Bugün, 11 Eylül’ü değil, onun da bir semptom olarak ait olduğu bir sürece, ”küreselleşmenin sonuna” ilişkin son gelişmeleri tartışacağım. Çünkü, bu alanda tartışmalar yine yoğunlaştı. Kimi analistler de, ABD’de başlayacak bir resesyon, Çin ekonomisindeki sorunlarla birleşirse küresel bir depresyon kaçınılmaz diyorlar. Belli ki, bir küreselleşme dönemi daha sona ererken bunun tarihsel anlamda klasik belirtileri de […]
Bugün, 11 Eylül’ü değil, onun da bir semptom olarak ait olduğu bir sürece, ”küreselleşmenin sonuna” ilişkin son gelişmeleri tartışacağım. Çünkü, bu alanda tartışmalar yine yoğunlaştı. Kimi analistler de, ABD’de başlayacak bir resesyon, Çin ekonomisindeki sorunlarla birleşirse küresel bir depresyon kaçınılmaz diyorlar.
Belli ki, bir küreselleşme dönemi daha sona ererken bunun tarihsel anlamda klasik belirtileri de (sınıf çelişkilerinin derinleşmesi, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan ekonomik tahribatın katlanılamaz hale gelmesi, küresel depresyon olasılığı) giderek artıyor.
Küreselleşmeyi kurtarma çabaları
1990’ların başında küreselleşmenin engellenemez olduğunu savunanlar, bir süredir ağız değiştirmiş, bu kez küreselleşmenin çöküşünü engellemenin yollarını araştırmaya başlamışlardı. Financial Times ‘ın ekonomik editörü Martin Wolf ve eski IMF Başekonomisti Nobel ödüllü Stiglitz bu çabaların en ünlü temsilcileri.
Wolf, özellikle, FED Başkanı Bernake ‘ye atıfla, küreselleşmenin kimi işçileri yoksullaştırdığını, kimi firmalara zarar verdiğini, bu yüzden tepki çektiğini, küresel entegrasyonun yararlarının daha yaygın bir biçimde paylaşılması gerektiğini savunuyor ( Financial Times , 06/09). Stiglitz de, The Guardian ‘a ve Financial Times ‘a verdiği yorumlarında, küreselleşmenin vaatlerini yerine getiremediğini, adaletsiz küresel ticaretin (neo-liberal model – E.Y.), istikrarsız mali sistemin (sermaye hesaplarındaki serbestleşme – E.Y.) ve sermayenin artık merkezden çevreye değil çevreden merkeze gitmeye başlamasının (çevrede talan ve yıkım – E.Y.) çoğunluğun kaybettiği, ufak bir azınlığın kazandığı bir süreç yarattığını, zengin ülkelerde bile yoksulların arttığını vurguluyordu. Her iki yazarın da bu adeta artık banalleşmiş saptamalardan sonra üstü kapalı, korka korka, piyasa mekanizmasına, küreselleşmeye bir tür siyasi müdahale önermeye çabalamalarıysa ayrıca ibret vericiydi.
Küreselleşmenin gerçeğini, en büyük yatırım bankalarından Morgan Stanley ‘in başekonomisti Stephen Roach , ”Küresel büyüme paradoksu” başlıklı yorumunda açıkladı: ”Bu küreselleşme kesin olarak tüketimi azaltıcı ( yoksullaştırıcı – E.Y.) bir özelliğe sahiptir.” ”…en zengin ülkelerde bile işçiler, son 35 yılın güçlü ekonomik büyüme döneminde dışarıdan içeriyi seyreder durumdaydılar.” ( Global Economic Forum 07/09) Roach’a göre, ”küreselleşme asimetrik olmaya, tüketiciden (emekçiler ve orta sınıflar – E.Y.) daha çok üreticiye (sermaye – E.Y.) destek ve olanak sağlamaya devam edecek” .
‘Mae culpa’
IMF Araştırma Bölümü’nün başkanı Raguran Rajaran ‘ın, adeta, dün size küreselleşmeyi satarken söylediklerimizin hepsi yanlıştı anlamına gelen konuşması da ibret verici: Adam, milyonlarca insanın yaşamı alt üst olduktan sonra, ”aslında” diye ahkâm kesiyor.
Rajaran diyor ki (dikkat: sinirden tırnaklarınızı yiyebilirsiniz!): Sanayileşmemiş ülkelerde, ekonomik büyüme söz konusu olunca, yabancı sermaye olumsuz etki yapıyor; yerli parayı da aşırı değerli hale getiriyor. Yerel yatırımlar ve tasarruflar esas! Daha çok tasarruf eden, daha çok yatırım yapan, kendi imalat sanayiine, bunu koruyan bir döviz rejimine sahip olan ülkeler en hızlı büyüyen ülkeler. Sermaye hesaplarındaki serbestleşme yoksul ülkelere uzun dönemde zarar veriyor. Kısacası büyüme için esas olan, ulusal ekonomi, iç dinamikler, yerli tasarruflarmış. Yani küreselleşme, dünya piyasaları vb.. değil!
