İstanbul Üniversitesi Rektörü Mesut Parlak üniversitede terör estiriyor. Ateşli bir özelleştirme savunucusu olan Parlak, üniversitedeki özelleştirmelere karşı çıkan işçileri, öğrencileri, öğretim üyelerini doğduklarına pişman etmek istercesine saldırıyor. Solcu öğrencilere karşı da özel bir garez besleyen Parlak’ın son icraatı okullar tatildeyken, 11 öğrenci hakkında yüksek öğretimden uzaklaştırma cezası vermek oldu. Okuldan atılan Öğrenci Kolektifi üyesi öğrencilerden […]
İstanbul Üniversitesi Rektörü Mesut Parlak üniversitede terör estiriyor. Ateşli bir özelleştirme savunucusu olan Parlak, üniversitedeki özelleştirmelere karşı çıkan işçileri, öğrencileri, öğretim üyelerini doğduklarına pişman etmek istercesine saldırıyor. Solcu öğrencilere karşı da özel bir garez besleyen Parlak’ın son icraatı okullar tatildeyken, 11 öğrenci hakkında yüksek öğretimden uzaklaştırma cezası vermek oldu. Okuldan atılan Öğrenci Kolektifi üyesi öğrencilerden Serpil Ocak, Gizem Aytaş, Kemal Okur ve Hakan Demir’le soruşturmalar, Parlak ve öğrenci hareketi üzerine konuştuk.
“Elli öğrenciye 800’den fazla soruşturma. Kağıt parasına yazık…”
Bir gün okula gittiniz ve güvenlikler okuldan atıldığınızı söyleyerek okula girmenizi engellediler. Nasıl oldu bu anlatır mısınız?
Serpil: Okul açılmadı daha. Ama yaz döneminde soruşturmalar açıldı. Geçen sene de çok fazla soruşturma açılmıştı. O yaz döneminde de öyleydi, şimdi de öyle. Tabii bizim haberimiz olmadı soruşturmalardan. Yemekhanenin özelleştirilmesine karşı eylemlerden açılan soruşturmanın savunmasını vermeye gittiğimizde okuldan atıldığımızı öğrendik.
Gizem: Bu atılmalardan başka cezalar da var. Okul açıldığında, bizsiz açılacak ve bunlar devam ediyor olacak kısacası.
Ne gibi soruşturma ve cezalar var şimdi?
Gizem: Bizim atılma gerekçemiz farklı farklı. Beni atmalarının gerekçesi, “içeri afiş sokmak ve özel güvenlik görevlisine hakaret.” Bir arakadaşımızı da, İslamcıların saldırısı sonucu çıkan çatışma yüzünden atmışlar. Gerekçeyi şöyle yazmışlar: “Hukuk Fakütesi öğrencisi olmasına rağmen Edebiyat Fakültesi’nde bulunmasına tepki gösteren öğrencilerle kantinde çıkan kavgadan dolayı.” Atılmaların gerekçesi genellikle özel güvenlikle yaşanan sorunlardan dolayı; içeri afiş sokmak, okulumuza kimlik göstermeden girmek gibi. Geçtiğimiz yıl ikinci dönemde yaklaşık 50 öğrenciye 800’den fazla soruşturma açtılar. Kağıt parasına yazık. Soruşturma gerekçeleri de bir o kadar komik. Yemekhanenin özelleştirmesini protesto etmek için yapılan boykotta içeri ekmek ve ayran sokmak gibi şeyler. Yani aslında genel olarak rektörün özelleştirme saldırısına karşıysan soruşturmayı yiyeceksin demektir.
Sadece solcu öğrencilere mi açılıyor soruşturmalar?
