Yaklaşık 15-16 yıl önce Berlin Duvarı yıkılıp, Doğu Bloku dağılınca kapitalist sistemin temsilcileri, 70 yıl süren ideolojik savaştan kapitalizmin zaferle çıktığını ve tarihin sonunun geldiğini ilan ettiler. Onlara göre artık, tüm dünya kapitalist sistemin kurallarıyla işleyecekti. Yani, 19. yüzyılın ortalarından bu yana kapitalizme tehdit oluşturan işçi sınıfının artık hiçbir etkisi kalmamış, sermaye sınıfı toplumsal yapının […]
Yaklaşık 15-16 yıl önce Berlin Duvarı yıkılıp, Doğu Bloku dağılınca kapitalist sistemin temsilcileri, 70 yıl süren ideolojik savaştan kapitalizmin zaferle çıktığını ve tarihin sonunun geldiğini ilan ettiler. Onlara göre artık, tüm dünya kapitalist sistemin kurallarıyla işleyecekti. Yani, 19. yüzyılın ortalarından bu yana kapitalizme tehdit oluşturan işçi sınıfının artık hiçbir etkisi kalmamış, sermaye sınıfı toplumsal yapının yeniden oluşumunda egemenliği tek başına ele geçirmişti.
Gerçekten de kapitalizmin ideolojik zaferinin ilanından bu yana geçen sürede sermaye sınıfı, gerek işyerlerinde gerekse toplumun diğer alanlarında söz sahibi tek güç haline geldi. Artık, günde kaç saat çalışılacağı, ücretin ne kadar olacağı ya da topluma eğitimin, sağlığın hangi koşullarda, ne kadar bir bedel karşılığında verileceğine piyasa güçleri yani, sermayedarlar tek başlarına karar verir hale geldiler.
Bu zaferin ilanı sonrasında sistem, birçok kez (dünyanın farklı bölgelerinde) krize girdi. Ayrıca, bu sürede ülkeler ve toplum kesimleri arasında gelir adaletsizliği, işsizlik, yoksulluk daha da arttı. Yeterli temiz suya, gıdaya ulaşamayan ve bu nedenle ölen insanların sayısı çoğaldı. Artık savaşlar, daha fazla insanın ölmesine ya da yaşamının kararmasına neden oluyor.
Sermaye sınıfının bu tek taraflı zafer ilanına karşı, işçi sınıfını temsil eden yapılar büyük ölçüde yenilgiyi kabullendiler. Tek çıkış yolunu (kendi paçalarını kurtarma anlamında) sermayenin geliştirdiği “sosyal diyalog” gibi kavramları sahiplenmede ve onun bir parçası haline gelmede buldular. Bu tavır, bir taraftan emekçi kesimleri umutsuzluğa iterken, diğer taraftan sermayenin zafer çığlıklarının daha da gür çıkmasını ve başta emekçiler olmak üzere tüm insanlığa yönelik mezalimi daha da artırmalarını sağladı.
Tek güç haline gelen kapitalist ideolojinin bu şiddet ve derin sömürüsü karşısında tepki gösterenler, buna isyan eden ve mücadeleye girişenler de oldu elbette. Ortadoğu’da, Latin Amerika’da ya da çeşitli adlar altında kendini ifade eden antikapitalist örgütlenmelerde bu mücadeleye tanık oluyoruz. Ancak, tüm bu mücadeleler sermaye sınıfının tek taraflı hegemonyasını ortadan kaldıracak ideolojik temelden uzak kalmaktadır. Zira, sermaye sınıfının ideolojisine karşı mücadele ancak, bir başka sınıfın ideolojisi ile gerçekleşebilir. Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde hiç kuşkusuz bu sınıf, işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının ideolojisi ise onun tarihe yön verme gücünü ortaya koyan Marksizm ile temellenir.
Ne ilginçtir ki, işçi sınıfının temsilciliğini yapan örgütler ve bu örgütlerin başındakiler, büyük bir özenle Marksizmden uzak durmayı en temel politikaları haline getirmişlerdir. Sermaye ile ya da (AB gibi) kapitalist sistemin en temel kurumlarıyla işbirliği içerisinde eğitim çalışmaları yapan, dergiler çıkartan ve projeler yürüten bu örgütler, ne eğitimlerinde ne de diğer çalışmalarında Marksizmden ve işçi sınıfı ideolojisinden bir tek kelime ile dahi olsa söz etmezler.
Bu genel durumun bir istisnası geçtiğimiz cumartesi günü yaşandı.
Birleşik Metal-İş Sendikası, Rosa Lüksemburg Vakfı ile birlikte “Günümüz Üretim İlişkilerinin Eleştirel Marksist Perspektiften Değerlendirilmesi” konulu bir panelin gerçekleşmesine katkıda bulundu. Türkiye’den ve Almanya’dan beş akademisyenin katılımıyla gerçekleşen panelde, Marks’ın 150 yıl önce kapitalist üretim ilişkilerine dair ortaya koymuş olduğu analizlerin bugünün üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkilerini de ne denli isabetli bir biçimde açıkladığı örneklerle ortaya konuldu. Ve yine, bu analizler etrafında gerçekleştirilecek bir değerlendirme ile işçi sınıfının tarihe yön verme gücünü tekrar elde edebileceği vurgulandı(*).
Sözün özü: Kapitalizmin ve sermaye sınıfı ideolojisinin tek ve alternatifsiz olduğu tezinin bir kez daha çürütüldüğü bir toplantının emekçi kesimler adına her şeyin bittiği safsatasının yayıldığı bir dönemde gerçekleşmiş olması son derece önemlidir. Ama belki ondan daha da önemli olan, bir sendikanın Marksist ideolojiden kaçmak yerine Marksizmin konuşulduğu bir toplantının gerçekleşmesine katkıda bulunmasıdır. Umarız, Birleşik Metal-İş Sendikası, son üç yılda sendikal harekette gösterdiği mücadele gibi işçi sınıfı ideolojisinin yani, Marksizmin sahiplenilmesi konusunda da diğer sendikalara örnek olur.
(*) Bu panele 25 Eylül 2006 tarihli Evrensel gazetesinde, Bülent Falakaoğlu ve Muzaffer Özkurt’un kaleminden ayrıntılı biçimde yer verilmiştir.