Eğitim-Sen olarak Yetkiyi değil mücadele ruhumuzu yitirdiğimizi söylememiz en doğru yaklaşım olacaktır. Ben bu yazımda sendikal mücadele içerisinde sendikada her kademede görev yapmış biri olarak yapılan yanlışlıkların daha çok pratikteki yansımalarına değinmek ve bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Toplumsal mücadele sırasında karşılaştığımız olumsuzluklar bizleri sıkıntıya soksa da, bizlere yanlışlıklarımızla/gerçeklerle yüzleşme ve kendimizi yeniden değerlendirmemize imkânı tanıdığı […]
Eğitim-Sen olarak Yetkiyi değil mücadele ruhumuzu yitirdiğimizi söylememiz en doğru yaklaşım olacaktır. Ben bu yazımda sendikal mücadele içerisinde sendikada her kademede görev yapmış biri olarak yapılan yanlışlıkların daha çok pratikteki yansımalarına değinmek ve bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Toplumsal mücadele sırasında karşılaştığımız olumsuzluklar bizleri sıkıntıya soksa da, bizlere yanlışlıklarımızla/gerçeklerle yüzleşme ve kendimizi yeniden değerlendirmemize imkânı tanıdığı için olumlu bir yönü de bulunmaktadır. (Sendikada üye kaybı 2002 yılından itibaren yaşanıyordu ama şimdiye kadar bu konu üzerinde düşünme gereği bile duymamıştık.) İşte yetkinin kaybedilmesi biz Eğitim-Senlilere “Bir musibet bin nasihatten iyidir” misali, bu imkânı vermiş bulunmaktadır.
Eğer bizler bu imkânı birilerini hedef durumuna getirip günah keçisi yaparak kısır çekişmelere girmeden (onların da bizim mücadele arkadaşlarımız olduğunu unutmadan ama eleştirilerimizi de açık yüreklilikle yaparak) eleştiri-özeleştiri müessesesini bizi ilerletebilecek, yanlışlarımızdan ders çıkartabilecek bir biçimde işletebilirsek, bu süreçten (hatalarımızdan arınmış olarak) daha da güçlenerek çıkabiliriz. Sendikamızın bu birikim ve potansiyeli vardır.
Bunun ön koşulu ise yapılan yanlışlıkların ve bunların giderilmesi için önceliklerimizin tespit edilmesinden geçmektedir. Bu bakımdan Program Kurultayının çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Eğer bu program kurultayında kendi iç sorunlarımızı tartışmak yerine Kurultayı Genel Merkezin belirlediği 40 -50 Başlıklı gündem maddesi üzerinden yapacak olursak hiçbir sonuç alınamaz. Böyle bir yöntem sıkıcı, boğucu olacağı gibi bu sürecin yaşanmasında en büyük sorumluluğu olan yöneticilerin sorunlarla/hatalarıyla yüzleşmekten kaçmasına ve zaman kazanmalarına yönelik oyalamadan başka bir anlam taşımayacaktır.
Bu Sürece Nasıl Gelindi?
Bu sürecin yaşanmasını tek bir nedene bağlamak yanlış olacaktır. Hiç kuşkusuz bunun birçok iç ve dış nedenleri bulunmaktadır. Bunların birinin “Anadilde Eğitim” konusunda sendika içerisinde yaşanan tartışmalar olduğu söylenebilir. Yaşananlardan (sendikaların bir okul olduğu gerçeğini görmezden gelerek) kitlemizi yeterince eğitemediğimiz/bilinçlendiremediğimiz açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Biz anadilde eğitimi bir eğitim sendikası olarak Eğitim Bilim ve Dil bilim açısından değerlendirerek, bilimsel bir gerçek olduğunu dile getirip, tartışmaları bu gerçek üzerinden yürütme becerisini gösteremedik. Tersine bizi düşürmek istedikleri tuzağa düşerek sorunu Kürt / Türk tartışması üzerinden yürütmeye kalktık. Ülkede estirilen milliyetçilik rüzgârı da aleyhimize işlediği için ne demek istediğimizi (bırakın kamuoyunu) kendi üyelerimize bile anlatabilecek ortamları yaratamadık ve tam bir kör dövüşü yaşadı. Buna birde ( yeni sendika kurulması, Tüzük değişikliği kararı alınmasına rağmen göstermelik mitingler düzenlenmesi vs) Genel Merkez yöneticilerinin ikircikli davranarak açık ve net bir tavır takınamaması eklenince sendika içerisinde birbirimizle mücadele eder duruma düştük.