Gizem: Genelde solcu öğrencilere. İstisnai bazı durumlar var. İki tane faşist öğrenciye soruşturma açıldı. Bunlardan birisi; Tanju Mert adındaki İktisat Fakültesi öğrencisinin arkadaşlarımızın üzerine silah sıkmasının ardından soruşturma açılmıştı. Bir dönem uzaklaştırma cezası aldı ama bir ay içinde tekrar okuldaydı, bir daha da soruşturma açılmadı. Bu zat öğrencilere saldırmayı sürdürdü. Bir diğeri de, Eğitim Fakültesi Öğrencisi Erdinç isimli bir ülkücü faşistin, Öğrenci Kültür Merkezi’ne saldırırken önüne çıkan sivil polislerden birini bıçakla yaralaması sonucu açıldı. O da bir dönem uzaklaştırma cezası aldı ama bir ay içinde okuluna döndü. Bunlar zaten ceza almalarına rağmen okulda elleri kollarını sallayarak dolaşıyorlar. Soruşturmanın onlara bir yaptırımı yok. Sadece silah sıkmak, polis yaralamak gibi işlerden soruşturma açılıyor.
Soruşturmalar, 2001 yılından beri üniversitelerin gündeminden düşmüyor. Beş-altı yıldır tırmanarak süren bir saldırı var. Soruşturmalar ve cezalarla sertleşerek devam eden bu saldırının asıl amacı ne? Neden size bu kadar sert saldırıyorlar, 11 kişi okulu mu yıkacaksınız yoksa?
Gizem: İki farklı şekilde değerlendirilebilir. Rektör Mesut Parlak’ın İstanbul Üniversitesi’ndeki özelleştirme saldırısından bahsedilebilir. Bir de İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bir genelge var, üniversitelilere yönelik. Üniversite’deki en ufak bir hak alma eylemini dahi terör eylemi olarak değerlendiriyor.
İçişleri Bakanlığı her sene bir genelge yayınlar. Bu seferki farklı mı?
Serpil: Evet, bu seferki farklı. Hatta onun öncesinde de, basında “üniversitelerde uyuşturucu madde” vs. konulu yazılar çıkmıştı. Hani, “Üniversiteler terör yuvasına dönüyor bir yandan. Bir yandan da uyuşturucu” vs. diye bir propaganda yapmaya başladılar. Tepeden bir şey. Üniversitelilere yönelik daha sıkı bir denetimin sinyali çok açıkça verilmişti zaten.
Hani sadece İstanbul Üniversitesi’ne özgü bir şey değil. İstanbul Üniversitesi’nde daha sıkı ama. Daha genel bir şey söz konusu. Daha önce rahat hareket edebildiğimiz birçok üniversite vardı; şimdi öyle bir üniversite yok.
Geçen yıl Mart’ta 14 kişi yine okuldan atıldığımızda, terör örgütlerinin elebaşları atıldı diye haber çıkarmışlardı.
Üniversite yönetimi, polis ve medya birlikte hareket ediyorlar yani…
Serpil: Polis ve yönetim zaten çok açık bir şekilde birlikte.
Siz bunu çok kanıksamış gibi söylüyorsunuz ama bir profesörün polisten akıl alması her ne olursa olsun garip değil mi?
Gizem: Öyle ama, bir gerçeklik var ortada. Mesut Parlak, profesör ama bilim adamlığı sıfatı ona bir beden fazla.
Hakan: Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir açıklaması var. Üniversitelerle Emniyet’in ortak çalışma yürütmesi gerektiğini söylüyor. Mesut Parlak’ın da Emniyet Müdürlüğü’yle arası bayağı iyi. Her okul açılışında Emniyet Müdürü’yle yan yana.
“Üniversite açılışlarına öğrencilerin girmesi artık yasak. Ama konuşmaya başlıyorlar, ‘Sevgili öğrenciler…’ diye”
Kemal: Üniversite açılışlarına öğrencilerin girmesi artık yasak.
Hakan: Ama konuşmaya başlıyorlar, “Sevgili öğrenciler…”
Gizem: Komik bir durum var burada.
Şimdi açılışlarda kim var kim yok?
Gizem: Öğrenciler yok. İşte basından bize anlattılar; konuşma yapılıyor içerde, “sevgili öğrenciler” diye başlıyorlar. “Sayın hocalar, Emniyet Genel Müdürüm, Valim, sevgili öğrenciler” falan diye. Ordudan biri oluyor, vali oluyor, sermaye temsilcileri oluyor; ama içerde öğrenci yok, alınmıyor.
