Sosyolojide bir görüş olduğu iddia edilir. Buna göre, toplumsal açılım ve gelişmeler tedrici ilerlemelerle sağlanır. Kamu emekçilerinin sendikal hakları oluşturulurken, grevsiz bir yasanın, hiç olmamaktan daha ileri bir adım olduğu ileri sürüldü. Özlük hakları konusunda da “Toplu Görüşme” diye bir komedi icat edildi. Emekçilerin bir bölümü buna itiraz etti. Ama ünlü, “tedrici ilerleme” görüşü baskın […]
Sosyolojide bir görüş olduğu iddia edilir. Buna göre, toplumsal açılım ve gelişmeler tedrici ilerlemelerle sağlanır. Kamu emekçilerinin sendikal hakları oluşturulurken, grevsiz bir yasanın, hiç olmamaktan daha ileri bir adım olduğu ileri sürüldü. Özlük hakları konusunda da “Toplu Görüşme” diye bir komedi icat edildi. Emekçilerin bir bölümü buna itiraz etti. Ama ünlü, “tedrici ilerleme” görüşü baskın çıkarak, şimdilik buna razı olmanın, hiçbir yasal düzenlemenin bulunmadığı bir ortamda kaybolmaktan daha akılcı bir davranış olduğu genel kabul gördü ve böylece bugünlere gelindi. Anlaşılan o ki, hakim güçler sadece medya ya da aydınları emrine almamış, aynı zamanda, sendika ağalarını ve hepimizin beynini de emri altına almış. İdeoloji denen sihirli hakimiyet aracı bu olsa gerek!
Tedrici ilerleme görüşü tam bir ideolojik yutturmacadır. Şöyle ki, sosyolojik açılımlar, doğal olarak, tedrici ilerleme ve gelişmelerle, hatta zaman içinde zigzaglarla gerçekleştirilir. Toplumsal yaşam düzeyinde ve gevşek ortamda şekillenen davranış biçimleri her aşamada değişime, büyük olasılıkla da gelişime açıktır. Zira, toplumsal ortamda şekillenen davranış biçimleri donmuş kalıplar olmayıp, sınırları yasalarla belirlenmemiş olan esnek normlardır.
Oysa, yasama sürecinde tedrici gelişme görüşüne yer vermek, bizzat “tedrici” kavramı ile çelişir. Zira, tedrici demek, derece derece ilerlemek demektir. Oysa, bir davranış kalıbı veya sosyal norm yasalaştırılınca, artık o, kamu güçleri ile topluma uygulatılan, dondurulmuş kalıplara dönüştürülmüş olur. Böylesi kalıplar bir kez oluşturulduktan sonra, tüm kamu güçleri o kalıpların korunması ve sürdürülmesi görevi ile donatılmış olur. Yasa yoluyla kalıplaştırılmış kurallar, sosyal davranış biçimleri ve gelişme çizgisi önünde de büyük bir engel oluşturur.
Yasalaştırılan bir davranış biçimi, aynı zamanda sistemin güçlüleri tarafından çizilen “meşruiyet” çerçevesini de oluşturur. Grevsiz sendika yasası yürürlüğe girdikten ve toplu görüşme komedisi yasalaştırıldıktan sonra, artık bunları çiğneyerek bir sosyal yürüyüş ya da kalkış söz konusu olamaz, zira böyle bir davranış sistemin “meşruiyet” sınırlarının aşılması anlamına gelir ve sistemin koruma güçleri tarafından baskılanır. “Meşruiyet” sözcüğünün kendi içinde baskılayıcı ve düzenleyici anlamı olduğundan, toplumun büyük çoğunluğu tarafından genellikle bu sınır aşılmamaya çalışır. Hal böyle olunca da, sisteme saygılı robotlar oluşturulmuş ve sistemin hakim güçleri de rahat bir nefes almış olur. Böylece, sistemin yasası bir defa yapıldıktan ve güçlülerin koruması altına alındıktan sonra, onu değiştirmek bir hayal olur!
Toplu görüşmelerde ufacık bir maaş zammına kaynak yok diye karşı çıkan hükümet temsilcisine, meydanlarda gümbür gümbür bağıran sendika liderleri, niçin, son krizde yabancı sermaye yatırımcıları üzerindeki vergi yükünü kaldırdıklarını, yerli sermaye yatırımcıların üzerindeki vergi yükünü hafiflettiklerini sormadılar ki! Söz konusu vergi oynamaları da hükümete kaynak sorunu yaratmıyor mu!
İşte burada “güç” sorununu iyi tanımalıyız. Gücü elinde tutan taraf, aynı zamanda yasa da yapan taraf ise, şimdilik bu yasa ile yetinelim, ileride daha iyisine kavuşuruz mantığı ile hareket etmek, gücün gücünü yasa ile teminat altına almasına izin verilmesi anlamına gelir. Emekçi sendikaları nasıl böyle bir oyuna gelerek, kendilerine güvenen ve tüm umutlarını bağladıkları tabanı heba ederler!
Zaten iş baştan bozuk! Bugün hükümet temsilcisi karşısında kamu emekçileri parçalanmış sendikal örgütlerle, eğer söz yerinde ise, toplu görüşme komedisini oynuyorlar. Daha görüşme başlamadan, kendi aralarında çözülen sendikal dayanışma, doğal olarak, karşı tarafın gücünü pekiştirmektedir.
Toplu görüşmede emekçi temsilcileri karşısında, hükmet temsilcisinin olduğu ifade ediliyor. Yasa da böyle diyor. Güzel de, kamu emekçilerin maaşını hükümet mi veriyor! Evet, görünürde hükümet veriyor. Ama hükümet, aldığı vergilerden oluşturduğu havuzdan ödemiyor mu maaşları. Dolayısıyla, kapitalistlerin emrindeki bir hükümet, açıktır ki, bir yandan kamu harcamalarını kısmaya çalışırken, diğer yandan da kamu gelirlerini dolaylı vergilere kaydırmaya çalışarak, burjuvazinin birikimine katkıda bulunmaya çalışacaktır. Bu, her kapitalist sistem hükümetinin kutsal görevidir! Bizim hükümet ne yapıyor! Sermaye üzerindeki vergileri hafifletme çabasına girmiyor mu; dolaylı vergilere yüklenme çabasına girmiyor mu; kamu harcamalarını, bu arada kamu personeli özlük haklarını ve sosyal nitelikli kamu harcamalarını kısma yoluna gitmiyor mu; eğitim, sağlık vb sosyal harcamalar kısılmıyor mu!
Ezilenle kamu emekçileri, ezilen özel sektör emekçileri, ezilen ve yoksullaştırılan işsizler, esnaf ve çiftçiler ve diğerleri, belki Türkiye nüfusunun yarısına yakın insankesimi. Bizlerin oyları ile bu hükümet, gözümüzün içine baka baka sermayeyi bize karşı korumuyor mu! Bu hükümetin koruduğu sermaye (yeşil ya da diğeri) sahiplerinin oyları, acaba, bu hükümeti ve benzerlerini ayakta tutmaya yeter mi! Bu ne akıldır ya da oyundur, böyle!
e-posta: [email protected]