Örgütün bu konuya kilitlenmesi (sürecin bu yönde gelişmesini de besleyen) yaşanmakta olan birçok önemli sorunun görmezden gelinmesine hizmet etti. Bu konularda yapılan eleştiriler, “Şu anda bu sorunları tartışmayalım; örgüt kapatılmak isteniyor; iç tartışmaları bir kenara bırakalım” diye masumane bir biçimde geçiştirilerek, sorunların üzeri örtüldü.
Bunlar ; (şubelerin durumuna göre değişiklik gösterse de ) örgütü kendi denetiminde tutmak isteyenlerin başta seçim ittifakları olmak üzere gurupçu, tasfiyeci, iftiracı/suçlayıcı, komplocu, bürokratik, “ben yaptım oldu” mantığı ile hareket eden ve örgüt içi demokrasiyi rafa kaldıran davranışların sergilenmesi olarak sıralanabilir. Sendikada yaşanan asıl sorunlar bunlardır. Bu tavırların pratiğe yansıyan en somut biçimi sendika şube yöneticilerinin profili gösterilebilir.
Sendikayı kendi kontrolünde tutmak arka bahçeleri olarak görmek ) isteyenler, şube yönetimlerine sendika politikalarına yabancı, (bırakın sendikal mücadeleyi) o güne kadar sendikal etkinliklerde bile yer almayan kişilerin (bunlardan bazıları kendileri bile istemedikleri halde zorla/ısrarla ) isimlerini yönetim listelerine yazarak şube yönetimlerine taşımaları, sendikal aktivistlerin sendikadan soğumasına/uzaklaşmasına neden oldu. Üyelerin karar süreçlerine katarak örgütü sahiplenmelerinin teşvik edilmesi gerekirken üyeler yalnızca aidat ödeyen, çağırıldığında eyleme gelen (gelmediklerinde duyarsızlıkla suçlanması gereken) dolgu maddeleri olarak görülmeye başlanınca bendikalara uğramaz oldular. Ve sendikanın kitlelerle olan bağları koparıldı. Bu gün bırakın üyeleri, Eğitim-Sen yönetiminde bulunanlardan yüzlercesinin sendikaya bile uğramadıklarını bazılarının, ayıp olmasın diye arada bir uğrayarak karar defterlerine imza attıklarını, hatta kendi yasal sendikal haklarını (haftada 1 günlük sendikal izinlerini ) bile resmen kullanmadıklarını/kullanamadıklarını söylemek pek de abartılı bir iddia olmaz. Kendi haklarını bile kullanamayan yöneticilerin başta bulunduğu sendikal yapıda bir çözülmenin yaşanacağının işaretleri kapatma davasından çok önceleri ortaya çıkmıştı. (Resmi verilerle 2002 yılında 185 bin olan üye sayısı 2004 yılında 155 bine düşmüş bu süre içerisinde KESK’in üye sayısı 262 binden 297 bine çıkmıştır.) Yani Eğitim-Sen’den 30 bin üye ayrılırken (diğer sendikalarda yüzde yüze varan artış yaşanmış) KESK’e 65 bin yeni üye katılmıştır. Bu da dış konjonktürden çok içeride sorunlara duyarsız kalan, tavır alamayan, üyelere güven veremeyen* (olağanüstü seçim için toplanan imzaların gereğini yerine getirmeyerek yasa ve yönetmenlikleri hiçe sayan) keyfi ve bürokratik yönetim tarzından kaynaklandığının en açık göstergesidir. Ama bu gerçekler tüm uyarılara rağmen görülmedi/görülmek istenmedi. Yöneticilerin bu keyfi ve antidemokratik davranışlarına (zaten göstermelik kurullar olan) Denetleme ve Disiplin Kurulları’nın seyirci kalmaları ve görmezden gelmeleri de tuz biber ekti. Sendikalar üyelerin gözünde büyük bir itibar kaybına uğradı, hiçbir cazibeleri kalmadı. Sendikalar belirli kişilerin uğrak yerleri olan Parti bürolarına dönüştü. Ve kaçınılmaz sona bu şekilde geldik.
