Hükümetin adeta “reform” olarak gösterdiği Sosyal Güvenlik ve yeni İş Kanunu bir çok platformda tartışılmış, ve var olan sosyal refahı daha da kötüleştireceği, istihdam yapılarını daha kırılgan hale getirileceği yönünde eleştirilere hedef olmuştu. Fakat, bu yapılanların ne için yapıldığı üzerine pek fazla kafa yorulmamıştı. AKP hükümetinin önündeki klavuz ne idi? Yapısal uyum altında, ülke ekonomisini […]
Hükümetin adeta “reform” olarak gösterdiği Sosyal Güvenlik ve yeni İş Kanunu bir çok platformda tartışılmış, ve var olan sosyal refahı daha da kötüleştireceği, istihdam yapılarını daha kırılgan hale getirileceği yönünde eleştirilere hedef olmuştu. Fakat, bu yapılanların ne için yapıldığı üzerine pek fazla kafa yorulmamıştı.
AKP hükümetinin önündeki klavuz ne idi? Yapısal uyum altında, ülke ekonomisini gittikçe kırılgan hale getiren AKP hükümetinin akıl danelerine göre hükümet neyi yapmalı idi ve bunu niçin yapmalı idi?
Bilindiği gibi, ülke ekonomimizi IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası sermaye temsilcilerinin kuruluşları daha fazla düşünmekte, ve bizler için en iyi neyin olacağı bu gruplar tarafından daha çok tartışılmaktadır. Bu tartışmaların sonuçları ise bizlere bilirkişi tavsiyesi olarak tavsiye edilmektedir. Ama Ne Tavsiye! Yaptınız yaptınız…yoksa yaptırımların kurbanı oluverirsiniz.
Bu kurumları eleştirmek ise tamamı ile bu günkü konjöktürde, cahilliğe ve eski kafalılığa denk gelmektedir. Zira, doğrunun mihenk taşı bu günkü kurumların egemen olduğu bilgi üretim sistemidir. Ama bu eski kafalılığın etkisiz konumuna rağmen geleceğe dönük her sentezi doğru çıkmaktadır.
IMF ve DB kalkınma yolunda az gelişmişler diye yeni programlar ve modeller ileri sürerken, eski kafalılar, bu söylemin bir aldatmaca olduğunu az gelişmişlerin çok gelişmişleri bu şekilde yakalamasının mümkün olmadığını ve nihayetinde az gelişmişliğin kader haline geleceğini söyledi durdu. Sonunda öyle de oldu.
Akabinden aynı terane Post Fordizm, Post-Modernizm gibi söylemlerde vücut buldu.
Bu yazının sonuç kısmı da bir eski kafalılık örneği. Yeni kafalıların ülke yönetiminde, “reformdan reforma” koşmasının ardından aklım bu reforma takıldı.
Ülke ekonomisini açmaza sürükleyen AKP hükümeti, yaptıklarını nasıl oluyor da reform diyor? diye kendime sordum. Bulduklarımdan bir tanesini sizler ile paylaşmayı istedim.
Bizde yapılan son Sosyal Güvenlik Tasarısı ve İş Kanunu’nun bütün olumsuzluklara rağmen hükümetçe hazırlanıp, ısrarla hükümet tarafından masaya getirilip kabulünden sonra, ülke insanına bu kadar zarar verecek adımların “reform” olarak kabul edilmesi ve lanse edilmesi şaşırtıcı. Reform kavramı sözlük karşılığında “ıslah etmek, iyileştirmek, düzeltmek”anlamına gelmektedir. Yani önkoşulu, dillendirilmese de reformları yapanın kendisi için olumlu olmasıdır. Ama AKP hükümetinin reform olarak edebiyatlaştırdığı eylemleri, daha çok Re-Form’dan ibaretttir. Yani “yeniden kurmak, yeniden sıraya dizmek, ya da yeni bir biçime sokmak” anlamına denk gelen eylemden ibartettir. Bunun birincisindeki gibi bir önkabulü söz konusu değildir. Yani bu eylemler, herhangi biri için yapılabilir. Burada bana göre vurgu, bu işi yapanın aracılığıdır.
Bu programların, ülkeyi yöneten bir hükümet gözüyle Re-form olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Zira kendilerine oy veren veya inananlar da bu ülkede yaşamaktadırlar. Ancak, ülkeyi uluslararası sermaye gruplarının emanetçisi olarak kontrol eden sözde Uluslararası Kuruluşlara gore bu hamleler reform olarak kabul edilebilir. Nitekim doğrudur da, kendine yeten bir ekonomiyi zayıflatarak çalışanı güçsüzleştirerek, ekonomiyi, sağlığı ve eğitimi metalaştırarak, hissedarlarına Pazar yaratmışlardır. Yani kendileri için uygun olmayan ekonomiyi islah etmişlerdir.
Kendilerine uygun hale getirmişlerdir. Bunun adı reformdur. Bir başka coğrafyada, devleti zayıflatarak, ekonomik kontrol ve denetleme aracı olarak el çektirmek büyük bir refomdur. Bir ülkenin başbakanına, tüccar gibi satarım dedirtmek, ya da maliye bakanına “babalar gibi satarım”dedirtebilmek reformdur.
Ama üzücü olan kendi hükümetimizin bunlara reform demesi, ve hükümetin başındaki siyasi partinin hemen hemen tüm üylerinin buna inanmış olmasıdır. Yani IMF ve Dünya Bankası, bir rapor şeklinde isteklerini sunmuş, hükümetde bu istekleri yerine getirmiştir. Bir başka deyişle, bu gruplar, reform paketi hazırlayarak Türkiye ekonomisini re-form etmesi için hükümete yönetim hakkı tanımışlardır. Reformun adı, “istenileni yapmaktan” ibarettir.
İŞ KANUNU REFORMU
Uluslararası ekonominin idaresi ile doğrudan ilintili kuruluşlara göre “Yüksek kıdem tazminatları gibi düzenlemeler” işçilerin patronlar tarafından işten çıkarılmasını güçleştirmekteydi. Bu işten çıkarılmaları maliyetli bir hale getiren düzenlemeler, işi korumaya dönük yapıldıgı gerekçesi ile hedef gösterilmektedir. Bu raporlara göre “bu düzenlemeler işi koruma anlamında başarılı olsa da, gelecekte ekonomik koşullardan kaygı duyan işverenler, ekonomik koşulların elverişsiz olduğu zamanlarda işten çıkarmanın çok maliyetli olması halinde yeni işçi alma konusunda çekingen davranabilir.”
Dolayısı ile hükümet, kaçınılmaz olarak (kimin için kaçınılmaz bu bilinmez) bu doğrultuda, daha fazla istihdam dostu işgücü piyasası düzenlemeleri için yapılabilecek reformlara odaklanmalıdır.
Istihdam dostu reformlar, sermayeye istediği zaman gerekçesiz olarak işgücünü çıkarabilme hakkını vermelidir ki istihdamın önü açılsın. Ömür boyu istihdam ortadan kalksın. Yani maliyetsiz bir
şekilde “biri gider biri gelir” mekanizmasının yaratılması istihdami artırıcı olarak lanse edilmektedir.
Hükümet “Yüksek kıdem tazminatı gereklerini düşürerek belki de en acil olan işgücü piyasası reformu”nu çıkarmalıdır. Yapılanların reform olarak lanse edilmei, tamamı ile uluslararası yapısal uyum hamlesinin mimarlarından kaynaklanmaktadır. Onlar için doğru olan kavram reformdur. Yani kendi çıkarına uygun bir Türkiye ekonomi yaratmak, bizleri islah etmek, iyileştirmek.