Eğitim Sen tarafından açıklanan rapor Birbiri ile yakından ilişkili üç oluşum, dünyada ve Türkiye’de her alanı olduğu gibi eğitim alanını da etkilemektedir; bunlar: 1- Bilgi işlem ve iletişimle ivme kazanan teknolojik gelişim, 2- Uluslar arası ilişkilerin giderek yoğunlaşması, 3- İnsan haklarının bütün toplumlarda öne çıkmasıdır. Böyle bir uluslar arası ortam; bilgi, bilim ve yarışma gücünü […]
Eğitim Sen tarafından açıklanan rapor
Birbiri ile yakından ilişkili üç oluşum, dünyada ve Türkiye’de her alanı olduğu gibi eğitim alanını da etkilemektedir; bunlar:
1- Bilgi işlem ve iletişimle ivme kazanan teknolojik gelişim,
2- Uluslar arası ilişkilerin giderek yoğunlaşması,
3- İnsan haklarının bütün toplumlarda öne çıkmasıdır.
Böyle bir uluslar arası ortam; bilgi, bilim ve yarışma gücünü öne çıkmaktadır. Bu gelişme insana öncelik veren anlayışla örtüşmektedir.
Çağın eğitim anlayışı, doğmadan arındırılmış, eleştirel, sorgulayan ve sentez yeteneğini geliştiren bir nitelik kazanmıştır. Bu yolla insan özgürlüklerine, çevreye saygılı, değişimi tasarlayabilen, yaratıcı kuşaklar yetiştirilebilecektir.
· Ülkemiz eğitim sistemi, söz konusu çağdaş gelişmelerle birlikte yönetim, yapılanma ve kaynak sorununu çözemediği için böyle bir insan tipini yetiştirmekten uzak kalmıştır.
· İnsan kişiliğinin büyük ölçüde oluşturduğu okul öncesi eğitime gereken önem verilmemiştir. İlk ve orta öğretimde kalabalık sınıflara, ikili eğitime, birleştirilmiş sınıflara, ezberci yöntemlere son verilememiştir.
· Mesleki ve teknik öğretimde okullaşma oranları ülkemizin insan gücü gereksinimine yanıt verecek bir düzeye çıkarılmamıştır.
· Milli eğitimdeki merkezi yapı bölgelere, illere ve yerel yönetimlere dağıtılamamıştır.
· Özel bir eğitim gerektiren engelli çocukların eğitiminde yeterli ilerleme sağlanamamıştır. Yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın ve çocuklarının eğitimine gerekli önem verilememiştir. Yurtdışına burslu olarak gönderilen öğrenci ve görevliler titizlikle seçilmemiştir. Yurtdışına eleman göndermede kayırma söz konusudur.
· Eğitim süreçlerinde veli, öğretmen, öğrenci iş birliği sağlanamamıştır.
· 21. yüzyıla girerken nüfusumuzda yetişkin erkeklerin %11.2’si, kadınların %28’si hala okuma-yazma bilmemektedir. İlköğretime başlayan her 1000 çocuktan ancak 83’ü yükseköğrenimini bitirebilmektedir.
· Okullaşma oranı doğu illerinde ve diğer illerin kırsal kesimlerde, kentlerin yoksul kesimlerinde ülke geneli ortalamasının altına düşmektedir.
· Okullarımızda derslik sayısı, laboratuar, bilgisayar donanımları, kültür, spor, sanat üniteleri yeterli değildir.
· Başarılı eğitimin en önemli öğesi olan öğretmenin yetiştirilme, örgütlenme ve ekonomik sorunları çözülememiş, ILO ve UNESCO’nun saptadığı ölçütlere uygun duruma getirilememiştir.
· Binbir yokluk ve yoksulluk içinde çalışan köy öğretmenlerinin %40’ı birleştirilmiş sınıfları okuturken, plansızlık sonucu kent öğretmenlerinin %10’u sınıf okutmamaktadır.
· Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır.
Eğitimin öznesi olan çocuk ve genç eğitim süreci içinde yeterince korunduğunu söylemek güçtür. Bu, temelde bir yanlış anlayış sorunudur. Genel ve mesleki kamuoyunda eğitimin işlevi, “bilgi ve beceri kazandırma” süreci olarak algılanmaktadır. Okullarda beden ve ruh sağlığını koruma, moral eğitim gibi, eğitimin temel işlevleri çok geri planda yer almaktadır. Öte yandan, çocuk hukuku karmaşıktır. 1995’te onaylanan Çocuk Hakları Sözleşmesi, hukuk sisteminde hak ettiği yeri alamamıştır. Örneğin, Ceza Kanununa göre “ceza ehliyeti” 11 yaşın dolmasıyla gerçekleşirken, “muzır yayın”dan koruma yaşı 18’e kadar sürüyor. Mahkeme kararı ile kız çocuğu 14, erkek çocuğu 15 yaşında evlendirilebiliyor. Devlet Güvenlik Mahkemesi görev kapsamına giren fiillerle ilgili yargılamada alt yaş sınırı yoktur. Çalışma yaşı da oldukça düşüktür.