Soruşturmalar yeni değil. Kemal Alemdaroğlu döneminden beri var. Ama Mesut Parlak döneminde soruşturmalar, özelleştirmeler ve diğer hak ihlalleri ile iç içe geçip yoğunlaştı.
Serpil: Yemekhane özelleştirmesi dışında bir de yaz okulunun paralılaştırılması vardı. Ekim ayında da kantinleri özelleştireceği söyleniyor. Mesut Parlak yaz okullarını paralılaştırdığında şunu gördü…
O süreci ayrıntısıyla baştan bir anlatır mısın?
Serpil: Yaz okullarını paralı hale getirdiklerinde, ilk tepki bizim dışımızda gelişti. Öğrenciler gelip soruyordu, “eylem yapmayacak mıyız” diye.
Gizem: Bir baktık, eylem yapıyoruz ama Hukuk Fakültesi’nden geçiyoruz, eylemci kuyruğu bitmiyor. 500’ü aşkın öğrenciyle eylem yapmıştık biz orada. Mesela deseydik ki “rektörlüğü işgal ediyoruz”, arkamızdan gelecek bir sürü insan vardı.
Adam bunu gördü ve bu uygulamayı devam ettiremedi. Bundan sonra ne yapacaktı? Doğallığında muhalefeti sindirmeye çalıştı.
Kemal: Burada şöyle bir etken de vardı. Hocalar da yaz aylarında eylem yapmıştı. Bazı öğretim üyeleri, Hukuk Fakültesi hocaları, “biz yaz okulu değil bütünleme istiyoruz” dediler. Sanırım bir ya da iki eylemle taleplerini rektörlüğe ilettiler. Bütün bunlardan sonra, bütünleme hakkı geri verildi.
Peki o hocalara dönük bir saldırı oldu mu?
Kemal: Hocalar konuşmuyor, daha doğrusu kısık sesle konuşuyorlar. Çünkü bastırılmışlar. Maaş kesintisi cezası uygulandığı yönünde bir söylenti var.
Serpil: Yaz okulu meselesinde ne oldu bilmiyorum ama; yemekhanenin özelleştirilmesine karşı yapılan eyleme katılan araştırma görevlilerine, akademisyenlere ceza verildi. Mesela üç yıl akademik yükselmeleri engellendi. Yükselememe, maaş kesintisi gibi cezalar verildi.
“Özelleştirmenin aleyhindeysen rektörün de aleyhindesin”
Peki bu yemekhanenin özelleştirilmesinde şaibelerden de bahsediliyor. Bu süreç nasıl işledi?
Hakan: Bunu da ilk başta dışardan duyduk biz, yemekhane işçilerinden daha doğrusu. 3 Mayıs’ta ihale olacaktı, iki ay öncesinden haberimiz oldu. Rektörlük yemekhane ihalesini açıktan duyurmadı. İhaleler normalde yayınla duyurulur, onu yayınlamadılar. İki şirket konuşuluyordu; Garanti Bankası grubundan ya da Albayraklar’dan…
Albayraklar, şu bilinen, Belediye’nin paravan şirketi olan mı?
Hakan: Evet o. İhaleyi bu ikisinden birinin alacağı konuşuluyordu. İhaleye 27 şirket girmesine rağmen, konuşulanlardan biri aldı; Albayraklar.
Gizem: Albayraklar’ın bir paravan şirketi aldı.
Kemal: Genelde bu tarz ihalelerde hep paravan şirketler kullanılır ya. Orada da aynı şey oldu.
Belgeli bir hukuksuzluk var mı?
Gizem: İhalede usulsüzlük var. Dava da açtık bu ihaleye karşı, sürüyor. Normalde “en avantajlı fiyat veren” diye bir ibare konulması gerekir. Bu ihalede o ibare duruyor ama oraya bir açıklık getirmeleri gerekiyor. Hukuki bir boşluk bırakmışlar. Avukatlar üç tane usulsüzlük tespit etmiş.
