatlı rüyalar! Papa, ‘medeniyetler çatışması’ fikrini canlı tutacak bir çıkış yapmış değil mi? Bu fikri, tezi, projeyi canlı tutmanın amacı, her iki dünyayı, yani Batı ve Müslüman dünyayı karşılıklı olarak bu fikrin etrafında yoğunlaştırmak. İster çatışmacı, ister uzlaşmacı cephede yer alın, dünyada olanların başka bir şey değil de, medeniyetlerin savaşı olduğuna inandığınız sürece, bu perdenin arkasına gizlenen iktidar mücadeleleri kolayca yol alacaklar.
Dünyanın içinde bulunduğu hal ve özellikle Müslüman nüfuslu bölgelerde yaratılan kan gölü karşısında, insan vicdanını susturmak için gerekçe lazım. Üstelik, bu belli ki daha başlangıç, şimdi gündemde İran ve daha kimbilir neler var. İnsanlığı, işin içine inanç katıp bu rezalete razı etmek, bu mücadelenin bir parçası. Bakın, ne zaman Batı kamuoyunda savaş karşıtı, ABD politikaları aleyhinde bir yükselme olsa, dikkatler medeniyetler meselesine çekiliyor. Karikatür krizi de bunlardan biriydi.
Bush’un Irak’ta ve tüm dünyada ‘İslamo-faşistlerle’ mücadele ediyoruz demesiyle, Papa’nın söyledikleri arasında sizce anlamlı bir bağ yok mu? ABD politikaları ile Papa arasında hızlı bir bağ mı kuruyoruz? Bir kere, mesele tek başına ABD değil, ABD öncülüğündeki emperyal saldırı. Aralarındaki bazı ayrışmalara karşın, Batı’nın zengin ülkelerinin aynı cephede hizalaşması giderek daha belirginleşiyor. Soğuk Savaş döneminde, kapitalist dünya egemenliği için Papalığın ne role soyunduğunu bir kez daha hatırlayın, bugünkü tablo biraz daha netleşmiş olur. Bırakalım olaylara balık hafızası ile bakmayı, alık yerine konmayı.