Kuzey Irak yönetiminden anlayış, işbirliği ve PKK’ya karşı tavır; ABD’den yardım!.. Türkiye’nin bugün geldiği nokta ne yazık ki bu… Anlaşılıyor ki Ankara daha sorunun ne olduğunu bile kavrayamamış, gördüğü haliyle ‘arızi rahatsızlık’ zannettiği tabloyu başkasına havale ederek dertten kurtulacağının hesabı içinde… Barzani ve Talabani, Washington’la ele ele verip Türkiye’nin başındaki terör belasını defedecekler, elleri değmişken […]
Kuzey Irak yönetiminden anlayış, işbirliği ve PKK’ya karşı tavır; ABD’den yardım!.. Türkiye’nin bugün geldiği nokta ne yazık ki bu…
Anlaşılıyor ki Ankara daha sorunun ne olduğunu bile kavrayamamış, gördüğü haliyle ‘arızi rahatsızlık’ zannettiği tabloyu başkasına havale ederek dertten kurtulacağının hesabı içinde… Barzani ve Talabani, Washington’la ele ele verip Türkiye’nin başındaki terör belasını defedecekler, elleri değmişken ‘Kürt meselesini’ çözüverecekler!..
Şayet Türk devleti, Dışişleri Bakanı Gül’ün ağzından yansıyan haliyle “Yüzyıllardır birlikte huzur içinde yaşayageldiğimizi, tek sorunun PKK’nın ektiği nifak tohumları” olduğunu düşünüyorsa; bu, en hafif ifadesiyle, asırlarca bölgenin tek hâkimi olan Selçuklu ve Osmanlı keza son yüzyılda Cumhuriyet tarihini hiç okumamışlığın ifadesidir..
Onun için meramın, tahlil falan yaparak değil ancak dövünerek anlatılabileceği bu zihniyeti bir yana bırakıp, üç haftadır sürdürmeye çalıştığım değerlendirmeye ‘ne yapmalı’ sorusuna kendi cevaplarımı sıralayarak nokta koymak istiyorum.
Önümüzde iki seçenek var: İlki gönüllü ya da gönülsüz ‘Bu kistik unsurdan kurtulalım’ demek. Yani Güneydoğu’dan vazgeçmek!.. Bunu istiyorsak tartışacak bir şey yok. Bazıları güneydoğusu ayrılmış bir Türkiye’de milli gelirin otomatik olarak artacağı kanısıyla savunuyor bunu. Tabii öyle bir kararın beraberinde ikinci bir tehcir projesi içerdiğini de ekleyerek… Bilmeliyiz ki bugünkü anlayış ve siyasi aculluk devam ettiği takdirde on yıl sonra ABD-Barzani-Talabani eliyle tahakkuk edecek sonuç budur… Amerika’da ciddiye alınabilir hemen bütün yayınlarda haritalara bakın oluşacak yapıyı görürsünüz.. Dolayısıyla ağlasak, sızlasak, öfke, kurşun yağdırsak akıbet değişmez.. Bölge PKK’ya mı kalır, hayır; ona da hayretmez, Barzani-Talabani ikilisine kalır..
Yok, biz vatanımızdan fedakârlık yapmayız, diyorsak; o takdirde ikinci seçenek şu: Güneydoğu’ya bünyede ama ‘ur’muş gibi bakamayacağımızı, verdiğimiz onca şehidin acısıyla dağlanmış olsa da yüreğimize taş basıp bölgenin sosyal, ekonomik ve siyasal olarak Türkiye’ye entegrasyonunu sağlayacak her tedbirleri almamız gerektiğini kabul etmeliyiz.
Lafı uzatmamak için geçen hafta Abdullah Öcalan’la ilgili yazdıklarımdan hareketle devam ediyorum.
Hemen ifade edeyim; kanımca Türkiye hadiseye sadece terör
ya da şiddetin önünü kesmek diye bakarsa, tarihi bir hata yapmış olur. Olayın terör boyutu yanında ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik cephelerini kapsamayan bir çözüm arayışı bizi içinden çıkılmaz bir labirente iter.. O nedenle yapılacakların bütün halinde düşünülmesi gerekir. Aşağıdaki satırların bu çerçeve içinde, yani aynı anda yapılması gerekenler manasında okunması gerekir.
Kanımca çözüm arayışında ilk radikal adım Öcalan’la varılacak kapsamlı bir mutabakattır. Bu mutabakatın bir ayağı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na tartışmasız saygı taahhüdüne mukabil Kürt asıllı vatandaşlara bireysel kültürel hakların tamamının eksiksiz şekilde sağlanacağı taahhüdüdür.
Diğer ayağı ise şiddet eylemlerinin son bulması, örgüt saflarındaki herkesin Türkiye’ye dönmesinin sağlanmasıdır.
MİT Müsteşarı gidip görüştüğüne, daha önce de çeşitli düzeylerde bazı temaslar yapıldığına göre gereken zemin oluşturulabilir…
Ve bu, Barzani-Talabani ikilisiyle görüşmekten daha hayırlıdır.
Yeter mi, hayır. Buna bağlı olarak atılabilecek ikinci adım terör suçlarını kapsayacak bir genel af çıkarılmasıdır… Bunun Öcalan’la ilgili yanı düzenlemenin onun tarafından benimsenmesidir. Cezasını ortadan kaldırmayan, ama İmralı yerine tecrit şartlarını kaldıran, kendisinin bulacağı bir yerde denetim açısından çevresi boş bir arazi düşünülebilir- ikamet zorunluluğuna dayalı bir infaz düşünülebilir.
Ardından genel seçim için konulmuş ülke barajının düşürülüp parlamentoda temsil imkânının sağlanması gerekir. Son on yılda yaşananlar herkese, bu arada Kürtlere de herhalde nelerin olmayacağını öğretmiş olmalıdır.
Bu da yetmez, Türkiye tarihinin en büyük eğitim ve yatırım paketini hazırlayarak kamu kaynaklarını bölgeye akıtmalıdır..
Doğu Almanya çöktüğünde Batı entegrasyonu sağlamak için özel vergi koymuştu bütün vatandaşlarına. Hâlâ o bedeli ödüyor Almanlar. Ve bu şekilde toplanacak kaynakların partizanca değil yerine sarfını denetleyecek etkin bir mekanizma kurulmalıdır.
Bunlar yapılırken gözardı edilmemesi gereken husus Avrupa Birliği tam üyelik sürecidir. Avrupa Birliği’nin ana hatları bu olan projeyi gerek siyasal, gerekse finansal açıdan desteklemesi sağlanmalı; Türkiye, aleyhine işlediğini düşündüğü AB siyasi müktesebatını, Avrupa’yı kendi kriterleriyle bağlı kılacak şekilde kullanmalıdır.
Bunları yazarken şehitlerimizin acısını yüreğimde hissettiğimi söylememe gerek yok.. Ama on yıl sonra onların hatırası önünde ülkenin parçalanmışlığına engel olamamışlığın utancıyla elimiz böğrümüzde durmak istemiyor; yitirdiğimiz yiğitleri Akif’in “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker/ Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi..” deyişiyle anmak istiyorsak bunun yapılması gerektiğine inanıyorum. Tevhid’e Allah’ın birliği yanında milli birlik anlamını eklemek elimizde..