Sonbahar beklendiği üzere hızlı açıldı. T. Erdoğan’ın incileri de birer birer dökülmeye başladı. Ama bir tanesi, kendi emellerini ve genel gidişin anlamını sergilemesi açısından kritikti: “Finale yaklaşırken…” Bu laf, önümüzdeki dönem ve sonrasındaki değişimin derinliğini sergilemesi açısından son derece vecizdir. Lübnan’a asker gönderme tezkeresinin Meclis’ten pürüzsüz geçmesi T. Erdoğan’ın iç ve dış siyasette elini güçlendirdi. […]
Sonbahar beklendiği üzere hızlı açıldı. T. Erdoğan’ın incileri de birer birer dökülmeye başladı. Ama bir tanesi, kendi emellerini ve genel gidişin anlamını sergilemesi açısından kritikti: “Finale yaklaşırken…” Bu laf, önümüzdeki dönem ve sonrasındaki değişimin derinliğini sergilemesi açısından son derece vecizdir.
Lübnan’a asker gönderme tezkeresinin Meclis’ten pürüzsüz geçmesi T. Erdoğan’ın iç ve dış siyasette elini güçlendirdi. ABD Başkanı Bush ile çektireceği fotoğrafta, bacak bacak üstüne atma hareketini daha bir afili yapabilecektir artık. Üstelik Bush’a “Orduyla iyi geçiniyorum, medyayı da arkama aldım, bana gönülden/cepten bağlı 350 milletvekilim de var.
İşlerinizde benimle birlik yapın. Benden daha iyi işbirlikçi bulamazsınız. Bunun için bana birazcık destek olmanız yeterli” diyebilecektir. Ancak dengelerin her an değişebilme olasılığının çok yüksek olduğu Ortadoğu’da T. Erdoğan’ın atıldığı macera Türk ve Kürt halklarının geleceğini tehdit etmekte. Erdoğan, bu macerada ABD’ye güvendiği kadar Ortadoğu’daki İslamcı grupların AKP iktidarını tehlikeye atacak girişimler yapmayacağını da hesap ediyor. Burada bir hesap hatasının olduğu açık. Gerek ABD gerekse de İslamcı gruplar Erdoğan’ı geçici bir figür olarak görüyorlar. Kendini kalıcı zanneden sadece Erdoğan. Günü geldiğinde -ki o gün çok da uzak olmayabilir- onu da süpürmekten çekinmeyecekler.
Öte yandan Lübnan ve Afganistan’da girilecek yeni durum Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’a istediğinden çok daha elverişli bir atmosfer hazırlıyor. Güneydoğu’ya yığdığı 250 bin asker ve Kürt sorununun çözüm(süzlüğ)ü noktasında aldığı inisiyatif Lübnan misyonuyla daha da güçlendi. Üstelik Lübnan’da oluşacak bir olumsuzluğun maliyeti ona değil, Erdoğan’a çıkarılacak. Ancak Türkiye’nin önündeki bir yıl dikkate alındığında (Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim) tüm bu girişimlerin asıl nedeninin ve doğal olarak sonucunun ülke içi iktidar mücadelesi olduğu görülecektir. Dolayısıyla Büyükanıt önderliğindeki Ordu, bu dönemde bir kısmı açıkça görülebilen biçimde, iç siyasete çok daha doğrudan müdahil olacaktır.
Büyükanıt ve Başbuğ’un Ordu adına aldığı inisiyatif şimdilik (!) Kürt sorunu ile yetinip, güçlü bir meşruiyet oluşturmayı hedeflemekte. İrtica ve AKP ile mücadele yine şimdilik (!) bir kısım medyaya ihale edilmiş gözüküyor. Öyle ki Erdoğan’ın “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” şeklindeki pervasız gafına bile şöyle bir ucundan değinip geçtiler.
Kuşkusuz Kürt sorunu, Türkiye egemenleri açısından daha uzun bir süre gündemlerinin ilk sırasını işgal edecek. Amerika ile Ortadoğu üzerinden geliştirilecek işbirliğinden beklenilen, PKK’ye karşı imha operasyonları ve Kürt halkının siyasal temsiliyetinin engellenmesidir. Devletin, ABD ile “koordinatörlük” ilişkisi içerisine girmesi bile tek başına göstermektedir ki, Kürt sorununun muhatabı Amerika’dır. Ve icazet de ondan beklenmektedir. Genel seçimler düşünüldüğünde, T. Erdoğan’ın Kürt sorununa bakışında tekrar “şahin” kesilmesi anlaşılacaktır. “Kürtlerin hiçbir sorunu yok, tüm haklara sahipler” türü laflar eden Başbakan, milliyetçilik ve gericilikle azdırılan bir seçmen kitlesine oynamaktadır. Üstelik %10’luk bir seçim barajı da AKP’yi bölgede birinci parti yapmaktadır. AKP’den bu dönem yeni bir açılım beklemek neredeyse imkansızdır. Gerekçeleri farklı da olsa orduyla sağlam bir mutabakat dönemindeler.
