Geçen hafta İngiltere’de bir terör saldırısı girişiminin kamuoyuna duyurulması ve ardından yaşanan panik, ardından yine ‘kompo teorileri’ gündeme geldi. Ben komplo teorilerini aklın kısa devre yapması olarak gören birisiyim. 11 Eylül sonrası, dünyada olanları komplo teorileriyle açıklama anlayışının yaygınlaşmasından da son derece rahatsızım, bunları defalarca yazdım. Ancak, geldiğimiz noktada, ‘terörle savaş’ adı altında yürütülen bir […]
Geçen hafta İngiltere’de bir terör saldırısı girişiminin kamuoyuna duyurulması ve ardından yaşanan panik, ardından yine ‘kompo teorileri’ gündeme geldi. Ben komplo teorilerini aklın kısa devre yapması olarak gören birisiyim. 11 Eylül sonrası, dünyada olanları komplo teorileriyle açıklama anlayışının yaygınlaşmasından da son derece rahatsızım, bunları defalarca yazdım. Ancak, geldiğimiz noktada, ‘terörle savaş’ adı altında yürütülen bir propaganda savaşı yaşanıyor, bu durumda, bize sunulan ‘bilgi’leri sorgulayan her yaklaşımı kısa yoldan ‘komplo mantığı’ diye mahkûm etme tavrı da ayrıca sorunlu.
Öncelikle, komplo teorileriyle, dünyada gizli kapaklı dönen oyunları sorgulamak arasındaki farkı teslim etmemiz gerekiyor. Tabii ki, bu sorgulamayı yapanların, komplo mantığına savrulmaktan, hızlı sonuçlara varmaktan, nüansı kaçırmaktan sakınması gerekiyor. Ancak, diğer taraftan, dünyada kamuoylarından gizlenen tonla dolap döndüğünü de kabul etmek gerek. Uzağa gitmeyelim, yakın tarih, onlarca, yüzlerce gizli darbe, istihbarat oyunu, gizli anlaşma, vs.’nin üzerinden bir zaman geçtikten sonra deşifre edildiği olaylarla dolu.
Bunlar üzerine yazılan yüzlerce kitap ve araştırmayı bir yana bırakalım. Daha bir ay önce, İngiliz basınında, 50’nci yıldönümü dolayısıyla, Süveyş krizi tartışma konusu oldu. İngiltere ve Fransa’nın İsrail ile gizli anlaşmasının basına sızmasının ardından her iki ülkenin liderlerinin bu anlaşmayı nasıl yalanladıkları hatırlatıldı. Hatırlayın, Irak işgalinden hemen sonra, İngiltere ve ABD’de, Irak müdahalesine gerekçe olarak, daha doğrusu propaganda savaşının bir parçası olarak kullanılan kitle imha silahları (WMD) dosyalarının düzmeceliği ortaya çıktı.
Dünyanın büyük ve kıyasıya bir hegeomonya savaşlarının alanı haline geldiği bir dönemde, geçmiş ve yakın döneme ilişkin hafızamızı tazelemekte fayda var. Aksi takdirde, bir propaganda savaşının aleti olmak işten bile değil. Bakın, İngiltere’de, tam bir yıl önce yaşanan Londra bombalamaları konusu halen açıklığa kavuşmuş değil. İngiliz basını bir yıldır, bombalamaların neden doğru dürüst soruşturulmadığını tartışıyor, istihbaratın bu olaya ilişkin uyarıldığı halde harekete geçmediği ortaya çıkıyor. The New Statesman dergisi, bombalamalar sonucu oluşturulduğu iddia edilen, terör önlemleri paketinin aslında çok önceden hazırlandığını gösteren belgeleri yayımladı (3 Temmuz 2006). Bu tabii ki, bombalamayı istihbarat servisleri düzenledi demek değil, ancak bu tür işlerde, uygulanmasına karar verilen politikalara gerekçe oluşturmak üzere, en azından göz yummak, sonuçtan bu yönde istifade etmek gibi yöntemleri akla getiren boyutlar var.
İngiltere’de, son anda önlendiği ileri sürülen ‘terör saldırısı’nın ardından, verilen demeçler, medyanın kullandığı dil ve oluşturduğu atmosfer, Ortadoğu’daki krizle doğrudan bağlantılıydı. Kuşku götürmeyen bir şey varsa o da, bu olayın, Batı ve özellikle İngiliz kamuoyunda savaş karşıtlığına karşı bir cevap olarak kullanıldığıydı. Nitekim, bu tür olayların ardından, hemen savaşı sorgulayanlara karşı, ‘Siz savaşı protesto etmeye devam ederken, İslam terörü bunları yapıyor’ tezi yükeseliyor, muhalif sesler kısılmaya çalışılıyor. Nitekim, olayın ardından verdiği demeçte Bush’un kullandığı ‘İslamofaşizm’ terimi, ilk olarak, İngiltere’de Irak işgaline karşı sol muhalefete karşı kullanılmış bir terim (işgale karşı çıkanlar, İslamofaşizme prim vermekle suçlanmıştı).
İngiltere’de eminim, İslami teröre aklı yatanlar, plan program yapanlar, dahası bunları uygulamaya girişenler vardır (nasıl olup, bu noktaya gelindiğini de bir yana bırakalım), inandırıcılığı zorlayan, bunların faaliyetlerinin çoğunlukla kritik zamanlarda deşifre edilmesi. Örneğin, 11 Eylül öncesinde de, meşhur Finsbury Park Camii, bir cihad merkezi halindeydi. Tüm şiddete yönelik kışkırtmalarına karşın imamı Abu Hamza’ya göz yumulmasını ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ veya naiflikle açıklamak bana zor geliyor. Abu Hamza, yıllarca (düşünce özgürlüğü ile hiç alakası olmayan) ‘kâfirlere karşı savaş’ vaazı verdi, olan, ona kanarak cihada yazılan çocuklarını bugün Guantanamo’da arayan göçmen Müslüman ailelere oldu. Karmaşık bir tarihi dönemde yaşıyoruz ve tüm dünyada çok kirli oyunlar oynanıyor, olanları ne komplo mantığıyla ne de bize takdim edilen bilgileri sorgulamaksızın anlamamıza imkân yok, demek istediğim bu.