Eğitim-Sen adına yıllardır devam eden ve çok daha uzun sürecek olan tartışmalar alevlenerek tekrar başladı bugünlerde. Özellikle şoven milliyetçi saldırılara karşı Eğitim-Sen’in yeniden örgütlenmesine yönelik çabalardan dolayı bir parça dinen tartışmalar yetkinin kaybedilmesinin hemen ardından yine gündemde. Eğitim-Sen sadece üyeleri tarafından tartışılmıyor. Tüm bu tartışmalar, geçmişi, mücadele geleneği ve sendika olarak KESK’in ana omurgasını oluşturması […]
Eğitim-Sen adına yıllardır devam eden ve çok daha uzun sürecek olan tartışmalar alevlenerek tekrar başladı bugünlerde. Özellikle şoven milliyetçi saldırılara karşı Eğitim-Sen’in yeniden örgütlenmesine yönelik çabalardan dolayı bir parça dinen tartışmalar yetkinin kaybedilmesinin hemen ardından yine gündemde. Eğitim-Sen sadece üyeleri tarafından tartışılmıyor. Tüm bu tartışmalar, geçmişi, mücadele geleneği ve sendika olarak KESK’in ana omurgasını oluşturması nedeniyle, kamu emekçileri mücadelesinin geleceği açısından önemli bir yerde durmaktadır.
Bu durumun yüklediği sorumluluktan bihaber olan Eğitim-Sen MYK’sını oluşturan anlayışlar, işler yolundaymışçasına tartışmalara kulak tıkıyor. Her şeyin mükemmel yapıldığı edasıyla kendinden olmayana söz söyleme hakkı tanımayan MYK, bu dönemde dahi kendi dar siyasi çıkarlarının gerçekleşip gerçekleşmediği ile ilgileniyor. Ve bütün bu yaşananlar, daha önce de ifade ettiğimiz “sendika ağaları tarihsel misyonlarını yerine getiriyor” tespitimizi bir kez daha doğrular niteliktedir.
Kaybedilen sadece yetki değildir!
Eğitim Sen MYK’sı sorunu bilinçli olarak farklı bir noktadan tartıştırmaktadır. Tüm dünyada sendikal mücadelenin gelişim seyri, neoliberal saldırılar ve yaşanan sınıfsal dönüşümden tutun da, örgütleme yaklaşımı, kadro eğitimi ve sendikal önderliğe kadar birçok konu es geçilmektedir. Sorunun 2006 yetki dönemi ile sınırlanmasındaki tercih bilinçlidir. Parçadan tartışmak gerçekleri bütünüyle görmeyi engelleyecek dolayısıyla onlar da bu sınırlı çerçeve içinde kendilerini daha çabuk aklayacaklardır. Bu yüzden sorunu son dönemdeki saldırı konsepti, Kamu-Sen’in usulsüzlükleri ve sistem tarafından desteklenmesi olarak açıklamakla yetinmektedirler. Yarım yamalak ele alınan iç sorunlarda da mutlaka bir sorumlu bulunmaktadır. Tasfiyeci DSD ve yönetimin dolgusu durumundaki SB’ye göre; Eğitim-Sen’in Kürt sorunu konusundaki yaklaşımı(neyse?!) ve “anadil” tüzük maddesi yaşanan sürecin nedenidir. Yurtsever eğitim emekçilerinin de “bizi sorumlu olarak görmeyin biz her dönemde gereken fedakârlığı yaptık” gibi “anadil” konusundaki tavırları başta olmak üzere sendika içindeki ulusal reformist duruşları onları hedef olmaktan da kurtarmamaktadır. Sendika içi grup çatışmaları ve bunun getirdiği yabancılaşma diğer bir nedendir onlara göre. Sonuçları bakımından doğru da olsa, grup çatışması olarak tanımlanabilecek bir durum yoktur aslında. Reformist ve oportünist anlayışlar yıllardır yönetimleri işgal etmekte ve kendinden olmayanlara yaşam hakkı tanımamaktadır. Bunun için anadil talebi konusundaki tüzük kurultayında salona alınmayan yüzlerce eğitim emekçisini hatırlamak bile yeterlidir. EMEP için söylenecek tek şey ise; “iyi çocuğu” “oynadığıdır.