AKP’nin ordu ile ABD aracılığıyla sağladığı mutabakatın bir başka uzantısı da Kıbrıs’ta ortaya çıktı. Kıbrıs’ın ABD açısından, tüm doğu Akdeniz’e ama özellikle de Ortadoğu’ya uzanan dev bir uçak gemisi işlevi gördüğü son Lübnan işgali sırasında bir kez daha belirginleşti. Kıbrıs’ta Denktaş’ın oğlunun hükümetten elimine edilmesi üzerine kurulu tezgahın, büyük satranç masasında AKP-ordu ittifakı aracılığıyla Türk tarafına yaptırılan ABD-İngiliz patentli hamlelerden biri olduğu açık. Bu durum bile tek başına, ABD aracılığıyla sağlanan son AKP-ordu ittifakının, çeşitli alanlardaki pazarlık ve tavizler üzerine kurulu kritik manevraların bir parçası olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
ABD’nin İran operasyonunu planladığı; İsrail’in Lübnan ve Filistin’deki askeri hegemonyasını arttırmaya çalıştığı Ortadoğu’da geniş bir Amerikancı-Sünni ittifakının tesis edilmeye başlandığı; Irak’ta mezhepler arası gerici bir iç savaş tezgahlanıp, federalizm adımlarının atıldığı bir dönemde; PKK’nin bölge konumu nesnel olarak zayıflamakta. PKK’nin bu koşullar altında ABD veya AB şemsiyesi altında ilerlemeye çalışması başarı şansı çok düşük reel-politik bir taktik.
Yavaş yavaş genel seçimlere kilitlenilecek olan süreçte, Kürt halkının meşru siyasal temsiliyetini amaçlayan girişimler de kontgerilla provokasyonlarıyla engellenmeye çalışılacak. Ateşkese hazırlanılan süreçte Diyarbakır’da patlatılan bomba, kirli savaşı devam ettirme iddiasının ne kadar pervasızlaşabileceğinin kanıtıdır. Çözümün Türk ve Kürt halklarının siyasal-sosyal-ekonomik, her konuda ortak mücadelesinden geçtiği açık.
Mezhepleri, dinleri, bölgeleri, halkları kamplara ayırarak ve ayırma işlemini sürekli provokasyonlar gerçekleştirerek kalıcılaştırmayı amaçlayan emperyalist siyaset tarzı hem genel ölçekte hem de lokal olarak hakimiyet kazandı. Kısa bir süre önce “karikatür krizi” ile alevlenen “medeniyetler çatışması” safsatası şimdi de Papa’nın laflarıyla tetiklenen yeni bir provokasyonla sahne aldı. Olası gelişmeleri ve sonuçlarını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. “Düşman” İslamcı kamp radikalleşecek, emperyalist merkez kendini biraz daha geniş olarak yeniden organize edecek. Arada kalanlar emperyalist merkezlerle daha organik ve işbirliği yapmaya daha müsait hale gelecek.
İşbirliği yapma konusunda da bizim egemenlerimizin eline kimse su dökemez. AB’nin bekçisi ve köle işçisi olmaya aday Türkiye işçisi için TÜSİAD Başkanı’nın AB ülkelerine “niye bizimle daha çok ilgilenmiyorsunuz” serzenişleri artık “posta koyma” aşamasına geldi. TBMM’nin açılmasıyla birlikte ilk gündem AB uyum yasalarından arta kalanların geçirilmesi olacak. Ancak TÜSİAD’ın, AB gündeminin Meclis ile sınırlı kalmasına itirazı var. Bu gündemi daha güçlü hale getirebilmek için uğraşıyor. AKP’nin takkesini, cüppesini gazete sayfaları aracılığıyla çekiştirmek, bildiği en iyi şantaj yöntemi. Kasımpaşalı Erdoğan’ın Boğaz’ın yalı kültürü ile sosyal uyumu, Dolmabahçe’deki devlet ikametgahını kullanarak ancak bu kadar kurulabiliyor.
Ekonomide yeni bir krizin yaşanıp yaşanmayacağı ise bu dönem, her konuda olduğu gibi genel seçimlerle ilişkili. ABD için AKP ile devam etme yolunda verilecek bir karar ekonomi ile ilgili sorunları suni yöntemlerle seçim sonrasına ertelemeyi hedefleyecektir. Yani, ülke ekonomisi emperyalizmin siyasal tercihleri doğrultusunda bıçak sırtında ilerlemeye devam edecektir.
Toplumsal muhalefet cephesinde ise, giderek öne çıkan bir sorun, “emek hareketinin zayıf temsili” yol tıkıyor. İdeolojik/politik çizginin güçsüz, kurumların zayıf, kitle dinamizminin üretken olmadığı dönemlerde kişisel önderlikler/temsil, toparlayıcı değil ama güçlü bir dağıtıcı rol kazandırıyor. Böylesi zamanlarda, özellikle yasal kitle mücadelesini temsil eden (!) şahsiyetler sadece kendisini seçenlere karşı değil, muhalefet güçlerinin tamamına karşı sorumlu olduklarını ara ara unutuyor. Sorumluluk bilinçleri, doğru ve tarafsız inisiyatifleri geliştir
ici olduğu kadar sorumsuzlukları, zaafları ve korkaklıkları de geriletici oluyor. Türkiye sol hareketi, her iki türü de bolca gördü ve görmeye de devam ediyor. Tarafsız, ilerletici temsiliyetleri önünde tutmaya devam ederken, “zararlı” olanları da geniş bir yenilenmeci programla birlikte ayıklamasının gerekli olduğunu deneyimleri ile öğrendi. Toplumsal muhalefetin ilerletici ve güçlendirici ortak misyonunu, bu tıkanıklığı aşmak için de sahipleneceğiz. Kendi bağımsız çizgimizle, yenilenme sancıları çeken toplumsal muhalefetin ortak programını derinleştirmeye ve bütünleştirmek için çabalamaya devam edeceğiz.
Bu yazı ilk olarak Halkın Sesi Gazetesi’nin 21 Eylül tarihli 12. sayısında YOL köşesinde yayınlanmıştırwww.halkinsesigazetesi.net