Özürlü ve kimsesiz çocukların bakım, korunma ve eğitiminde yetersizlik sürmektedir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki özürlü çocukların 30 bin kadarı eğitilebilmektedir. 0-3 yaş arasındakilerin bakım ve eğitimine hiç eğilinmemiştir. Kimsesiz çocukların da pek azı korunabilmekte, korumaya alınanlar da çok kötü koşullarda eğitilmektedir.
Eğitimde yetersizlikler sürmektedir. Yetersizlik, hem kaynaklarla ilgili, hem de kapsamla ilgilidir. Bütçede eğitime ayrılan kaynak çok düşüktür. Konulan hedeflere ulaşılamamaktadır. “Zorunlu” ilköğretimde bile hedef yakalanamamıştır. Dershane (derslik), öğretmen, araç-gereç yetersizliği sürmektedir. İkili öğretim ve kalabalık sınıflar sorunu varlığını sürdürmektedir. Orta ve yüksek öğretimde oldukça düşük bir okullaşma gözlenmektedir.
Eğitimde kentsel ve kırsal yöreler arasında, cinsler arasında ve sınıflar arasında yaşanan dengesizlikler sürüp gitmektedir. Bu durum eğitim hakkının kullanılması açısından ciddi sorunlar yaratmaktadır.
Çocuğun ve gencin eğitim yaşamı boyunca sürüp giden sınavlı yarış, hem sağlığını bozmakta, hem de eğitimin niteliğini düşürmekte, dolayısıyla insan kişiliği “tam” geliştirilememektedir. Bu durumda eğitilen “özne” olmaktan çıkıp, eğitimin “aracı” durumuna gelmektedir.
Eğitimde ideolojik ve dinsel dayatmalar hızını korumaktadır. 1982 Anayasası ile getirilen din ve ahlak öğretimi “zorunluluğu”, dinci kadrolaşma ve imam-hatip okullarının varlığı sürmektedir.
Ortaöğretimde bir tür “lise” anarşisi yaşanmaktadır. Genel ve meslek liseleri ayrımı ötesinde, her lise türü içinde de süre, program ve saygınlık farkları yaratılmıştır. Ara eleman yetiştirilmesi beklenen meslek liseleri, haftada 48 saatlik “itibari” ders süresi (işyerlerine gidiş-gelişlerin süresi belirsizdir) ile bu beklentiyi yerine getirememektedir.
Eğitimimizde görülen önemli bir kusur da işlevsizliktir. Yarış ortamı ve aşırı bilgi ile yüklenmiş programlar nedeniyle öğrenciler (özellikle ortaöğretimde) ne bilimsel düşünmeyi, ne sanatsal yaratıcılıkları, ne de yaşamsal becerileri geliştirebilmektedir.
Eğitim kurumlarında eğitim iklimi demokratik değildir. Eğitim yönteminde de eğitim öğretim kurumlarında da katılım yok denecek kadar azdır. Karar mekanizmalarında ne öğretmenin, ne öğrencinin, ne de ailenin katılımı vardır. Okulların çoğunda öğrenci yönetimleri oluşturulamamakta, oluşanlar da işlevsiz kalmaktadır. Sendikalardan, veli ve öğrenci örgütlerinden yararlanılmamaktadır.
Öğretmenlik mesleği niteliğini, gücünü ve kısmen saygınlığını yitirmiştir. Bir yandan öğretmen yetiştiren kurumların bozulması, bir yandan ücretlerdeki düşüş, diğer yandan da onar yılda gelen darbelerin öğretmenleri suçlamaları, mesleği gözden düşürmüştür. Öğretmen örgütlerinin kapatılması İLKSAN’da olduğu gibi yaşanan rezaletler de öğretmenlerin onurunu kırmış moralini bozmuştur.
Eğitim ve bilim çalışanlarının grevli ve TİS’li yasal ve bürokratik engeller devam etmektedir. Eğitim yöneticileri yetersizdir. Bu yetersizlik, Bakanlığın en üst kademesinden, okul yöneticisine kadar uzanmaktadır. Yöneticilik açısından eğitim gören kişiler değerlendirilmemektedir.bakanlığın, özellikle akademik birimlerine (Talim ve Terbiye Kurulu, APKD gibi) yapılan atamalarda geçerli ve tutarlı ölçütler yoktur. AKP hükümeti döneminde kadrolaşma düzeyi çok yükselmiştir.