Kendisini yetkiye endekslemiş bir zihniyetin yetkinin kaybedilmesiyle moral bozukluğu yaşaması ve suçlu avına çıkması, çözümü de mahkeme yollarında ve daha fazla üye yapmakta araması yadırganacak bir durum değil elbette. Eğitim-Sen’in bugününü dip noktası olarak tanımlamak tehlikelidir. Daha çok kayba uğramayalım telaşına düşen Eğitim-Sen MYK’ sı devrimci bir dönüşümü ve ileri atılma yolunu aklından geçirmediği için, sendikal faaliyeti çok daha geri bir noktaya çekecek ve tabela sendikasına dönüşme konusundaki adımlarını hızlandıracaktır. Küçük olacaktır ama onların olacaktır ve bir meslek olarak gördükleri görevlerini bu biçimiyle de sürdürebileceklerdir. Bu nedenle onlar koltuklarına her zamankinden daha fazla sarılacaklardır. Onlar için kaybedilen yetki ama bizim için çok daha fazlasıdır.
Süreci doğru yerden okumak
Bu tarafta ise çözüme yönelik tartışmalar her geçen gün hızlanmakta ve “yeni” değerlendirmeler yapılmaktadır. Birçok konuda eksiklikler taşımasına ve çoğunlukla tekrara düşülmesine rağmen önemli bir çaba sarfedilmektedir. En eksik yanı da birbirinden habersiz ve örgütsüz oluşudur. Ancak yapılan değerlendirmelere bakıldığında söylenecek başka şeyler de var elbette. Çoğu zaman kişiselleşmesinin engellenemediği bir dil, kendi içinde çözümleri tükenmişçesine yeni adına önerilen sağlıksız çözüm yolları ve bir türlü bütünden bakmayı beceremeyen bir tarz ise hala baskın olandır. Çoğunlukla da “değişmez” eğiliminin ağırlığı altında kendi kabuğuna çekiliş ve kabullenme. Bugün olan budur. Tartışmaların hepsinin kilitlendiği nokta ise “yönetememe” sorunundadır. Sorunun bu noktadan tespitinin yanlışlığı bir tarafa, kendi içinde de umutsuzluğu örgütlemektedir. Bu noktadan tartışılmaya devam edilir ve MYK’nın istifa etmesi çözüm olarak konulursa “Bu adamlar çok güçlü, yine onlar söyler biz dinleriz” yaklaşımı derinleşecektir.
Siyaseten tükenişin soluk alma borusu ve kendini var etme adresi olarak görünen sendikamızı, reformist ve oportünist anlayışlarıyla sonu olmayan bir girdaba sürükleyenlerin engellenmesi zorunludur. Fiili-meşru-militan bir ısrarla ilmek ilmek örülen mücadelenin bilinçli bir tercihle zaafiyete uğratılmak istenmesi görülmeli, gıdalarını aldıkları partilerinin iç çatışmalarını ve tasfiyesini örgütümüze taşıma girişimlerine engel olunmalıdır. Bu geçmişin sorunu olduğu kadar bugünün ve geleceğin de sorunudur.
Devrimci muhasebenin gerekliliği
Bugüne gelinmesinde, sendikal harekette ortaya çıkan tıkanıklıktan MYK’yı oluşturan temsilcilerin kişisel beceriksizliklerine, mücadele anlayışlarına, yönetememe krizinden neoliberal saldırılar ve sınıfsal dönüşümlerin doğru okunamamasına kadar birçok neden sıralanacak olsa da, emekçi memur hareketinin omurgasını oluşturan devrimci kadrolarda yaşanan tıkanma ve takatsizlik sonucu ortaya çıkan dağılma kilit noktadır. Kısacası sorun MYK’nın devrimci olup olmamasını tartışmaktan öteye zorlu dönemin her kesimi nasıl etkilediğini görmek ve bu bütünlüklü pencereden bakabilmektir. Her şeyin alt üst olduğu bir dönemde en diri ve nitelikli kadroların bile ciddi yaralar aldığı reddedilemez bir gerçektir. Çoğu evrede devrimci kadroların edilgenliği tasfiyeciliğin hızına hız katmıştır. Ortaya çıkan bu boşluk reformist ve oportünist anlayışlar tarafından rahatlıkla doldurulmuştur.