Hakan: Kamu yararına aykırı olması durumu da var. Asıl sorun o. İhalede belirtildiğine göre, şirket ne kadar yemek satarsa satsın, rektörlük belli bir rakam ödemek zorunda.
Kemal: Daha doğrusu şöyle. Diyelim ki, rektörlük “bana 10 bin kişilik yemek çıkar” dedi. Şirket 10 tane yemek verse bile 10 bin kişilik rakam ödeniyor.
Hakan: Rektörlüğün bir açıklaması var; işçilerden duyduk. “İşçilerden şu anda kar ediyoruz” demiş. İşçiler de diyor ki, “bizi görevlerimizden aldı, şu anda sadece maaş ödüyor. Nasıl kar ediyormuş anlamadık.”
Yemekhane özelleştirmesine karşı büyük bir eylem olmuştu. Onun arka planı neydi, tam olarak ne yaşandı?
Hakan: İhale duyulduğu zaman, ihaleden iki üç hafta önce bir günlük bir uyarı boykotu yapılmıştı. Yüzde 98 gibi bir katılım gerçekleşmişti. Sadece 50-60 kişi yemek yemişti o zaman. Sonrasında da bir haftalık bir boykot yapıldı. Bunda da katılım yüzde 80’lerin altına düşmedi. İstanbul Üniversitesi’nin bütün kampüslerinde, Çapa’dan Orman Fakültesi’ne kadar; Edebiyat’tan Hukuk’a, Cerrahpaşa’ya kadar hepsinde yüzde 80’in üzerinde katılımlarla gerçekleşti.
Bir de referandum yapıldı. Referandumdan da yüzde 93’lük bir oranla “özelleştirmeye hayır” çıktı. Üniversitenin bütün bileşenlerinin karşı olduğu bir özelleştirmeydi. Öğretim görevlileri de aynı şekilde karşıydı, işçiler de.
Bundan başka iki de eylem yapıldı. İlki işçi, öğretim üyesi ve öğrencilerden oluşan 300 kişinin katıldığı bir eylemdi. İkincisi de ihale günü yaptığımız eylem. İşçiler, öğrenciler ve yemekhane çalışanlarıyla beraber yaptık; 500 kişilik bir katılım oldu. Buna da İstanbul Üniversitesi’nin tüm fakültelerinden katılım oldu; Çapa’dan, Cerrahpaşa’dan, Orman Fakültesi’nden, Beyazıt Kampüsü’nden.
Aslında, ihalenin yapılmasını engellemek için yaptık bu eylemi. Ama sendikalar “sonra engelleyeceğiz” diyerek, geri durmayı tercih ettiler. Bu tutumlarından dolayı eylem tam olarak istediğimiz gibi olmadı.
Serpil: Öğrencilerin iradesini kıran bir tavır aldılar.
Hakan: Açıktan dediler ki, “önünüzde zincir oluruz.”
Serpil: Hatta sonrasında da, Mediko’nun önünden ana kapıya yürüdüğümüzde, kapıyı zorladığımızda; polisin saldırısından sonra orada bulunan öğrencileri suçlayıcı bir tavır sergilediler. Polis saldırıyor ama bu şu şekilde algılanıyor; sanki biz saldırtıyormuşuz gibi algılıyorlar.
Hakan: “Öğrenciler yine yapacağını yaptı, tantana çıkardı” diye değerlendirdiler.
Peki sonra engelleyeceğiz diyen sendikalar, “sonra” engellemek için ne yaptılar?
Hakan: Hiçbir şey. İşçilerin görev yerleri değiştirildi, eyleme katılan bazı işçilere soruşturma açıldı; ama sendikalar buna karşı da bir şey yapmadılar.
Öğrencilere ne oldu?
Kemal: Seksen beş kişiye soruşturma açıldı.
Yaz okulu eyleminden soruşturma açılmamış mıydı?
Serpil: Onda açmadılar. 500 öğrenci katılmıştı.
