Egemenler tezkere krizinin rövanşına soyunurken Toplumsal muhalefetin kafası karışık ABD’nin 1 Mart 2003’te yaşanan “Tezkere Krizinden” bu yana şamar oğlanına çevirdiği Türkiye egemenleri, İsrail ve ABD’nin “Lübnan’a Barış Gücü” talepleri ile kendilerini yine benzer bir ortamın içinde buldular. Bu ortamda “tezkere krizinin rövanşını alma” yı hedeşeyen daha kararlı bir güçle karşı karşıyayız. Ancak bu kez […]
Egemenler tezkere krizinin rövanşına soyunurken Toplumsal muhalefetin kafası karışık
ABD’nin 1 Mart 2003’te yaşanan “Tezkere Krizinden” bu yana şamar oğlanına çevirdiği Türkiye egemenleri, İsrail ve ABD’nin “Lübnan’a Barış Gücü” talepleri ile kendilerini yine benzer bir ortamın içinde buldular. Bu ortamda “tezkere krizinin rövanşını alma” yı hedeşeyen daha kararlı bir güçle karşı karşıyayız.
Ancak bu kez oldukça köklü farklar mevcut. ABD’nin dünya üzerindeki konumu çok daha zora girmiş olmasına rağmen, silkeleye silkeleye iyice yıprattığı Türkiye egemenleri de (ordu, sermaye çevreleri, hükümet ve parlamenter muhalefet) çok daha çaresiz durumdalar. ABD’nin Türkiye içinde yaptığı yığınak tezkere krizi dönemine göre çok daha güçlü. Dolar-borsa çalkantıları, Genelkurmay başkanını belirlenme sürecindeki karşılıklı operasyonlar hepimizin gözü önünde yapıldı. Türkiye egemenlerinin ABD’nin Ortadoğu’da yüklemeye çalışacağı herhangi bir rolü eski ayak oyunlarıyla geçiştirebilecek durumda olmadıkları açıkça görüldü. ABD’nin ve Türkiye egemenlerinin bunca problemli haline karşın, toplumsal muhalefetin durumu da ne yazık ki içler acısı. İsteksiz, çekingen ve kafası çok daha karışık.
Kamusal hizmetler ve tarımda muazzam bir tasfiye yaşanırken, emekçi kitlelerde biriken güçlü öfke ve enerji birikimini yeterince kavrayamayan ve öncülük rolünün gereklerini yerine getiremeyen toplumsal muhalefet, Ortadoğu’da derinleşen sömürgecilik stratejisinin yarattığı derin sosyal, politik ve ideolojik değişimleri de kavrıyormuş gibi görünmüyor. Statükoyu ve örgüt içi iktidarı koruma reşeksi, lakayıt ve sorumsuz tutumlar olarak karşımıza çıkıyor.
Oysa böylesi hareketli değişim dönemlerinde hiçbir politik toplumsal güç, eski dengeler üzerinden oluşturduğu statükoyu koruma şansına sahip değildir. İnisiyatifsiz ve çekingen davrananlar ise gerilemeye mahkumdur. İnisiyatişi ve atak bir çizginin belirmediği, yani öncüsü olmayan bir toplumsal muhalefet içinde süreklileşen bir kafa karışıklığı, savrulmaların da ana nedenidir; toplumsal muhalefet içinde sürekli “korunmacı bir tutuma” yol açmaktadır. Bu korunmacı tutumun sonuçları kendisini iki ana biçimde ortaya koymaktadır. Birincisi, bu denli güçlü bir değişim atmosferinde dahi, birçoklarının kendi alansal faaliyetlerine çekilmeyi yeğlemesidir. (Bu şekilde büyük sorumlulukların altına girilmezken, kısmi bir çabayla durum korunmak istenmektedir.) İkincisi, sığ yaklaşım ve sekterlik gibi bazı hatalı eğilimlerin kemikleşmesidir. (Bu durumda küçük çıkarlar uğruna, ortak tutum alınmaktan kaçınılmakta, “diğerlerinin” engellenmesi ana uğraş haline gelmektedir.) Sonuçta mücadele ortaklaştırılamamakta, herkes birbirinin önünü kesmektedir.
Kafa karışıklığı örnekleri
-Giderek liberal sol bir parti hedefine kilitlenen DİSK yönetimi, yürüttü ğü savaş karşıtı kampanyanın sonunda, işi İsrail Başkonsolosu’yla görüşmeye kadar vardırdı. Bu tutum, etkisizleşmekte olan sol içinde, uzlaşmacılığı tarz haline getiren yeni bir sol liberal çizginin biçimlenişinin göstergelerinden birisidir.