Güçlü ve güvenilir bir örgütlülüğü nasıl yaratabiliriz:
Karşılaşılabilecek güçlükleri göğüsleyebilmek için işe kendi içi sorunlarımızın çözümü ile başlamak zorundayız. Bunun ilk adımı sırf bizim adamımız olsun diyerek, kitlelerle bağları olmayan kişileri yönetimlere getirme anlayışının terk edilmesinden ve her koşulda sendikayı savunabilecek, dışarıdan gelecek saldırıları etkisizleştirerek alternatif politikalar üretebilecek, kitlelerle sağlıklı ilişkiler kurabilecek, bilgi, beceri ve deneyim sahibi kişilerin sendikanın yönetim kadroların görev alabilmelerinin yolunun açılmasından geçmektedir. Bu ise sendika içi demokrasinin işletilmesi ile olur. Bizler ülkedeki seçim sisteminin temsilde adalet yaratmadığı için anti demokratik olduğundan yakınıyoruz ve değiştirilmesini her platformda dile getiriyoruz. Ama sendikalarımızda ki (hele birde ittifak sağlanırsa ) seçimlerin ne kadar anti demokratik olduğunu söylemiyoruz/söyleyemiyoruz. O halde Seçim sistemimizi değiştirmemiz ve temsilde adaleti sağlamak için Nispi Temsil Sistemi ile seçim yapılmasını sağlamamız gerekir. Herkes listesi ile seçime girer aldığ
ı oy oranında yönetimlerde yer alarak görev yapma imkânına kavuşur. Seçilemeyenlerin de kimseye küsme ve kızma hakları olmaz seçilebilmek için daha çok çalışmaya koyulurlar. ( Seçim sonrası entrikaların önünü kesmek için Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerinin ayrı ayrı seçilmeleri bile düşünülebilir.) Seçimlerde mümkün olduğunca delege sisteminden uzaklaşacak yöntemler benimsenerek seçimleri üyelerle yapabilmenin yolları yaratılmalıdır/bulunmalıdır. Ama (şimdilik de olsa) üye sayısı 1000 e kadar olan şubelerde üyelerle Seçimlerin yapılması sağlanmalıdır. 3 yıl uzun bir süre insanlar heyecanlarını kaybedebiliyorlar. (Bazı yöneticilerin sendikaya uğramadıkları düşünülürse ) İşi samimi olarak sırtlayan yöneticilerde de zamanla bıkkınlık meydana geliyor, işin altında eziliyorlar. Bu durumda kalan birçok yönetici kendi keyfi uygulamalarını (herkes benim kadar çalışsın/herkes benim kadar zaman ayırsın öyle konuşsun vbg.) kendilerinde bir hak olarak görmeye başlıyorlar. bu nedenle seçimler 2 yılda bir yapılmalı, gerekirse yöneticilerin 2 dönem yerine 3 dönem görev yapabilmelerine olanak tanınmalı.
Sendika yayınlarımızda (İşyeri Temsilcisi el kitabı) İşyeri temsilcisinde aranması gereken özellikleri belirttiğimiz halde, sendikada yönetici olacaklarda ne gibi özellikler, nitelikler aranmasını istediğimize yönelik bir belirlememiz yoktur. (Mevlana misali; olsunda kim olursa olsun der gibiyiz) Yöneticiler için bazı kıstasların getirilmesinin yararlı olacağını düşünüyorum. Sendikal politikalara ters düşen davranışta bulunanların, kamudaki görevi ile Sendika yöneticiliği bağdaşmayanların (okul müdürü veya sicil amir pozisyonunda olanların) yönetim kadrolarına gelmeleri sınırlandırılabilir. Düşünün okul müdürü olan bir sendika başkanı/yöneticisi katkı parası vermeyin, kayıt parası vermeyin diye basın açıklaması yapıyor. Ama kendisi okulunda bunları tam anlamıyla uyguluyor veya hizmetlilerin devlet memuru olarak haftada 40 saatin üzerinde çalıştırılamayacağını savunması gerekirken kendisi okulunda mesai ücreti ödemeden 16 saat nöbet tutturuyor. Cumartesi Pazar günleri çalıştırıyor/çalıştırmak zorunda kalıyorlar. Bu arkadaşlarımız tüm iyi niyetlerine rağmen hem kendi inandırıcılıklarını kaybediyor, hem de örgütün güvenilirliğine gölge düşürerek kurumu yıpratıyorlar. Bu nedenle bu tür görevde bulunanların sendika yöneticisi olduklarında bu görevlerinden ayrılmaları gibi bir sınırlama mutlaka getirilmeli ve tercih hakkı kendilerine bırakılmalıdır. Tüzüğe haftada 1 günlük sendika iznini kullanmayanların yöneticiliklerinin düşürülmesine yönelik bir madde eklenmelidir.