Kemal: Yemekhane soruşturmasının suçlaması da, “yemekhane özelleştirmesine karşı protestoya katıldığınız ve Rektör Mesut Parlak aleyhine slogan attığınız tespit edilmiştir. Bu yüzden de hakkınızda soruşturma açılmıştır” diye.
Hakan: Suçumuz rektör aleyhinde slogan atmak. Ne attığımız da belirtilmemiş ama.
Özelleştirmenin aleyhindeysen rektörün de aleyhindesin öyle mi?
Hakan: Rektöre karşı slogan atmışız. “İşçi düşmanı rektör”, “öğrenci düşmanı rektör” vs…
Bu eylemle ilgili soruşturmadan başka bir şey var mı?
Serpil: Onun öncesinde boykota katılanlara da soruşturma açıldı ve cezalar verildi. Aynı şekilde, birkaç işçi hakkında da soruşturma açıldı. Öğretim görevlilerine de, yemekhane eylemine katılmaktan soruşturma açıldı.
Peki bu süreçte herhangi bir geri adım attırabildiniz mi?
Gizem: Yaz okulunun paralılaştırmasında geri adım atmıştı ama yemekhane özelleştirmesinde dediğini yaptı.
Kemal: Zaten, yaz okulu eylemlerinden sonra bu soruşturmalar baskılar arttı. Ulusal Güvenlik adlı özel güvenlik şirketinin gelmesi, okul giriş çıkışlarına elektronik turnikelerin konması hep bundan sonra oldu.
Gizem: Çünkü, yaz okulu eylemlerinde gerçekten iyi bir karşı koyuş vardı. Parlak’ı aldığı bir karardan geri adım attıracak bir durum vardı ve bunu bir şekilde sindirmesi gerekiyordu. Soruşturmalar, özel güvenlik, polis… ciddi anlamda bir saldırı var.
Serpil: Adam bir denedi, “ben bu özelleştirmeleri yaptığımda bakalım bir şey oluyor mu” diye. Yaz okulunda bunu denemiş oldu ve gördü.
Hakan: Basında demeçleri çıktı, özelleştirmeyi savunan. “Özelleştirmeleri öğrenciler için yapıyorum” falan diye.
Özel güvenliklerin ve polisin bu süreçte çok sert biçimde saldırmasında kolluk gücü olmasının ötesinde bir maddi çıkar ilişkisi vs. de etkili mi?
Hakan: Böyle bir şey var diyebiliriz. Şirket çalışanlarının çoğu zaten eski polis, asker emeklileri. İdeolojik nedenler de var tabii. Nasıl bir mantıksa, bizi döverken “bu vatan için gerekirse ölürüz” gibi şeyler söylüyorlar.
“Zaten soruşturmanın amacı o adamı o işlerden uzak tutmak.”
Soruşturma saldırısının yaz okulu eylemlerinde de başı çeken öğrencilere yönelik olduğunu söylüyorsunuz. Peki “yaz okulu için eylem yapmayacak mısınız” diye size gelen öğrenciler soruşturmalardan sonra da geldi mi?
Serpil: Aslında üniversitenin geneline baktığımızda, soruşturmalarda, üniversitelileri taraf edemiyoruz açıkçası.
Size gelip eylem yapalım diyorlar ama… bu nasıl bir ilişki?
Hakan: Aslında orada soruşturmanın
mantığıyla alakalı bir durum var. Soruşturmayı sadece başı çeken, işi örgütleyen birkaç kişiye açıyorlar ama tek hedef bu birkaç kişi değil ki. Eyleme katılan diğerlerine de bir mesaj veriyorlar bu şekilde. Zaten soruşturmanın amacı o adamı o işlerden uzak tutmak. Dolayısıyla bu soruşturma açıldığında, özelleştirme karşıtı, piyasalaştırma karşıtı mücadelemize açılmış oluyor.
Peki bu amacında ne kadar etkili oluyor soruşturmalar?
Serpil: Bayağı bir etkili oluyor. Hatta şöyle diyelim, örgütlü öğrenciler bile etkilenebiliyor bu durumdan.
Soruşturma almadan yapılacak bir iş var mı mesela?