-TMMOB yönetimi savaş sorunuyla uğraşmaktan bilinçli bir şekilde geri durmaktadır. Bu risk almayan tutum sayesinde, kendi tabanında yer alan ve yönetimlerde ittifak yaptıkları sosyal demokratların ulusalcı, gerici ve liberal eğilimleriyle uğraşmamanın kolaycılığına teslim olmakta; aslında, toplumun genelinde yaşanan gericileşmeyle birlikte kendi tabanının da gericileşmesine, liberalleşmesine göz yummaktadır. TMMOB yönetimi bu geri tutumuyla ilerici emek örgütlerini hareketsizleştirmenin başını çekmektedir. Sekter bir tarzla, sorunları kendi siyasal grubunun basit çıkarlarına uygun olarak kendi yandaşı örgütlere paslamaktadır. Savaş gündeminde TMMOB yönetimince yaratılan boşluk sayesinde, ÖDP’nin bu alandaki uzantısı olan BAK’ın önünü açmaya çalışmakta, alttan alta her türlü desteği sunmaktadır. Bu arada olan toplumsal muhalefetin bütününe olmaktadır. BAK’ın liberal sol çizgisi, geniş kitleleri kucaklamaktan çok uzak olduğu gibi, böylesi bir meşruiyete de sahip olmadığından, büyük bir dağınıklığa yol açmaktadır.
-KESK de kendi başına hareket etmeyi tercih edip ana sorun alanından kaçarak kendi alansal faaliyetlerine yönelmektedir.
-Emek Platformu’na kan veren bazıları gerek AKP’li HAK-İş’in, gerekse milliyetçi/muhafazakar bir yönetime sahip olan Türk-İş’in günah çıkarmasına olanak sağlarken, kendisi de geri bir çizgiye savrulmaktadır. Bağımsız sol bir çizgiyi zorlaştıran bu tutum, toplumsal muhalefetin lüzumsuz tartışmalarla meşgul edilmesine neden olmaktadır.
-Tüm bu süreç içinde zaten karşı karşıya kaldıkları tehditle beraber, milliyetçiliğe yatkınlaşmaya zaten açık olan Kürt hareketi, kendi içine kapanmakta ve milliyetçileşme girdabı na daha hızla kapılmaktadırlar.
Bugün toplumsal muhalefetin üzerine kritik görevler düşüyor. Solun kafa karışıklığından hızla kurtulması, etkili bir yenilenmeye yönelmesi, yaşanan ve yaşanacak olan toplumsal çürüme karşısında kendisini gerçek bir seçenek haline gelme hedefine kilitlemesi gerekiyor.
DİSK NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
26 Temmuz’da İstanbul Taksim’de “Dünyanın Bütün Barışçıları Birleşin! İsrail’i Durdurun!” kampanyası başlatan DİSK, 27 Temmuz’da İsrail Başkonsolosluğu önüne bir yürüyüş düzenledi ve Başbakanı Olmert’e bir mektup yolladı. Eylemin ardından İsrail Başkonsolosu Amihai’nin DİSK’le görüşme talebi kabul edildi. Anti-emperyalist güçler hükümetlerinin İsrail ile her türlü diplomatik ilişkisini kesmesini isterken DİSK’in kurduğu “diplomatik ilişki” şaşkınlıkla karşılandı. 28 Temmuz’da gerçekleşen görüşmeye DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Genel Sekreter Musa Çam ve Genel Başkan Yardımcısı Adnan Serdaroğlu katıldı. Görüşmede Çelebi Başkonsolosa, savaşa karşı en demokratik tepkiyi DİSK’in gösterdiğini, “diğer eylemlerdeki gibi” bayrak yakmadıklarını, yumurta atmadıklarını söyledi. Bu sözler DİSK yönetiminin İsrail ile kurulan “diplomatik ilişkiye” verdiği önemi gösterdi. Çelebi görüşmede teröre ve her türlü şiddete karşı olduklarını, kimden gelirse gelsin karşısında durduklarını, acımasızca sürüp giden bu savaşta kimseyi alkışlamadıklarını, sadece barıştan yana olduklarını da ifade etti. Bu sözler Erdoğan’ın Lübnan’a asker gönderme gerekçelerini açıkladığı CNN röportajındaki ifadelerle paralellik gösteriyordu. Erdoğan da “suçlu aramak yerine barışa yoğunlaşmak gerektiği”ni söylemişti. Son yıllarda yükseltilen “anti-emperyalist olmadan savaş karşıtı olma” modası Türkiye’nin ilerici muhalefetinin altını oymaya devam ediyor. Savaşın ve işgallerin sorumlularını, yani emperyalizmi sorgulamadan ve hedef almadan sürdürülmeye çalışılan savaş karşıtlığı, İslamcılarla ittifak, İsrail ile diplomatik ilişkilerden sonra, acaba muhalefetin başına başka ne çoraplar örecek?