Emekçilerin birliğini, halkların kardeşliğini ve bir arada yaşamayı savunanların, bu düşüncelerini ** (ve tüm düşüncelerini ) önce kendi örgütlülüklerinde (sendikalarında) hayata geçirecek samimi davranış içerisinde olmaları gerekiyor. Bizler sendikaların emekçilerin okulu olduğunu gerçeğini hatırlayarak ve emekçilerin sınıf bilincini ancak ve ancak buralarda kazanabileceği düşüncesinden hareket ederek, ailesinin, çevresinin toplumun/medyanın etkisinde kalarak emekçi kimliğini henüz kazanamamış bu kişileri suçlayarak/horlayarak dışlamak ve onlara başka sendikaları adres göstermek yerine onlara gerçek kimliklerini kazandırıp saflarımızda yer almalarını sağlamak bizlerin görevidir. Bunun için sendika içi eğitime gereken önemi vermek zorundayız.
Üniversiteler
Üniversiteler sendikal örgütlenme açısından henüz bakir alanlar. Sendikamızın üniversiteler bünyesinde örgütleyebileceği ve düşüncelerinden yararlanabileceği büyük bir potansiyel mevcuttur. Ama bunu başarabilmek için Önce üniversite gerçeğini kabullenmemiz ve (ülke genelinde yürütülen politikaların dışında) üniversitelere yönelik özgün politikalar üretmemiz gerekmektedir. Sendikamız henüz üniversite gerçeğini kabullenmemiş durumdadır. ÖES (Öğretim Elamanları Sendikası 2001 yılında Genel Kurulunda Kendini feshederek Malvarlığı ile birlikte Eğitim-Sen’e katıldığı halde Genel Merkez Web sitesinde TÖS, Töb-Der, Eğit-Sen, Eğitim-İş anlatılır ama bir kelime olsun ÖES’ten bahsedilmez.) Toplantılarda; “üniversitelilere yönelik olarak Üniversiteliler konuşmaktan başka bir işe yaramaz konuşur konuşur giderler, flama tutamazlar, slogan atamazlar” gibi seviyesizce eleştiriler yapılmaktadır. Bu olumsuz tavır sendika bünyesinde aktif bir biçimde yer alanların da zamanla sendikadan soğumalarına/uzaklaşmalarına yeni ( Öğretim Elemanları Derneği vbg.) arayışlar içerisine girmelerine yol açmış bulunmaktadır.
Üniversitelerde oluşturulacak güçlü örgütlülükler ile üniversitelerin kısmi de olsa özerk yapısı iyi değerlendirilerek buralarda elde edilen KİK kazanımları hem sendikaya olan güveni artıracak hem de bizlerin TİS sürecine yönelik çalışmalarımızın önünü açabilecektir. Üniversitelerde örgütlenmede öncelikle
1- Üniversite Özerkliğine
2- Akademik personelin iş güvencesine
3- Hiçbir kurulda temsil hakları olmayan (adeta yok sayılan)idari personel sorunlarının çözümüne yönelik olarak yürütülecek çalışmalar sendikamızın örgütlenmesinde temel alınabilecek konulardır.
Sonuç Olarak:
1- Grupçu, Tasfiyeci bürokratik anlayışların terk edilmeli
2- Eğitim-Sen’i (sadece Öğretmenlerin meslek örgütü gibi değil) Memuru, Hizmetlisi, Akademisyeni ve Öğretmeni ile birlikte eğitim işkolunda görev yapan tüm eğitim ve bilim emekçilerinin sendikası olarak görüp ona göre politikalar üretilmeli
3- Seçimlerde nispi temsil sistemine geçilerek sendika içi demokrasi işler kılınmalı
4- Seçimler 2 yılda bir yapılmalı
5- Sendika içi eğitim için yeterince bütçe ayrılarak ciddi bir eğitim projesi hazırlanmalıdır.