Hayret bir şey, sanki ülkeleri yangın yerine çeviren IMF programları değil. Bunlar bizzat küreselleşmenin gereği değil miydi? Beyefendi, o zaman neredeydiniz? Şimdi IMF sizi konuşturarak, üstü kapalı da olsa günah çıkarıyor; yeni bir döneme geçtiğini haber veriyor. İyi de, siz, daha biz paçayı kaptırmadan bizi uyaramaz mıydınız?
Batı’dan resesyon – Doğu’dan depresyon
Bu yavan, gecikmiş, yetersiz tartışmalar, sözde uyarılar, aslında bir dönemin bittiğini gösteriyor. Bu ”bitiş” ise 11 Eylül ile başlayan süreç bir yana, büyük ve uzun süreli bir ekonomik bunalımla çakışacak (tarihte hep böyle oldu) gibi…
”Sağır sultan duydu” , IMF uyardı ”dünya ekonomisinde ciddi bir yavaşlama geliyor” ( Financial Times , 06/09). Roach, ”Mali piyasalar, büyüme tartışmasını, standart bir risk değerlendirme olarak oynuyorlar. Bence, halen yaşanmakta olan bu düzeltmede standart hiçbir şey yok. Dengesiz küresel ekonomi asimetrik küreselleşmenin ürünü” diyor. Gerçekten de ekonomik büyümenin, paralel olarak oluşan küresel dengesizliklerin temelinde, dünya ekonomisini peşinden sürükleyen ABD tüketici talebi var. Borsalarda köpük sönmeye başlayınca, başta FED olmak üzere merkez bankaları, depresyonu, ancak tüketici talebini büyük bir mali genişlemeyle (kredi köpüğüyle) destekleyerek engelleyebildiler. Şimdi, enflasyonist baskılar artarken, başta ABD olmak üzere merkez bankalarının yeniden bir mali genişlemeye gitme şansları yok. Kısacası deniz bitti!..
Dahası, ABD ekonomisi üzerine dikkatli analizler, son yıllarda tüketimi destekleyen ev piyasasındaki hızlı gerilemeye, hatta bir çöküş olasılığına işaret ediyorlar. Örneğin, halen boş duran ev sayısı talebin iki katına ulaşmış durumda (Jas Jain, Financial Sense , 06/09). Ev piyasasında aşırı kapasite tasfiye sürecine girerken, Roach’ın işaret ettiği gibi ABD’de tüketicinin talebi de, ”düşük ücret düzeylerinde seyir eden, aşırı borç yüküyle ezilen işçi gelirleri temel zemine geri dönecek” . Jas Jain ‘in sergilediği veriler kredi piyasasının zirve yaptığını, hatta daralmaya başladığını gösteriyor (04/09). Ekonomik durgunlukta ücretlerin artması söz konusu değil, ev piyasasındaki ”düzeltmenin” yıllar alması kaçınılmaz, kredi piyasasındaki gerilemenin de. Öncü göstergeler, otomotiv teknoloji sektörlerindeki kapasite fazlasını, işçi çıkartmaları da göz önüne alınınca salt bir durgunluğun değil, borsayı da vuracak olan bir resesyonun gelmekte olduğuna, işaret ediyorlar ( Bob Branson, Branson Capital Market Research , 05/09).
Bu noktada 1929’u anımsamayabiliriz. 1929’da ABD ekonomisi durgunluğa girince, ABD’ye aşırı borçlu Avrupa ülkelerine giden kredi kurumuş, küresel bir depresyon oluşmuştu. Günümüzde de 1929’u anımsatan bir durum var. ABD, Çin ve Asya ülkelerine borçlu. Çin’de yüksek enerji ve emtia fiyatları, GSMH’nin yüzde 53’ünü oluşturan imalat sanayiinde kârlılığı aşındırmaya, ihracat fiyatlarını arttırmaya, ihracat beklentisiyle gerçekleşen hızlı yatırımlardan dolayı da kapasite fazlası oluşmaya başladı. Mali piyasaları zayıf olan Çin’de borçlanma özellikle karaborsadan yüksek faizle borçlanma hızla artıyormuş; tehlikeli bir kredi köpüğünün varlığından şüpheleniliyor. Resmi yayın organı People’s Daily de ”aşırı enerji tüketiminden, sabit sermaye yatımlarındaki aşırı büyümeden, krediye yapılan aşırı yatırımdan” yakınıyor (08/09).
ABD’deki yavaşlamanın etkileri de, bu sorunlarla birleşince, Çin’de bir resesyon olasılığı artıyor. Bu koşullarda, Çin’de ve bölgede, eğer likidite gereksiniminin basıncıyla ABD kâğıtları satılmaya başlanırsa, Batı’dan resesyon olarak başlayan sürecin Doğu’dan depresyona dönüşerek dünya ekonomisinde küreselleşmesi kaçınılmaz görünüyor.