Diğer önemli bir nokta ise, bugün sürece dair uzun uzadıya değerlendirmeler yapan anlayışların yerellerde ve sendika merkez kurullarında yaptıkları ilkesiz ittifakların tasfiyecilerin yönetimlere gelmesinde büyük payı vardır ve bu nedenle de tek suçlu MYK’yı oluşturan anlayışlar değildir. Sadece Eğitim-Sen ve yetki süreci ile sınırlı olmayan durumun içinden çıkılması için öncelikle devrimci bir muhasebe ihtiyacı vardır.
Çıkış nerede?
Sendikalarımızın yaralayıcı durumu değerlendirildiğinde çıkışın, ancak sistemin sınırlarını aşan devrimci politikalarla mümkün olduğu açıktır. Peki neden ve nasıl? Son 30 yıldır derinleşen neoliberalizmin etkileri, kitle hareketinin ve emekçi memur hareketinin özgül tıkanması, sınıfsal farklılaşma ve güç dengeleri devrimci bir dönüşüm yaşanmaksızın ileriye yönelmenin imkânsızlığını bir kez daha göstermektedir. Sistem içi politika yapılarak, tabana güvensizlik ile de birlikte masa başında iş bitirme yönteminin nasıl duvara tosladığı ve hareketi gerilere götürdüğü gerçeğidir bugün yaşanan. Sendikal bürokrasinin bile artık alıştığı ve çok kolay bertaraf ettiği kuru muhalefet anlayışının terk edilmesi ve ezberleri bozacak bir noktadan yükleniş zorunludur. Son dönemde devrimci kadrolarda ortaya çıkan, fazlasıyla yıpranan ve fululaşan sosyalizm iddiasının yeniden t
azelenmesi ve büyütülmesi zorunludur. Sadece tasfiyecilerin uygulamalarının eleştirisi üzerinden değil gündemini kendimizin oluşturduğu bir süreci örebilmek önemli bir ihtiyaçtır. Yeni bir devrimci sendikal hareket başımızdaki dinozorları alaşağı etmenin, yıkım ve sefalet yaşamına karşı mücadelenin örgütlenebilmesinin temel aracı olacaktır. Bir taraftan umutsuzluğun bir taraftan da durumdan rahatsız oluşun ve çıkış arayışının birlikte yaşandığı saflarımızda ikincisini güçlü kılmak ve buraya yüklenmek gerekiyor. Yapılacak olan işyerlerinde ve meydanlarda, bulunduğumuz her alanda sistemi sarsacak ve saldırıları boşa çıkaracak netlikte ilişkiler kurmak ve direngen bir mücadele örgütlemektir. İşçi ve emekçilerin birleşik, örgütlü ve militan mücadelesinin temeli buralardan atılmalıdır. Önemli olan devrimci kadroların buna inanması ve kitlelere çıkışın burada olduğunun anlatılabilmesidir.
Var olan tıkanıklık ancak, bizleri bağlayan tüm faktörlerin boşa çıkarılması ve yorulmak bilmez bir enerjiyle mücadele edilerek aşılabilir. Yerellerde başlamış olan tartışmaların devrimci bir irade olarak ortaya çıkması sağlanmalıdır. Başta Devrimci Proleter Eğitim Emekçileri olmak üzere tüm devrimci kadrolara büyük görevler düşmektedir. Bunun için kararlı, ne istediğini bilen, süreklileşmiş bir devrimci çalışma zorunludur. Faşist diktatörlüğün karşısına güçlü bir sınıf olarak çıkmanın yolu budur. Atılan her yeni devrimci adım sendika ağalarını korkutmakla kalmayacak yönetenlere de iyi bir mesaj olacaktır. Ekonomik ve siyasi altüst oluşlarla birlikte sömürünün daha da azgınlaşması ve bununla birlikte bizleri bekleyen yeni faşist provokasyon ve linçlere karşı sınıfa karşı sınıf ekseninde dövüşmekten ve emekçilere dövüşmesini öğretmekten başka çıkış yok. Öyleyse…
ufuk çizgisi sayı 43