Kamu alanının tasfiyesi ve kamu emekçilerinin kazanılmış haklarının birer birer ellerinden alındığı insanların örgütlenmeye en çok ihtiyaç duyduğu bu dönemde hatalarından ders çıkarmış güvenilir bir örgütlü yapı oluşturarak, zaten bir beklenti ve arayış içerisinde olan kamu emekçilerini “sendikacılık solcuların işi, bu işi ancak onlar yapar” düşüncesinden hareket ederek bunu coşkuya dönüştürecek moral ve motivasyonla işe koyulmamız gerekiyor Ancak bunların yaşama geçirilmesi için yaşanan üye sirkülasyonu da dikkate alınarak yeni delegelerle/üyelerle Temsilciliklerden başlayan şubelere, genel merkeze ve (seçimlerin 2 yılda bir yapılmasına karar verilirse) seçim süresindeki değişikliğin getirdiği zorunluluk nedeniyle KESK’e kadar Olağanüstü Genel Kurul kararı alınmalıdır. Örgütsel yapıda yaşanan gerileme aşağıda resmi verilerle ortaya konmuştur. Bu olumsuzluğun yaşanmasında en büyük pay yönetim kadrolarında bulunanlardadır. Bu gerçekler ortadayken aklı başında hiçbir yöneticinin görevinin başında kalmaması/kalamaması gerekir. Zaten genel merkez yöneticilerinden çoğunun (5 tanesinin 1 yılı kalmıştır) tekrar seçilme hakları da bulunmamaktadır. Bu nedenle Genel Merkez yöneticilerinin insanların birbirlerini suçlamasına, gereksiz gerginliklerin yaşanmasına, kargaşaya ve yeni kırgınlıkların doğmasına meydan vermeden gelecekteki yöneticilere örnek olabilecek demokratik davranışı ve erdemliliği göstermek için bu açılımı yapmaları örgütün rahatlaması açısından zorunlu bir görev olarak önlerinde durmaktadır.
* Eğitim-Sen Sivas şubesinde delegeler olağanüstü seçim yapılması için imza verdikleri halde yönetim
yasa ve yönetmenlikleri hiçe sayarak gereğini yapmayıp, imza verenlere mahkeme yolunu göstermiştir. İmza toplayanlar bu yola başvurmamışlar ama Denetleme Kurulu ve Genel Merkez ise bu duruma seyirci kalmıştır.
** Biz ülkedeki yöneticileri yasa ve yönetmenliklere uymaya çağırıyoruz, kendi örgütümüzde biz yasa ve yönetmelikleri tanımayan tavır sergiliyoruz. Başarısız yöneticileri istifaya çağırıyoruz, biz başarısız olunca istifa etmeye yanaşmıyoruz. Farklılıklarımız zenginliktir, farklılıklarımızla bir arada yaşamalıyız diyoruz, kendi sendikamızda (ittifak sağlayamazsak) bizim gibi düşünmeyenleri yok etmek için her yolu mubah sayıyoruz. İnandırıcılığımızı yitiriyoruz.
***2002 yılında resmi olarak Eğitim-Sen Üye sayısı 185 bin, KESK’in üyes sayısı 230;.bin olarak açıklanmıştır.Ama biz sendika olarak ulaşılamayan yerlerde ve kurum yöneticilerinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle üyelerimizin aidatlarının bordrolarından kesilemediği için üye sayımızın eksik açıklandığını sendikamıza verilen üye formları üzerinden gerçek sayımızın 210 bin olduğunu açıklamıştık. Aradan geçen sürede içerisinde sendikaya yeni üyelerinde katıldığı düşünüldüğünde sendikanın üyelerinin yarısının sendikadan ayrıldığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu çok önemli bir kayıptır ve bu kayıpta sendika yöneticilerinin sorumluluğu inkâr edilemeyecek kadar açıktır.
Not: TOPLU GÖRÜŞMELERİN yapıldığı en ilgisiz üyelerin ( hatta üye olmayanların ) bile sendikaları takibe aldığı bu dönemde örgütün eylem çağırırsına bu kadar az (2000) kişinin ilgi göstermesi bizim kitlelerle bağlarımızın ne kadar zayıfladığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Kamu Sen bile 25.8.2006 tarihinde bizden daha çok kitleyi alanlara taşımıştır.
İbrahim ERDOĞAN
Cumhuriyet Üniversitesi Baş temsilcisi
Eski Sivas Şube Başkanı