Serpil: Doğrusu, bu hiçbir şey yapmamak anlamına geliyor.
Kemal: “Karnını tutarak okuldan çıkmak” da soruşturma gerekçesi olabiliyor. Bir arkadaşımız hasta olmuştu. Acilen hastaneye kaldırılması gerekiyor. O karnını tutuyor, bir arkadaş da kolunda. Bu şekilde taksiye binip hastaneye gidiyorlar. Buna soruşturma açıldı.
Bir taraftan size yönelik soruşturma saldırısına karşı koymak durumundasınız ve bunun kitleselleşmeyen daraltıcı bir boyutu olduğunu söylüyorsunuz; bir taraftan da MP3 gibi geniş kitlelere hitap eden bir kampanya örgütlüyor, sadece bir fakültede 500 kişinin katıldığı eylemler örgütlüyorsunuz. Biri kitleselleştiren biri de daraltıcı iki gündemi birlikte nasıl yürütmeyi düşünüyorsunuz. Ya da başka bir şey mi yapacaksınız?
Hakan: Aslında tam da o kitlesel tabanı yok etmek için bize soruşturmalar açıyorlar; polisleri, faşistleri üzerimize salıyorlar. Bunlar hep bizim müşterileştirmeye, piyasalaştırmaya karşı yürüttüğümüz mücadeleye karşı aslında. Bizim bu saldırıların daraltıcı etkisini aşabilmek için yaptığımız o kitlesel mücadeleleri tırmandırmamız lazım.
Serpil: Okula giremiyorsak kapı önlerinde, mahallelerde, sokaklarda…
Hakan: Sürekli bir irade koyarak devam etmemiz lazım.
Peki sizin dışınızdakilere de iş düşmüyor mu?
Hakan: Bir kesim çarpık bir siyasi anlayışın ürünü olarak zaten bizi yalnız bırakıyor.
Gizem: Bu saldırılar elbette sadece bize dönük değil. Toplumsal muhalefetin diğer kesimlerinin de yanımızda olması gerekiyor. Bu saldırılara karşı hep beraber tavır almamız gerekiyor. Parasız eğitim talebini, sonuçta sadece üniversitelerle sınırlamayıp, sokak sokak, mahalle mahalle yaymamızdaki amaç da bu. Mücadele ortak; saldırılara karşı da bir dayanışma olmalı.
Paralı eğitime karşı mücadeleyi ülke geneline yaymak için MP3 diye bir kampanya yürütüyorsunuz. Bu kampanya ne aşamada. Bu saldırılara karşı bahsettiğiniz türden ortak bir yanıt üretebilme yönünde bir ilerleme sağlayabildi mi?
Serpil: Kampanya tüm Türkiye’de duyuldu bir kere. Her yerde biliniyor ki, üniversite öğrencileri paralı eğitime karşı mücadele ediyor, imza topluyorlar. İmza kampanyası, mücadelemizi duyurmada önemli bir araçtı. Bu amacına da ulaştı. Sadece bir ayda Türkiye çapında 80 bin imza toplandı.
Şimdi bu soruşturmalar konusunda da, çok kolay bir şey olmayacak ama, sadece yönetimle atılan öğrenciler arasındaki bir sorun olmaktan çıkarıp tüm üniversiteyi taraf etmemiz gerekiyor. Parasız eğitim istediğimiz için soruşturulduğumuzu anlatabilirsek bir şey başarmış olacağız. Mevcut haliyle sadece biz ve yönetim arasındaki bir sorun gibi görülüyor. Ama yine de kampanya sayesinde önemli bir temas zemini sağladığımızı da eklemek gerek.
Son olarak, Mesut Parlak’ı ne durdurur, kim durduracak bu adamı?
Hakan: Hukuki mücadeleden gerçek bir sonuç alamıyoruz. Dava sürüyor kazanıyoruz ama adam yine atıyor. Hukuk da etkili değil açıkçası. Durdurursak biz durdururuz, bizim mücadelemiz durdurur, başka da bir yolu yok.
15 Eylül 2006
Sendika.Org